“onu tesviye edip(belli bir seviyeye/aşamaya getirip)
ruhumdan üflediğimde…”
**
başlangıçta allah her birimize (örneğin)
7 birim ruh(bilinç) üfledi.
7 birim ruh ile allah'a çok yakınızdır. o’nu ve kendimizi biliriz ve kaynağımız o olduğu için büyük bir kuvvetle o'na doğru çekilir, çıldırtıcı bir zevkle allah'ı severiz. (sevginin tanımı iki varlık arasındaki uyum, etkileşim ve çekimdir.)
fakat ruhlar aleminden dünyaya (ışıktan maddeye) indiğimizde
7 birim ruh 4’e düşer.
4 yaşına geldiğimizde de
2’ye düşer, ve böylece allah ve kendimiz hakkındaki “ilahi bilgiyi”
unutur, ondan uzaklaşırız.
(bu uzaklaşma mekansal değil, frekansal düşünülmelidir. lütfen bkz.
görsel)
büyüdükçe, fiziksel bedenin ihtiyaçları üzerimizde baskı kurar, dünyevi zevk-eğlence kaynakları dikkatimizi dağıtır ve zamanla `insani(ruhani) bilincimizi` tamamen kaybederiz.
böylece, 2 birimlik ruhumuz da
1’e iner.
daha doğrusu “ilahi bilgi” ruh’a yüklüdür. ruh kaynaktan uzaklaşıp aşağı indikçe frekansal olarak zayıflar(voltajı düşer), fiziksel bedene bağlanınca daha da zayıflar ve sonunda gittikçe güçlenen nefsani varlığımızın altında kalır. ilahi bilgi de onunla birlikte,
aşağıdadır.
1 birim ruh(bilinç), ilahi varlık bilgisini
hatırlamak ve “anlatıldığında” kavramak için yeterli değildir.
bu bilinç basamağındaki "en gelişmiş birey”, en fazla, en uzak gök cisimlerine kadar çıkabilir (onların “fiziksel formlarını” kavrayıp tanımlayabilir), ve en fazla atom’a kadar inebilir (onun parçalarını inceleyebilir). böyle birisinin, ne kadar açıklanırsa açıklansın, varlığın daha altını/üstünü (metafizik kısmını) kavramak için
kapasitesi yetersizdir.
ve 1 birimlik bilinç ile sadece
ilkel bir yaşam sürülebilir. dolayısıyla biz de, kim olduğumuz hakkındaki olanca bilgisizliğimizle, doğadaki diğer hayvanlarla ortak olacak şekilde, yeme-içme, barınma, çoğalma, eğlenme vb temel ihtiyaç ve içgüdülerimizin etkisi altında, şuursuzca, ilkel bir yaşama geçeriz.
allah bize “içimizden seçtiği insanlar aracılığıyla”, kim olduğumuz, neden dünyada bulunduğumuz, bilincimizi tekrar kazanmamız ve bu ilkel varlık katmanından ayrılıp yüksek bilinçli ruhani halimize tekrar dönmemiz için neler yapmamız gerektiği konusunda bilgiler aktarır.
eğer bu
ilahi yönlendirmeleri kabul eder ve itaat ederek özellikle de
namaz kılmaya başlarsak, bilincimizi aşama aşama tekrar kazanmaya başlarız.
peki namazın (ve diğer ibadetlerin) bilinç kazanmakla ilgisi nedir?
• “(…)secde et ve
yaklaş.” (alak-19)
lütfen örnek görsele tekrar bakınız;
görselgörüldüğü üzere başlangıçta ışığız, frekansımız(voltajımız) yüksek ve daha yukarıdaki ilahi kaynaktan besleniyoruz. fakat aşağı indikçe kaynaktan uzaklaşıyoruz, uzaklaştıkça uzun dalga kısaya dönüşüyor, titreşim hızlanıyor ve ışıktan olan varlık katmanları, kaynaktan uzaklaştıkça ve titreşim arttıkça aşama aşama maddeye dönüşüyor.
ruh’un, aşağı indiği sırada, kaynaktan uzaklaştıkça nasıl her katmanda
voltajı biraz düşüyor, nurunun birazı kayboluyorsa ve bedene bağlanınca neredeyse görünmez oluyorsa; yükselirken de aynı şekilde nur toplaya toplaya gücünü kazanması ve
yükselerek önce bedeninden, sonra dünyadan, sonra sırasıyla diğer varlık katmanlarından, tıpkı şu görseldeki (bkz
ruh katmanları) gibi,
daha az ışıktan
daha çok ışığa (nefs’ten kalbe, kalpten ruha, ruhtan sırr’a) doğru evrilerek ayrılması gerekiyor.
“ruhsal enerji birimi” bildiğimiz ışık değil,
nur’dur. nur, tüm varlıkların özündeki ilahi ışıltı,
kıvılcımdır. bildiğimiz ışığın kaynağı olan güneş de dahil fizik-metafizik tüm varlıklar nurdan oluşur. ve ruhumuzun tek ihtiyacı (ham maddesi olan) o ilahi kıvılcımdır.
bu kıvılcım sadece
ilahi tecelliler sırasında, en çok da insanlar (varlıklarının ona bağlı olduğu bilgisiyle, bilinçlerini ona entegre ederek) allah ile bağ kurduklarında(
zikir), ve özellikle de
namaz kıldıkları sırada açığa çıkar.
bir telefon nasıl wifi ağı arayıp ağa bağlandığında yayın çekmeye başlıyorsa, insan da namaz kıldığı sırada (şu
görseldeki)
kalbiyle allah'a (bilinçsel olarak)bağlanır, ve namaz sırasında
dikkatini o’na ne kadar verdiğine (bilincini o’na ne kadar entegre ettiğine) bağlı olarak, onun kendisi için belirlediği/üflediği, fakat inerken yukarılarda bıraktığı
ruhtan çekmeye başlar. (bir bakıma ruhunu şarj eder.)
ruh’un allah ile arasındaki en büyük engel "beden değil", keyif konfor eğlence peşindeki
nefstir.
“günlük yaşamı” asi, inatçı
nefs sürdürür ve kendisine engel olmasın diye ruhu derinliklerde tutar.
nefsin gücünün kırılması ve böylece
ruhun biraz nefes alabilmesi için yapılabilecek en iyi şey
oruç tutmaktır. her türlü
lezzet/şehvet kaynağı nefs'i güçlendirdiğinden, allah'ın zorunlu ibadet olarak belirlediği
oruç nefs'in canına okur çünkü, onu zayıflatır, al-aşağı eder.
dolayısıyla oruç sırasında ve "namaz sırasında"
yönetime ruh geçer, böylelikle ruh, hiç değilse belli vakitlerde açığa çıkıp kaynağı ile bağ kurar ve (bilincini tamamen vererek doğru şekilde namaz kılabilirse) yavaş yavaş güçlenmeye başlar.
zamanla, güçlenen ruhun ışığı nefs’e de etki eder ve nefs de namazdan haz almaya başlar.
görselbu çok önemli, çünkü nefs
zayıflamadıkça ve
ikna olmadıkça, geri çekilip yönetimi ruha bırakmadıkça, insan secdeye gidemez.
bu yüzden namazın
kendileri için yararını iyice anlamayan, ve dikkatlerini vermeden "dosdoğru" kılmadıkları için
namazın tadını alamayan insanlar, ya hiç namaz kılmazlar ya da bir kılar bir bırakırlar. çünkü nefs sıkıntıya gelemez, uykunun en tatlı yerinde sıcak yatağından kalkıp elini ayağını yıkamak istemez veya eğlenceli bir sohbet ortamındayken ya da güzel bir film izliyorken ezanı duyunca keyfini bozmak istemez. bunu yapması için mutlaka bir çıkarı olması gerekir, “zahmetlere” sadece bir çıkarı varsa sabreder.
ruh "allah ile buluştuğunda" açığa çıkan
ilahi tecellilerden alınan haz, nefs için harikulade bir lezzet olur ve bu noktaya ulaştığında artık nefsi namaz kılmaktan kimse engelleyemez.
dolayısıyla namazı, hızlı hızlı, "ne dediğini, ne yaptığını bilmeden" değil de;
ilahi tecelli oluşacak şekilde bütün ruhuyla allah’a yönelerek kılmak, "belli bir aşamaya gelene kadar" namaz kılmak konusunda çok sabırlı olmak ve ne kadar zor gelirse gelsin namazı “asla bırakmamak” gerekir. hatta namazı
ezan okunur okunmaz üstelik de camide cemaatle kılmak yapılabilecek en akıllıca şey.
namazın ruh için
ikinci yararı da; namaz sırasında okunan surelerden çıkan frekansları da yüklenmemizdir. her gün tekrar tekrar seslendirilen o surelerden çıkan frekanslarla da
ilahi tecelliler oluşur ve ruh o nurlarla beslenir, gelişir.
böyle böyle, bize verilen ruhtan ne kadarını geri kazanırsak bilincimiz o kadar açılır ve yavaş yavaş frekansal anlamda artmaya, tekrar yükselmeye başlarız.
fakat, sadece 5 vakit namaz kılmakla, sadece ramazan orucunu tutmakla, sadece 40’ta 1 zekat verip, başka ruhlara karşı nazik olmak ile (kısacası, zorunlu temel ibadetlerle) ruh'un oranı
1’den, en fazla tekrar
2’ye yükselir. insan “asgari” ibadetlerle bundan daha fazla yükselemez. (ancak şu ayrıntı var ki; bu aşamaya gelmiş, yani zorunlu temel ibadetleri “bilinçli şekilde” yapan birisi, artık “kendi kimliğini”, ilahi varlık bilgisini
merak etmeye ve ilahi varlık bilgisini “belli bir oranda” anlamaya, kavramaya başlar.)
2 birim ruh(bilinç) de “varlık bilgisini” bütünüyle kavramak (ve üst alemleri algılamaya başlamak) için yeterli değildir. bunun için daha fazla bilinç gerekir. daha fazla ruh(bilinç) için de ekstra(nafile) ibadetler gereklidir. dolayısıyla ne kadar fazla ekstra namaz kılınırsa o kadar fazla çok ruh/bilinç
çekilir.
mesela, her gece
3’ten sonra allah ile varlıklar arasındaki (frekansal) perdeler incelir (daha çok nur akışı olur). dolayısıyla o sırada kılınan namaz sırasında, insan kendisine üflenen ruhtan daha fazlasına ulaşabilir, daha fazla bilinç kazanır.
• “ey örtüsüne bürünen; birazı hariç,
geceleyin kalk (…) ve kur’an'ı ağır ağır oku. sana sorumluluğu ağır bir söz ilka(telkin) edeceğiz.” müzemmil 1-5
kandil geceleri olarak bilinen zamanlarda, kadir gecesi ve arefe günlerinde de perdeler incelir ve o gecelerde yapılan ibadetlerde diğer zamanlardan çok çok daha fazla ruh(bilinç) çekilir.
diğer insanlara ve hayvanlara yapılan
karşılıksız iyilikler de ekstra puan (sevap) kazandırır. çünkü her varlığın özünde
aynı ruh vardır ve tüm ruhlar birbirine ayrılmaz şekilde bağlıdır. dolayısıyla özellikle de
ihtiyaç sahibi, kırgın-küskün birisi
sevindirildiğinde ondan çıkan mutluluk enerjisi, sevindireni de etkiler ve
o sevinç, onun ruhuna
nur olarak eklenir.
(bakınız şu
videoya mesela, nasıl seviniyorlar. aynı sevinç izleyene de etki ediyor, çünkü iyi niyetle yapılmış hayırlı bir iş, dolayısıyla orada bir sürü
ilahi tecelli var. “ilahi tecelli”(
nur frekansı diyelim)
bulaşıcı bir şey. bu yüzden allah insanları sürekli karşılıksız iyilikler yapmaya yönlendiriyor çünkü “yukarıya” bunlarla çıkılıyor. hatta allah iyilik yapamasa bile, yapmayı hayal edene bile yine sevap(puan) veriyor. o kadar önemli bir şey.)
kısacası, insan
ruhunu 4 birime ulaştırana kadar hiç durmadan ibadetler etmeli,
karşılıksız iyiliklerle diğer varlıklara "yaşam sevinci" vermeli, geri kalan zamanlarda “varlık bilgisi” edinmeye çalışmalıdır.
bilinç
4 birime ulaştığında, insan artık
veli (mutmainne) aşamasına gelmiştir ve böyle birisinin allah ile bağı artık kopmayacak şekilde tekrar kurulur.
eğer insan mücadele ederek
4 birime yaklaşırsa, ama “4 birime tamamen ulaşmadan” yaptığı ibadetleri ve iyilikleri azaltırsa, azalttığı oranda tekrar aşağıya düşer. eğer yaptığı ibadetleri/iyilikleri
tamamen bırakırsa, bütün ilahi kazanımlarını kaybeder, tekrar başladığı noktaya, yani
1 birime düşer.
insan ancak
4 birim ruha ulaştığında “tekrar aşağı düşme” ihtimali ortadan kalkar. 4 birime ulaşan birisi için üst alemler de açılır, görünür olur ve bu aşamaya gelen insanın “aşağı alem” olan bu dünya ile bağı büyük oranda kopar. böyle birisi ibadetleri bırakmak, azaltmak bir yana;
daha da arttırır.
peki ibadeti bırakan
neden düşer?
evrensel sistemde (ruhlar aleminde), fizik dünyadakinin tersine,
benzerler(benzer frekanslar)
birbirine çekilir, zıtlar birbirini iter.
insanı bir
toplu iğne, alt alemi ve üst alemi de birer
mıknatıs olarak düşünecek olursak, 4 birim orta noktadır.
görselinsan 1’den 3’ün sonuna kadar, (bu aşamalarda düşük frekanslar olduğu için) kendisini aşağı aleme çeken mıknatısın etkisi altındadır, çünkü frekansal olarak
aşağı alem ile uyumludur.
aşağı alemin çekimine direnç gösterdikçe, yani ne kadar zorlansa da “ibadetler, iyilikler” yapmaya devam ederek
frekansını yükselttikçe, aşağı alemle frekansal uyumu azalır, dolayısıyla aşağı alemin çekimi de azalır.
çekimden tamamen kurtulmadan ibadetleri bırakmak, çekime direnç göstermeyi bırakmak anlamına gelir. dolayısıyla ibadetleri bıraktığı anda frekansı tekrar düşer, kendi frekansı aşağı alem ile tekrar uyumlanır, tekrar aşağı alemin çekimine kapılır.
fakat insan
4 birime ulaştığında (frekansı artıp, artık üst alemle uyumlu hale geldiğinde) bu kez de üst aleme çeken mıknatısın çekimine kapılır ve
yukarı doğru çekilmeye başlar.
• “(…) allah
bütün benliğiyle kendisine yöneleni (kendisine ulaştıran yolları ona açıp rehberlik ederek)
kendisine iletir.(…)” ra’d-27.
bu noktada insanın artık "yukarı çıkmak için" mücadele etmesi gerekmez. onun tek yapması gereken
keyifle ibadet etmek ve "çekime daha çok kapılmak için" ağırlıklarını bırakmaktır. bu nedenle aşağı alemle ve içindekilerle (ölçüsünü aşmış sevgi de dahil) tüm bağlarını koparmaya, kendisini aşağıya çeken tüm ağırlıklarını atıp hafiflemeye çalışır.
kısacası, insan ruhunun(bilincinin) ne kadarını çekip geri kazanırsa;
kendisini o kadar bilir, allah’ı o kadar
hatırlar, o’na duyduğu çekim ve özlem o kadar artar.
kaynağa yaklaştıkça çekim artar.
bu
ön bilgi’den sonra, “allah (hem o'nu
aşırı sevip yüceltmek hem de onun için
ibadet etmek anlamında) neden kendisine tapınılmasını istiyor” konusuna gelince..
kim ne’yin en üstün, en değerli olduğunu düşünüyor, onu hayatının merkezine koyuyor ve kendi iradesini ona teslim edip kendi arzularına göre değil, onun arzularına ve yönlendirmelerine göre hareket ediyorsa,
ona tapınıyor demektir.
allah'ın evrensel yasası
sevgidir. (sevgi derken spiritüellerin ağızlarından düşürmediği vıcık-vıcık sevgiden söz etmiyorum; “teknik anlamıyla”, iki varlık arasındaki
frekansal uyum ve
manyetik çekimden söz ediyorum) ve az önce söylediğim gibi, evrensel sistemde, ruhlar aleminde, fizik dünyadakinin tersine
benzerler birbirine çekilir, zıtlar birbirini iter.
kim neyi seviyor, neye tapınıyora ona doğru çekilir. negatif negatif ile, pozitif pozitif ile, şeytani şeytani ile, rahmani rahmani ile frekansal anlamda uyumludur ve iki benzerden
zayıf olanı güçlü olana doğru çekilir.
negatiflerin(ateistler, agnostikler) ve pozitiflerin (uzak doğu dinleri, spiritüeller) hayatlarının merkezinde
kendi varlıkları vardır, onlar kendilerine tapınırlar (“kendi arzularını ilah edineni gördün mü?"), ve onların hareketi dikey değil, kendi etraflarında dönmek biçiminde
yatay ve
daireseldir. dolayısıyla çok çaba gösterseler ve çabaları sonucu ilerlediklerini düşünseler de, onlar gerçekte 1 adım bile ileri gidemezler.
görselşeytanilerin hayatlarının merkezinde ise iblis vardır. iblisi sevip yüceltir ve onun yönlendirmeleriyle hareket ederler. dolayısıyla onların hareketi (aşağıya doğru)dikeydir. onlar
aşağıya, iblis’in ateş krallığına doğru çekilirler.
ruhise rahmani’dir (rahmani nefes) ve rahmanilerin hayatlarının merkezinde rahman(olan allah) vardır, ve onlar en çok rahman’ı sever, kendi iradelerini ona teslim edip onun yönlendirmeleriyle hareket ederler.
onların hareketi
dikeydir. ve hiçbir varlık rahman’dan daha güçlü olamayacağına göre (ki
rahmaniler şeytanilerden binlerce kez daha güçlüdür), bütün rahmaniler, şu
örnekteki gibi, rahman(olan allah)ın
çekimine kapılıp yukarıya, o'na doğru çekilirler, o'na dönerler.
dolayısıyla, kim neyi en çok seviyor, bilincini neye entegre ediyorsa
ona doğru çekildiğinden; allah da
kendisine tapınılmasını, yani tüm insanların hayatlarının merkezine kendisini koymasını, tüm insanların en çok kendisini sevmesini
istiyor ki insan’a üflediği(aktardığı) kendisine ait ilahi nefes, kim olduğunu unutmuş tertemiz ruh, nefs’in egemenliğinden kurtulsun, karanlık aşağı alemlerden çıksın ve tekrar
kendisine dönsün.
• “ey mutmain olmuş nefs. razı olmuş ve razı olunmuş olarak rabbine dön. kullarımın arasına gir, gir cennetime.” fecr 27-30
• "(...) sonunda dönüşünüz banadır."
kısacası
ne tanrı senin sandığın gibi, ne de sen kendini sandığın gibisin.
ve "sanıldığı gibi" insanları zorla kendisine ibadet ettiren ve sonunda cezalandıran zalim bir tanrı yok. herkes kendi kendisini cezalandırıyor.
allah’ın insanlara bazı ibadetleri zorunlu tutmasının; bir annenin çocuğunu sabahın kör karanlığında sıcacık yatağından kaldırıp okula göndermesinden, eve dönünce de onu ödev yapmaya zorlamasından farkı yok.
bir annenin çocuğunun okulda öğreneceği bilgilere ihtiyacı olmadığı gibi, allah’ın da insanların kılacağı namaza, yapacağı iyiliğe ihtiyacı yok.
bir anne nasıl çocuğu gelişsin dünyevi alanda yükselsin istiyorsa; allah da insan "bilinçsel/ruhsal anlamda" gelişsin, "nuru tamamlansın" ve tertemiz olarak evine(cennete) dönsün istiyor.
•“(…) allah size zorluk çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve üzerinize olan ni‘metini tamamlamak ister. umulur ki şükredersiniz(farkına varırsınız.)” maide 6
•“(…) (o gün) nurları önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar. ‘rabbimiz nurumuzu tamamla’ derler(…).” tahrim-8