mîna urgan'ın ahmet hamdi ile ilgili olan anıları, şu enteresan başlıkla anlatılıyor:
“kadın dırdırı dinlememek için bekâr kaldım”
“15 yaşındaydım, okuldan kaçıp kaçıp can çekişen
ahmet haşim'in ziyaretine, onun
bahariye'deki evine giderdim. ahmet hamdi tanpınar'la ilk kez haşim'e giderken, vapurda karşılaştım. o da haşim'i ziyarete gidiyormuş. ahmet hamdi son derece
alçak gönüllü, iddiasız bir adamdı. bir ara o sıralar tek parti olan
halk partisi'nde milletvekili oldu. ben, gençliğimin bütün küstahlığıyla saldırdım ona, 'utanmıyor musun, para için kendini partiye sattın' diye söylendim. o zamanlar bilmiyordum onun çok önemli bir yazar olacağını, o sadece gülümsüyordu bana, 'öfkelenme' diyordu. ondan 14 yaş küçük, gencecik bir kız saldırıyordu ona.
sonra
edebiyat fakültesi'nde meslektaş olduk. hamdi
fevkalâde bir hocaydı ama
metodik değildi, savruktu. meselâ
fransız şiirinden bir alıntı yapması gerektiğinde, kitaptan bakmayı unutmuş olurdu, hademeler beni arardı, 'koşun hamdi bey sizi çağırıyor' derlerdi.
charles baudelaire'in bir dizesini,
stéphane mallarmé'nin bir şiirini sorardı bana. benim de ezberim çok iyi olduğu için ona ezberden okurdum.
fransız edebiyatı konusunda çok bilgiliydi.
o zamanlar çok güzel bir gelenek vardı edebiyat fakültesi'nde. ecnebi
filolojisi yapanlar
türkoloji bölümünden bir sertifika almak zorundaydı. aynı şekilde
türkologlar da fransız, alman, ingiliz filolojilerinden sertifika alırlardı. bu çok güzel ve faydalı bir uygulamaydı. bu düzenlemeden ötürü ahmet hamdi'yle mesleki bir yakınlığımız vardı.
fakültede yalnızca bayan okutmanlar ve doçentlerden oluşan bir bölüm vardı. kendi aralarında yoğun bir kavga içindeydiler sürekli. hamdi o bölüme başkan tayin edildi ve işi çok zor oldu. bu hanımlardan iyice bezdiği bir gün
alı al moru mor odama daldı ve 'mina sakın ağzını açma' diye beni susturup oturdu. ona bir kahve söyledim. bir süre sonra anlatmaya başladı, bütün derdini döktü ve 'ben kadın dırdırı dinlememek için bekâr kaldım' dedi. mizah duygusu çok gelişmişti. bacağını kırdığında ziyaretine gelen öğrencilerine, 'söyleyin bakalım hanginizin âhı tuttu?' diye sataşıyordu.
bazı imtihanlara beraber giriyorduk onunla. bir keresinde iki kız girdi sınava. biri güzeldi, biri çirkin. güzel olan soruları çirkinden daha iyi cevapladı. ama hamdi güzel olanı geçirmedi, çirkin olanı geçirdi. ben dayanamayıp güzel kızı niye geçirmediğini sordum ona. 'çirkin olanı bir yıl daha görmeye dayanamam ama güzel olanı hem daha çok görürüm, hem o dersini daha da iyi öğrenir' dedi.
hamdi âşk konusunda çok ketumdu. onun dertli bir âşkı olduğunu düşünürdük hep. onun hayâl dünyasını çok meşgul ederdi bu gizemli âşklar. evli hanımlarla platonik ilişkileri olduğunu sanıyordum.
o ansızın ölünce ilişkisi olduğunu tahmin ettiğim evli kadınlar kocalarının kollarında hoplaya zıplaya cenazeye geldiler.
ahmet hamdi'ye çok yakındım ama onun kitaplarını okumamıştım. ben tanpınar'ın ne büyük bir yazar olduğunu, o öldükten sonra anladım. yalnızca
huzur,
saatleri ayarlama enstitüsü değil, öyküleri, denemeleri,
beş şehir adlı kitabı da muhteşemdir bence.”
kaynak: “
bir gül bu karanlıklarda” (tanpınar üzerine yazılar)
kitap-lık, sayı 40, mart-nisan 2000, ahmet hamdi tanpınar özel bölümü