lippmann'a göre insanların gerçeklik olarak algıladıkları çevreleri ve kendilerine ait olarak düşündükleri üzerinde medyanın ve medyanın sunduğu imgelerin çok büyük etkisi olduğunu düşünür.
bunun nedeni olarak iki noktaya dikkat çeker.
1. gerçek dünyanın veya çevrenin kavranmayacak derecede çetrefilli oluşudur.
2. çevrenin karmaşıklığı karşısında bireylerin bu karmaşıklığı kavrayabilecek, sınıflandırabilecek ve anlamlandırabilecek niteliklerden yoksun olmasıdır.
modernleşme ile beraber insanların parçalara ayrılması ve her şeyin komplike hale gelmesi bu kavrayış yoksunluğunun nedeni olarak ortaya çıkar. dışarıda karmaşık bir dünya var ve bunu biz kolaylıkla algılayamıyoruz. birileri bu konuda bize yardımcı olmalı. işte burada medya devreye giriyor.
insanlar çevrelerinde olup biteni gerçekten tamamiyle algılamaktan acizlerse
kanaatlerini ve
davranışlarını neye göre oluşturur ve belirler?
lippmann’a göre bu sorunun cevabı
stereotipler ya da
kalıpyargılardır. kişilerin detaylar ya da ayrıntılardan ziyade görünürdeki işaretleri görmeye meyillidirler. insanlar tiplemelerle düşünmeye ve genellemelere eğilimlidir. çünkü bunun aksini yapmak çok yorucu ve zorludur. modern dünyanın koşturmacası ve telaşına bir de aynı dünyanın karmaşıklığı eklendiğinde kalıpyargılar insanlar için güvenli sığınaklar haline gelir. kalıpyargılar dünyanın tam bir resmini sunmasalar da bizim uyum sağladığımız olası bir dünyanın resmini sunarlar bize. burada kendimizi evde hissederiz. buraya uygunuzdur. buranın bir üyesiyizdir. yolu biliriz. burada tanıdık normal ve güvenilir olanın cazibesini hissederiz.
sonuç olarak aydınlanmış ve bilgilenmiş bir kamuoyundan söz etmemiz çoğu zaman şüphelidir. çünkü toplumun çok büyük bir kesimi toplumsal ve siyasal meselelerle yeterince ilgilenmez. ilgilense de çoğu zaman yarım veya eksik bir bilgiyle olacaktır. bu nedenle kamuoyunu bir çeşit
despotizm olarak da okuyabiliriz.