“ben istanbul’un imar işlerinin mesuliyetini taşıyan bir adam olsam, değil ibrahim paşa sarayı gibi ayakta duran bir binayı yıkmak, ecdad elinden çıkmış küçük bir taş parçasını yerinden oynatmak için yüz defa düşünür ve galiba yüzüncüsünde gene yerine bırakırdım. çünkü bu şehri güzelleştireyim derken fakirleştirmekten, hayatı soysuzlaştırmaktan çekinirim. bu şehir en büyük zenginliğini mazisinden alır. onu, nesiller önünde yaşattıkça zengindir.
başka memleketlerde 50, 60 sene evvele ait bir kahve, adını değiştirirse veya yıkılırsa sanat ve edebiyat âlemi yerinden oynar, şahsa ait ve o kadar kan dökülerek elde edilmiş tasarruf hakları bile münakaşa edilir, ‘burada verlaine her akşam aperatifini alır, dostlarıyla konuşurdu...’ diye on senede bir, bu binanın artık yok olmasına acıklanan kitaplar çıkar. bizse istanbul’u durup dururken canlı bir tarihinden mahrum etmeye kalkıyoruz.”
(yaşadığım gibi, s. 197)