allah niye kendisine tapılmasını istiyor
Next (2) - Last Page (11)

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

0 favorites - -
allah (arap mitolojisinde al-lat, lat şeklinde geçer) dört kutsal kitap gönderen fakat sadece bir tanesinin aslının koruduğunu iddia eden, diğer üçüne itibar edilmesi halinde sonsuza kadar işkence edeceğini söyleyen sözde herşeyin yaratıcısı ve yöneticisidir. koskoca evreni (sadece bir tane varsa eğer) yarattığını iddia eden fakat evrende kum tanesinden daha az yer kaplayan bir canlı türünün kendisine tapmasını önemsediğini ve bunun karşılığında güzel şeylerle ödüllendireceğini düşünmek insanoğlunun yapısı gereği bir ihtiyaçtır. bu ihtiyaç insanoğlunun evriminde baştan sona kadar hep görülmüştür. ilk başlarda doğa olaylarına allah'ın yol açtığını düşünen insanlar ona çeşitli nesne veya canlılar sunarak sadakatlarini göstermişlerdir. bu yeni çağ'a kadar devam etmiştir. yeni çağ'da bilim ve teknolojinin gelişmesiyle insanlar doğa olaylarının nedenlerini anlamışlar ve allah'ın bu olaylarla (deprem, sel, volkan patlaması vb.) insanları cezalandırmadığını anlamışlardır. olayların nedenleri anlaşıldıkça ve insanların zekaları evrimleştikçe allah'ı sorumlu tuttukları olaylar azalmış ve gönderdiği kitaplardaki eksikler ve çelişkiler ortaya çıkmıştır. yani özetle insanlar bilmedikler şeylerden korkarlar ve bildikleri şeyler arttıkça korkuları azalmıştır.

(bkz: insan beyninin tanrıya inanmaya programlı olması)

yukarıda anlattığım şeyleri baz alarak insanoğlunun çağlara ve zeka seviyesine göre inandıkları şeylerin değiştiğini tahmin edebiliriz ve görebiliriz. tarihteki değişime ve dinin oluştuğu topluma göre ihtiyaçlar belirlenmiş ve fırsatı kullanan zeki insanlar tarafından kurgulanmıştır. bazı dinler çok tutmuş, bazı dinler az tutmuş bazıları ise daha yayılamadan silinmiştir. bu örneği işletmeler bazında kurgulayabiliriz. bazı işletmeler mahalli bazda, bazıları ilçeler, bazıları iller, bazıları ise dünyasal bazdadır. işletmenin büyümesi kurulduğu zaman, mekan, işletme politikaları ile açıklanabilir.

bir önceki paragrafta ilahların yaratılma süreçlerinden bahsettim. iyi tasarlanan bir dinin ilahı iyi kurgulanmışsa evrensel boyuta gelebilir. şimdi ki sorumuz baştaki soruyla aynı. neden allah kendisine tapılmasını istiyor ? cevabı artık daha net söyleyebiliriz ; allah, insanoğlunun beyninde çağın ihtiyaçlarına göre yaratılmıştır. böylesine herşeye kadir bir gücün, insani bir özellik olan egosunu kendisine tapılarak tatmin ettirmek istemesi de insan yapımı olduğunun kanıtıdır. bunun yanı sıra herşeye gücü yeten sinirlenebiliyor, lanet okuyor. bunlar hep insani özelliklerdir.

edit : 1 dk içinde okuyup (!) anlamayıp tanım, tanım devamı değil diye ispiyonlayan kişiye selam ederim. bu arada kuran'ın ilk ayeti neydi ?
22 favorites - -
“onu tesviye edip(belli bir seviyeye/aşamaya getirip) ruhumdan üflediğimde…”

**
başlangıçta allah her birimize (örneğin) 7 birim ruh(bilinç) üfledi.
7 birim ruh ile allah'a çok yakınızdır. o’nu ve kendimizi biliriz ve kaynağımız o olduğu için büyük bir kuvvetle o'na doğru çekilir, çıldırtıcı bir zevkle allah'ı severiz. (sevginin tanımı iki varlık arasındaki uyum, etkileşim ve çekimdir.)

fakat ruhlar aleminden dünyaya (ışıktan maddeye) indiğimizde 7 birim ruh 4’e düşer.
4 yaşına geldiğimizde de 2’ye düşer, ve böylece allah ve kendimiz hakkındaki “ilahi bilgiyi” unutur, ondan uzaklaşırız.
(bu uzaklaşma mekansal değil, frekansal düşünülmelidir. lütfen bkz.görsel)

büyüdükçe, fiziksel bedenin ihtiyaçları üzerimizde baskı kurar, dünyevi zevk-eğlence kaynakları dikkatimizi dağıtır ve zamanla `insani(ruhani) bilincimizi` tamamen kaybederiz.

böylece, 2 birimlik ruhumuz da 1’e iner.

daha doğrusu “ilahi bilgi” ruh’a yüklüdür. ruh kaynaktan uzaklaşıp aşağı indikçe frekansal olarak zayıflar(voltajı düşer), fiziksel bedene bağlanınca daha da zayıflar ve sonunda gittikçe güçlenen nefsani varlığımızın altında kalır. ilahi bilgi de onunla birlikte, aşağıdadır.

1 birim ruh(bilinç), ilahi varlık bilgisini hatırlamak ve “anlatıldığında” kavramak için yeterli değildir.

bu bilinç basamağındaki "en gelişmiş birey”, en fazla, en uzak gök cisimlerine kadar çıkabilir (onların “fiziksel formlarını” kavrayıp tanımlayabilir), ve en fazla atom’a kadar inebilir (onun parçalarını inceleyebilir). böyle birisinin, ne kadar açıklanırsa açıklansın, varlığın daha altını/üstünü (metafizik kısmını) kavramak için kapasitesi yetersizdir.

ve 1 birimlik bilinç ile sadece ilkel bir yaşam sürülebilir. dolayısıyla biz de, kim olduğumuz hakkındaki olanca bilgisizliğimizle, doğadaki diğer hayvanlarla ortak olacak şekilde, yeme-içme, barınma, çoğalma, eğlenme vb temel ihtiyaç ve içgüdülerimizin etkisi altında, şuursuzca, ilkel bir yaşama geçeriz.

allah bize “içimizden seçtiği insanlar aracılığıyla”, kim olduğumuz, neden dünyada bulunduğumuz, bilincimizi tekrar kazanmamız ve bu ilkel varlık katmanından ayrılıp yüksek bilinçli ruhani halimize tekrar dönmemiz için neler yapmamız gerektiği konusunda bilgiler aktarır.

eğer bu ilahi yönlendirmeleri kabul eder ve itaat ederek özellikle de namaz kılmaya başlarsak, bilincimizi aşama aşama tekrar kazanmaya başlarız.

peki namazın (ve diğer ibadetlerin) bilinç kazanmakla ilgisi nedir?
• “(…)secde et ve yaklaş.” (alak-19)

lütfen örnek görsele tekrar bakınız; görsel

görüldüğü üzere başlangıçta ışığız, frekansımız(voltajımız) yüksek ve daha yukarıdaki ilahi kaynaktan besleniyoruz. fakat aşağı indikçe kaynaktan uzaklaşıyoruz, uzaklaştıkça uzun dalga kısaya dönüşüyor, titreşim hızlanıyor ve ışıktan olan varlık katmanları, kaynaktan uzaklaştıkça ve titreşim arttıkça aşama aşama maddeye dönüşüyor.

ruh’un, aşağı indiği sırada, kaynaktan uzaklaştıkça nasıl her katmanda voltajı biraz düşüyor, nurunun birazı kayboluyorsa ve bedene bağlanınca neredeyse görünmez oluyorsa; yükselirken de aynı şekilde nur toplaya toplaya gücünü kazanması ve yükselerek önce bedeninden, sonra dünyadan, sonra sırasıyla diğer varlık katmanlarından, tıpkı şu görseldeki (bkz ruh katmanları) gibi, daha az ışıktan daha çok ışığa (nefs’ten kalbe, kalpten ruha, ruhtan sırr’a) doğru evrilerek ayrılması gerekiyor.

“ruhsal enerji birimi” bildiğimiz ışık değil, nur’dur. nur, tüm varlıkların özündeki ilahi ışıltı, kıvılcımdır. bildiğimiz ışığın kaynağı olan güneş de dahil fizik-metafizik tüm varlıklar nurdan oluşur. ve ruhumuzun tek ihtiyacı (ham maddesi olan) o ilahi kıvılcımdır.

bu kıvılcım sadece ilahi tecelliler sırasında, en çok da insanlar (varlıklarının ona bağlı olduğu bilgisiyle, bilinçlerini ona entegre ederek) allah ile bağ kurduklarında(zikir), ve özellikle de namaz kıldıkları sırada açığa çıkar.

bir telefon nasıl wifi ağı arayıp ağa bağlandığında yayın çekmeye başlıyorsa, insan da namaz kıldığı sırada (şu görseldeki) kalbiyle allah'a (bilinçsel olarak)bağlanır, ve namaz sırasında dikkatini o’na ne kadar verdiğine (bilincini o’na ne kadar entegre ettiğine) bağlı olarak, onun kendisi için belirlediği/üflediği, fakat inerken yukarılarda bıraktığı ruhtan çekmeye başlar. (bir bakıma ruhunu şarj eder.)

ruh’un allah ile arasındaki en büyük engel "beden değil", keyif konfor eğlence peşindeki nefstir.
“günlük yaşamı” asi, inatçı nefs sürdürür ve kendisine engel olmasın diye ruhu derinliklerde tutar.

nefsin gücünün kırılması ve böylece ruhun biraz nefes alabilmesi için yapılabilecek en iyi şey oruç tutmaktır. her türlü lezzet/şehvet kaynağı nefs'i güçlendirdiğinden, allah'ın zorunlu ibadet olarak belirlediği oruç nefs'in canına okur çünkü, onu zayıflatır, al-aşağı eder.

dolayısıyla oruç sırasında ve "namaz sırasında" yönetime ruh geçer, böylelikle ruh, hiç değilse belli vakitlerde açığa çıkıp kaynağı ile bağ kurar ve (bilincini tamamen vererek doğru şekilde namaz kılabilirse) yavaş yavaş güçlenmeye başlar.

zamanla, güçlenen ruhun ışığı nefs’e de etki eder ve nefs de namazdan haz almaya başlar.görsel

bu çok önemli, çünkü nefs zayıflamadıkça ve ikna olmadıkça, geri çekilip yönetimi ruha bırakmadıkça, insan secdeye gidemez.

bu yüzden namazın kendileri için yararını iyice anlamayan, ve dikkatlerini vermeden "dosdoğru" kılmadıkları için namazın tadını alamayan insanlar, ya hiç namaz kılmazlar ya da bir kılar bir bırakırlar. çünkü nefs sıkıntıya gelemez, uykunun en tatlı yerinde sıcak yatağından kalkıp elini ayağını yıkamak istemez veya eğlenceli bir sohbet ortamındayken ya da güzel bir film izliyorken ezanı duyunca keyfini bozmak istemez. bunu yapması için mutlaka bir çıkarı olması gerekir, “zahmetlere” sadece bir çıkarı varsa sabreder.

ruh "allah ile buluştuğunda" açığa çıkan ilahi tecellilerden alınan haz, nefs için harikulade bir lezzet olur ve bu noktaya ulaştığında artık nefsi namaz kılmaktan kimse engelleyemez.

dolayısıyla namazı, hızlı hızlı, "ne dediğini, ne yaptığını bilmeden" değil de; ilahi tecelli oluşacak şekilde bütün ruhuyla allah’a yönelerek kılmak, "belli bir aşamaya gelene kadar" namaz kılmak konusunda çok sabırlı olmak ve ne kadar zor gelirse gelsin namazı “asla bırakmamak” gerekir. hatta namazı ezan okunur okunmaz üstelik de camide cemaatle kılmak yapılabilecek en akıllıca şey.

namazın ruh için ikinci yararı da; namaz sırasında okunan surelerden çıkan frekansları da yüklenmemizdir. her gün tekrar tekrar seslendirilen o surelerden çıkan frekanslarla da ilahi tecelliler oluşur ve ruh o nurlarla beslenir, gelişir.

böyle böyle, bize verilen ruhtan ne kadarını geri kazanırsak bilincimiz o kadar açılır ve yavaş yavaş frekansal anlamda artmaya, tekrar yükselmeye başlarız.

fakat, sadece 5 vakit namaz kılmakla, sadece ramazan orucunu tutmakla, sadece 40’ta 1 zekat verip, başka ruhlara karşı nazik olmak ile (kısacası, zorunlu temel ibadetlerle) ruh'un oranı 1’den, en fazla tekrar 2’ye yükselir. insan “asgari” ibadetlerle bundan daha fazla yükselemez. (ancak şu ayrıntı var ki; bu aşamaya gelmiş, yani zorunlu temel ibadetleri “bilinçli şekilde” yapan birisi, artık “kendi kimliğini”, ilahi varlık bilgisini merak etmeye ve ilahi varlık bilgisini “belli bir oranda” anlamaya, kavramaya başlar.)

2 birim ruh(bilinç) de “varlık bilgisini” bütünüyle kavramak (ve üst alemleri algılamaya başlamak) için yeterli değildir. bunun için daha fazla bilinç gerekir. daha fazla ruh(bilinç) için de ekstra(nafile) ibadetler gereklidir. dolayısıyla ne kadar fazla ekstra namaz kılınırsa o kadar fazla çok ruh/bilinç çekilir.

mesela, her gece 3’ten sonra allah ile varlıklar arasındaki (frekansal) perdeler incelir (daha çok nur akışı olur). dolayısıyla o sırada kılınan namaz sırasında, insan kendisine üflenen ruhtan daha fazlasına ulaşabilir, daha fazla bilinç kazanır.

• “ey örtüsüne bürünen; birazı hariç, geceleyin kalk (…) ve kur’an'ı ağır ağır oku. sana sorumluluğu ağır bir söz ilka(telkin) edeceğiz.” müzemmil 1-5

kandil geceleri olarak bilinen zamanlarda, kadir gecesi ve arefe günlerinde de perdeler incelir ve o gecelerde yapılan ibadetlerde diğer zamanlardan çok çok daha fazla ruh(bilinç) çekilir.

diğer insanlara ve hayvanlara yapılan karşılıksız iyilikler de ekstra puan (sevap) kazandırır. çünkü her varlığın özünde aynı ruh vardır ve tüm ruhlar birbirine ayrılmaz şekilde bağlıdır. dolayısıyla özellikle de ihtiyaç sahibi, kırgın-küskün birisi sevindirildiğinde ondan çıkan mutluluk enerjisi, sevindireni de etkiler ve o sevinç, onun ruhuna nur olarak eklenir.

(bakınız şu videoya mesela, nasıl seviniyorlar. aynı sevinç izleyene de etki ediyor, çünkü iyi niyetle yapılmış hayırlı bir iş, dolayısıyla orada bir sürü ilahi tecelli var. “ilahi tecelli”(nur frekansı diyelim) bulaşıcı bir şey. bu yüzden allah insanları sürekli karşılıksız iyilikler yapmaya yönlendiriyor çünkü “yukarıya” bunlarla çıkılıyor. hatta allah iyilik yapamasa bile, yapmayı hayal edene bile yine sevap(puan) veriyor. o kadar önemli bir şey.)

kısacası, insan ruhunu 4 birime ulaştırana kadar hiç durmadan ibadetler etmeli, karşılıksız iyiliklerle diğer varlıklara "yaşam sevinci" vermeli, geri kalan zamanlarda “varlık bilgisi” edinmeye çalışmalıdır.

bilinç 4 birime ulaştığında, insan artık veli (mutmainne) aşamasına gelmiştir ve böyle birisinin allah ile bağı artık kopmayacak şekilde tekrar kurulur.

eğer insan mücadele ederek 4 birime yaklaşırsa, ama “4 birime tamamen ulaşmadan” yaptığı ibadetleri ve iyilikleri azaltırsa, azalttığı oranda tekrar aşağıya düşer. eğer yaptığı ibadetleri/iyilikleri tamamen bırakırsa, bütün ilahi kazanımlarını kaybeder, tekrar başladığı noktaya, yani 1 birime düşer.

insan ancak 4 birim ruha ulaştığında “tekrar aşağı düşme” ihtimali ortadan kalkar. 4 birime ulaşan birisi için üst alemler de açılır, görünür olur ve bu aşamaya gelen insanın “aşağı alem” olan bu dünya ile bağı büyük oranda kopar. böyle birisi ibadetleri bırakmak, azaltmak bir yana; daha da arttırır.

peki ibadeti bırakan neden düşer?

evrensel sistemde (ruhlar aleminde), fizik dünyadakinin tersine, benzerler(benzer frekanslar) birbirine çekilir, zıtlar birbirini iter.

insanı bir toplu iğne, alt alemi ve üst alemi de birer mıknatıs olarak düşünecek olursak, 4 birim orta noktadır. görsel

insan 1’den 3’ün sonuna kadar, (bu aşamalarda düşük frekanslar olduğu için) kendisini aşağı aleme çeken mıknatısın etkisi altındadır, çünkü frekansal olarak aşağı alem ile uyumludur.

aşağı alemin çekimine direnç gösterdikçe, yani ne kadar zorlansa da “ibadetler, iyilikler” yapmaya devam ederek frekansını yükselttikçe, aşağı alemle frekansal uyumu azalır, dolayısıyla aşağı alemin çekimi de azalır.

çekimden tamamen kurtulmadan ibadetleri bırakmak, çekime direnç göstermeyi bırakmak anlamına gelir. dolayısıyla ibadetleri bıraktığı anda frekansı tekrar düşer, kendi frekansı aşağı alem ile tekrar uyumlanır, tekrar aşağı alemin çekimine kapılır.

fakat insan 4 birime ulaştığında (frekansı artıp, artık üst alemle uyumlu hale geldiğinde) bu kez de üst aleme çeken mıknatısın çekimine kapılır ve yukarı doğru çekilmeye başlar.

• “(…) allah bütün benliğiyle kendisine yöneleni (kendisine ulaştıran yolları ona açıp rehberlik ederek) kendisine iletir.(…)” ra’d-27.

bu noktada insanın artık "yukarı çıkmak için" mücadele etmesi gerekmez. onun tek yapması gereken keyifle ibadet etmek ve "çekime daha çok kapılmak için" ağırlıklarını bırakmaktır. bu nedenle aşağı alemle ve içindekilerle (ölçüsünü aşmış sevgi de dahil) tüm bağlarını koparmaya, kendisini aşağıya çeken tüm ağırlıklarını atıp hafiflemeye çalışır.

kısacası, insan ruhunun(bilincinin) ne kadarını çekip geri kazanırsa; kendisini o kadar bilir, allah’ı o kadar hatırlar, o’na duyduğu çekim ve özlem o kadar artar.

kaynağa yaklaştıkça çekim artar.

bu ön bilgi’den sonra, “allah (hem o'nu aşırı sevip yüceltmek hem de onun için ibadet etmek anlamında) neden kendisine tapınılmasını istiyor” konusuna gelince..

kim ne’yin en üstün, en değerli olduğunu düşünüyor, onu hayatının merkezine koyuyor ve kendi iradesini ona teslim edip kendi arzularına göre değil, onun arzularına ve yönlendirmelerine göre hareket ediyorsa, ona tapınıyor demektir.

allah'ın evrensel yasası sevgidir. (sevgi derken spiritüellerin ağızlarından düşürmediği vıcık-vıcık sevgiden söz etmiyorum; “teknik anlamıyla”, iki varlık arasındaki frekansal uyum ve manyetik çekimden söz ediyorum) ve az önce söylediğim gibi, evrensel sistemde, ruhlar aleminde, fizik dünyadakinin tersine benzerler birbirine çekilir, zıtlar birbirini iter.

kim neyi seviyor, neye tapınıyora ona doğru çekilir. negatif negatif ile, pozitif pozitif ile, şeytani şeytani ile, rahmani rahmani ile frekansal anlamda uyumludur ve iki benzerden zayıf olanı güçlü olana doğru çekilir.

negatiflerin(ateistler, agnostikler) ve pozitiflerin (uzak doğu dinleri, spiritüeller) hayatlarının merkezinde kendi varlıkları vardır, onlar kendilerine tapınırlar (“kendi arzularını ilah edineni gördün mü?"), ve onların hareketi dikey değil, kendi etraflarında dönmek biçiminde yatay ve daireseldir. dolayısıyla çok çaba gösterseler ve çabaları sonucu ilerlediklerini düşünseler de, onlar gerçekte 1 adım bile ileri gidemezler. görsel

şeytanilerin hayatlarının merkezinde ise iblis vardır. iblisi sevip yüceltir ve onun yönlendirmeleriyle hareket ederler. dolayısıyla onların hareketi (aşağıya doğru)dikeydir. onlar aşağıya, iblis’in ateş krallığına doğru çekilirler.

ruhise rahmani’dir (rahmani nefes) ve rahmanilerin hayatlarının merkezinde rahman(olan allah) vardır, ve onlar en çok rahman’ı sever, kendi iradelerini ona teslim edip onun yönlendirmeleriyle hareket ederler.

onların hareketi dikeydir. ve hiçbir varlık rahman’dan daha güçlü olamayacağına göre (ki rahmaniler şeytanilerden binlerce kez daha güçlüdür), bütün rahmaniler, şu örnekteki gibi, rahman(olan allah)ın çekimine kapılıp yukarıya, o'na doğru çekilirler, o'na dönerler.

dolayısıyla, kim neyi en çok seviyor, bilincini neye entegre ediyorsa ona doğru çekildiğinden; allah da kendisine tapınılmasını, yani tüm insanların hayatlarının merkezine kendisini koymasını, tüm insanların en çok kendisini sevmesini istiyor ki insan’a üflediği(aktardığı) kendisine ait ilahi nefes, kim olduğunu unutmuş tertemiz ruh, nefs’in egemenliğinden kurtulsun, karanlık aşağı alemlerden çıksın ve tekrar kendisine dönsün.

• “ey mutmain olmuş nefs. razı olmuş ve razı olunmuş olarak rabbine dön. kullarımın arasına gir, gir cennetime.” fecr 27-30
• "(...) sonunda dönüşünüz banadır."

kısacası ne tanrı senin sandığın gibi, ne de sen kendini sandığın gibisin.
ve "sanıldığı gibi" insanları zorla kendisine ibadet ettiren ve sonunda cezalandıran zalim bir tanrı yok. herkes kendi kendisini cezalandırıyor.

allah’ın insanlara bazı ibadetleri zorunlu tutmasının; bir annenin çocuğunu sabahın kör karanlığında sıcacık yatağından kaldırıp okula göndermesinden, eve dönünce de onu ödev yapmaya zorlamasından farkı yok.

bir annenin çocuğunun okulda öğreneceği bilgilere ihtiyacı olmadığı gibi, allah’ın da insanların kılacağı namaza, yapacağı iyiliğe ihtiyacı yok.

bir anne nasıl çocuğu gelişsin dünyevi alanda yükselsin istiyorsa; allah da insan "bilinçsel/ruhsal anlamda" gelişsin, "nuru tamamlansın" ve tertemiz olarak evine(cennete) dönsün istiyor.

•“(…) allah size zorluk çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve üzerinize olan ni‘metini tamamlamak ister. umulur ki şükredersiniz(farkına varırsınız.)” maide 6

•“(…) (o gün) nurları önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar. ‘rabbimiz nurumuzu tamamla’ derler(…).” tahrim-8
https://cdn.eksisozluk.com/2024/12/1/r/ro4ua6pu.jpghttps://cdn.eksisozluk.com/2024/12/1/r/ro4ua6pu.jpghttps://cdn.eksisozluk.com/2024/12/1/w/wv4wp4b1.jpghttps://cdn.eksisozluk.com/2024/12/1/w/wv4wp4b1.jpghttps://cdn.eksisozluk.com/2024/12/1/t/te4c51el.jpghttps://cdn.eksisozluk.com/2024/12/1/w/w3gx1zph.jpghttps://cdn.eksisozluk.com/2024/12/1/8/8cxul1ow.jpg
28 favorites - -
kendi inanç sistemini bile anlayamamış inanları gün yüzüne çıkarmış soru.

adam diyor ki -tek kişi de değil ha, bir sürü adam aynı şeyi yazmış- ; "allah'ın böyle bir isteği olduğunu nereden biliyorsun?" a be kapçık ağız, aç kuran'ı oku. orada her üç ayetten biri sadece ve sadece allah'ın tek yaratıcı olduğu ve ona tapınılması gerektiği minvalindedir. bu kutsal kitabın tüm yazılış amacı ve ruhu "allah'a tapınma" emri üzerine kuruludur. sen de kalkmış "nereden çıkardın bunu" diye soruyorsun! sen müslüman olduğuna emin misin?

ek olarak; hadis ve sünnet kaynaklarının büyük çoğunluğu bu tapınmanın şekil, kural ve uygulamalarıyla ilintilidir. ibadet adı verdiğimiz tapınma ritüelleri peygamberin fiili öğretileridir. ama sen daha bunu kavrayamamışsın!

bir başkası da demiş ki; "bu soruyu sormak için önce allah'ın varlığını kabul etmen lazım. ettikten sonra da bu soru anlamsız zaten"... he canım! çok güzel düşünmüşsün. soruyu soran inanç sistemindeki boşluğa işaret ederek, senin bahsettiğin ön kabulü yani allah'ın varlığını sorguluyor olamaz zaten! ama karışık işler bunlar senin için. zorlamayalım seni. sen devam et aynı sistematikle!
0 favorites - -
sanırım bu sorunun asıl aradığı şey bir yanıttan çok ayna.

insan ateşi buldu ve yaktı.

insan varoluşu buldu ve varlığa hapsoldu.

insan yaşamı buldu ve öldürdü.

insan anahtarı buldu ve kilitledi.

insan özgürlüğü buldu ve esiri yarattı.

insan kendini buldu ve stokholm'ü sevdi.
2 favorites - -
ilginç bir soru.

şimdi felsefik olarak bir anda bir cevap bulmak gerekirse aklıma şöyle bir şeyler geliyor:

düşünün ki sadece bir kul olarak bile bir çok insan tarihin çeşitli aşamalarında elde ettiği saltanat ve iktidar gücü sayesinde tanrılık iddiasında bulunabiliyor. mısırda firavunlar, çeşitli krallar, büyük zenginlik verilmiş insanlar gibi.

sonuçta bu yaratılış itibariyle insana verilmiş bir duygu ve beklenti. her insan kendisinden biraz daha güçsüz birini veya bir canlıyı bulunca etkisi altında almaya,kullanmaya, hırpalamaya ezmeye kalkar.

bir makama kavuşmuş insan başında bulunduğu, yönettiği kurumdaki kişiler kendisine saygı duysun, itibar göstersin, yüceltsin ve hatta öyle güç zehirlenmeleri yaşar ki tapsın dahi ister.

işte bu nedenledir ki allah; insanın, kendisini bir yaratan olduğunu unutmaması için sürekli kendisini hatırlatır ve yeryüzündeki nimetleri, imkanları kendisine vermiş olmasına rağmen bunların kendisinin değil bir yaratıcının lütfu olduğunu unutmamasını ister.

işte allah, insanı o kadar geniş bir özgürlükle yaratmıştır ki yarattığı insana kendisi tanrı zannını da bahşetmiş olmasına rağmen yine de başı boş bırakmamıştır.

neticede allah'ın kendisine tapınılmasına ihtiyacı yoktur, kendisine tapınılmasını istemesi yine kulun iyiliği içindir, yani verdiği sınırsız özgür düşüncede şirke düşmemesi için.

bir nevi, otoyoldaki hız uyarı levhası gibi de düşünebilirsiniz en basitinden. yani ne diyor, esasında yol müsait arabana ve sürücülüğüne güveniyorsan bas basabildiğin kadar ama unutma azami hız sınırı 120 km, yolun bir yerinde süratten savrulabilirsin gibi!
11 favorites - -
bu soru ile doğrudan ilintili olmasa da neil gaiman american gods kitabı bu soruya cevap veriyor. tüm tanrılar her zaman ona tapmanızı anmanızı ister, yoksa zamanla yok olurlar daha önce binlercesine olduğu gibi.

tanrılar gücünü insanlardan alır, biz onlara inandığımız kadar güçlüler.
1 favorites - -
ateizme geçişteki en kilit sorulardan

madem herşeyi affeden, insanların içindeki iyiliği her zaman mükafatlandıran bir tanrıdan bahsediyoruz, e o zaman bu tanrı nasıl olur da "bana nasıl inanmazsınız" diyip inanmayanları cehennemde yakar?
0 favorites - -
bazen namaz kıldığımda benim de aklıma geliyor bu soru. yani secdeye vardığımda kendimi tuhaf hissediyorum. kişilik özelliği olarak kimseye boğun eğmeyen, kimseye eyvallahı olmayan biriyim. şeytanın işidir tabii ama dua okurken kafamdan şunlar geçiyor, utanarak itiraf ediyorum*; kainatın yaratıcısı, herşeye muktedir allah neden benim ibadetime ihtiyaç duysun ki? önünde eğilmemi, yere kapanmamı neden istesin? bu ona ne kazandıracak? kibir gibi birşey değil mi ki acaba bu? kafamda deli sorular oluşmuyor değil. sonrasında doğaya çeviriyorum gözümü (namaz bittikten sonra tabii ki) kuşlar, yeşillikler, temiz hava, güneş, böcekler, karıncalar, ekosistemin muntazam ince ayarı felan... bunları yapana tapmak gerek evet diye sorularımı geçiştiriyorum. birkaç namazdan sonra arada yine geliyor bu sorular aklıma.

'sorgulama, düşünme' gibi cevaplar yetmiyor. okuldaki din hocam da aynı cevabı vermişti. yok mu bilen biri?

bilmiyorum sözlük. bu sorularımı çogzel cevaplayacak ilim sahibi biriyle konuşmak isterim. evet ihtiyacım var.

tanım: kafasındaki bu soruya cevap alınca imana gelecek ataist sorusu.
2 favorites - -
soru gayet açık. her şeyi yarattığı iddia edilen tanrı neden evreni yarattıktan sonra ona müdahale etme gereği duyar, neden evrendeki 100 milyar galaksi içindeki, bir galaksideki 100 milyar güneş sisteminden birindeki bir gezegende yaşayan insanların ona, ve sadece ona, tapmalarını ister (tapmak:"ilah olarak tanınan varlığa karşı inancını ve bağlılığını belirli kurallar çerçevesinde göstermek". -tdk sözlük), pardon istemez, emreder, hatta bunu yapmayanları cehennemde yanmak ile tehdit eder...

sonsuz kudret sahibi olduğuna, her şeyi bildiğine inanılan bir tanrı; adına kutsal kitap denilen, içinde onun insanlara verdiği mesajlar, emir ve yasaklar olduğuna inanılan kitaba, ve bu kitap ile gelen dine iman edip etmemek konusunda en önemli belirleyici unsurun "zaten o dine inanan bir ailede doğmak" olduğunu nasıl göremez? buna rağmen, yani farklı ailelerde ve farklı ülkelerde doğmanın din seçimi konusunda oluşturduğu eşitsizliğe rağmen, bir tanrı, ilahlığını kabul etmeyen insanları nasıl yargılar?
sonsuz adalet sahibi olduğuna inanılan bir tanrı, yani daha bu tanrının ve bu dinin adını bile duymamış insanları bile adil bir şekilde yargılayacağına inanılan bir tanrı, neden daha baştan "insanlara kendisini tanıtmak" zahmetine girer? yani, madem herhangi bir dinin adını duymadan da bir hayat sürdürüp tanrı tarafından adil bir şekilde yargılanmak mümkün, o halde bir yaratıcı var olsa bile, neden insanlara kendisini tanıtıp onlardan kendisine tapmalarını istesin?

(bkz: dinlerin mantıksızlığı/@17 panda gucu)

bu soruya verecek cevabı olmayanlar, ancak "bu sorunun sorulmasını" kendilerince bir takım nedenlere bağlayarak, soruyu sorunlar hakkında kendi içlerinde kurdukları faraziyeler ile kendilerini rahatlatabiliyorlar, inançlarını koruyabiliyorlar. böyle bir savunma mekanizması geliştirmişler. ve -en azından onlar için- işe yarıyor.
3 favorites - -
Next (2) - Last Page (11)