mutlu eden basit şeyler
Next (2) - Last Page (1320)

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

gece 3 gibi, yağan korkunç yağmurdan mı yoksa oğlumun 6 gibi gelecek olmasından mı bilmiyorum, uyku tutmadı. madem uyku tutmuyor ''kalkıp kahvaltı hazırlayayım, işe gitmeden oğlumla kahvaltı yaparım.'' dedim. sonra her zaman yaptığım gibi işi büyütüp sandviç ve börek de yaptım. hiç olmayan elimin ayarı yine olmamıştı; sadece oğlum ve kendim için hazırladığım kahvaltı için bir büyük fırın tepsisi börek ve 26 adet sandviç yapmıştım.

akşam hazırladığım keklerden ve sıcacık börek ve sandviçlerden güzel bi tabak hazırladım ve yağan şiddetli yağmura aldırmadan 05.10'da güvenliğe gittim. adam o saatte bir site sakinini elinde tabakla görünce hayli şaşırdı ama bi o kadar da mutlu oldu.

sonrasında işe gitmek için indiğimde koşarak yanıma geldi. ''bakikubbe hanım o böreği getirdiğiniz anlarda, akşam yemeği yemediğimden midem kazınıyordu. ne kadar makbule geçtiğini anlatamam. bu kadar keyifle en son ne yemiştim inanın hatırlamıyorum. allah sizden razı olsun. oğullarınızı size bağışlasın.'' vs. vs. onlarca dua ile beni servise uğurladı.

ufacık bir şeye bu kadar mutlu olabilen ve yapılan ufacık bi şeye bu kadar değer veren, kıymet bilen insanların var olması bence hayata dair mutluluk veren bir detay.
184 favorites - -
dün bir amca polikliniğe geldi, 70 yaşında, emekli inşaat mühendisymiş. prostat şikayetleri ile bir hafta önce gelmiş. kan ve idrar vermiş, bir de tomografi çekilmiş amcaya. kanda idrarda sıkıntı yok, tomografi raporunda da prostat büyümesi olduğunu belirten bir cümlelik bir ibare haricinde sorun yok. bir prostat ilacı yazıp göndereceğim basit bi hasta profili. kapıda randevusuz gelen 15 hasta daha var ve mesainin bitmesine 1 saat var. 4 dakikada bir hasta yetiştirmem lazım, yine de ne olur ne olmaz diyip tomografiyi açtım baktım. mesanede bir kitle var, işin rengi değişti. "amca, idrarda kan gördün mü hiç" dedim, yok dedi. sigara içer misin dedim, gençliğimde bi 10-15 sene içmiştim dedi.

hikayeyle örtüşmese de kabak gibi kitleyi görüyorum amk, gönderdim amcayı sistoskopiye. yarım saat sonra aradı sistoskopideki arkadaş, tümörmüş harbiden. ameliyat için hazırlamaya başladık amcayı. amca sonra yanıma geldi, teşekkür etti gözleri de biraz yaşlı. "rapora e-nabızdan bakmıştım aslında, mesanede bir şey yok diyordu. allah senden de seni büyütenden de razı olsun oğlum" dedi. ya anasını satayım duygulandım tabi yaşlı başlı adamı gözleri dolu dolu teşekkür ederken görünce. tamam amca dedim çık git, haftaya gel ameliyata alırız seni. dünden beri mutluyum, erkenden yakaladık belki de. başlığa da uydu mu bilmiyorum, kanser neticede çok da basit bir şey değil de. ne bileyim işte öyle. kalın sağlıcakla.
130 favorites - -
bazılarının derdi, bazılarının mutluluğu oluyor işte.
arabanın çadır delinmiş sanırım, bir palette 17 paket şekerlemenin kutusu ıslandı. e tabi haliyle parası benden kesildi ve 17 kutu içerisinde binlerce şekerleme bende kaldı. kamyon garajında gördüğüme dağıttım, yükleme yaptığım yerlerde gördüğüme dağıttım, kalanını eve getirdim mahallenin çocuklarına kutu kutu dağıttım. benim mutsuzluğum çocukların mutluluğu oldu. kutuyu alan velet ayaklarını götüne vura vura sevindi. sağlık olsun ben 4-5bin lira zarar ettim ama çocuklar sevindi en azından.
118 favorites - -
(bkz: eşek)
bizim köyler dağlık, engebeli yerlerdedir. kartal yuvası derler ya, öyle. ahalinin de toprak ekip biçmesi gerekir. bunun için de düzlük arazi lazımdır. öyle düzlük yerler ise galaksi dışında yerlerdir, aşırı uzaktır. tarlaya gitmek için şafaktan önce uyanıp atlara binip en az bir saat yol gitmek gerekir. tarlaya ulaştıktan sonra mesai başlar. hasat biçme zamanları, herkes tırpanıni alır başlar çalışmaya. öyle bir efor ister ki tırpan, iki ayda obez birinin kaburgalarını saydırır.

bir yaz vakti, bu sefer tarla işi düştü. köye gittim. şafaktan önce uyandığımız için, kahvaltı yapmadan yola çıkardik. ben o zamanlar sigara için adam vuracak kadar tiryakiydim. öyle sağlığına dikkat eden biri olmadım pek fakat nedense kahvaltısız asla sigara içmezdim. bu yüzden evden çıkarken sigaramı evde bırakırdım. usul şuydu; tarlaya şafakla birlikte inilir, saat 9'a kadar aralıksız çalışılır, sonra evden kahvaltılık yüklü bir eşek, üstünde 6-7 yaşlarında bir çocuk ile birlikte o yolu teper, gelirdi. biz zaten artık açlıktan bitap düşmüş halde eşeğin yolunu gözlerdik, bir gözümüz tırpanda, bir gözümüz ilerideki dağın yamacından belirecek eşekte. kişi başı ikişer tandır ekmeği, eritilmiş tereyağı, peynir, bal, kaymak, haşlanmış yumurta, buzlu su, tabak çanak yüklü olurdu eşek. evdekileri öyle bir tembihlerdim ki sigaramı unutmamaları için, muhtemelen alzheimer olsalar bile unutmazlardı.

karın gurultusu, serin hava, yorgun beden ile o eşeği görür görmez mutluluğun en saf hali sarıyor insanın bedenini. hani utanmasan, sevinçten tırpanla direk dansı yaparsın, o derece. eşek ulaşır ulaşmaz yük indirilir, sofra kurulur, serilir ve yemege başlanır. 4-5 saat boyunca aç karna o eforla çalıştıktan sonra gelen o kahvaltıda artık ne varsa silinip süpürülür, zerre artık bırakılmaz. sonra birkaç bardak çay ile birlikte birkaç dal sigara terletilir, en sonunda kafaya buz gibi su dikilir, işin başına dönülür. eşeği getiren çocuk da kap kacagi alır, öğle yemeğinde tekrar gelmek üzere eve doğru yola koyulur.

kahvaltı sonrası mayışan bünye, ilk birkaç tırpan sallamadan sonra açılır, makine gibi çalışılır. güneş yavaş yavaş yükselir, sıcaklar bastırır. herkes güneş yanığından korunmak için uzun kollu giyinir, fötr şapka ve maske takar. biçilmiş kuru kokusu, kuş cıvıltıları, köpek havlamaları, arı vızıltıları arasında ibadet yapılıyormuş gibi çalışılır.

öğle yemeği vakti yaklaştıkça havalar ısınır, havalar ısındıkça daha hararetli çalışılır. çünkü bu işler, sağlam bir gerekçeniz yoksa zırt pırt ara vermeye gelmez. o sağlam gerekçelerin şahı ise tabii ki de tırpan taşı ile tırpan bileme dışında, yemekti. tempo öyle bir hal alır ki, tüm dünyayı biçebilirmişsin gibi gelir. vücut bir yerden sonra nefes nefese bile kalmaz. tırpan tam bir ekip işi, hektarlarca alan var, en ufak bir ürünü gözden kaçırmak demek, bir ailenin kışlık erzagini arazide bırakmak demekti.

bir defa bile istisnasını görmedim, çalışmanın en hararetli anında ekipten biri türkü söyler, diğerleri eşlik eder, tırpan da o ahenge ayak uydurur. ekip halinde tırpan yapan her yerde vardır bu. tam olarak böyle çalışılır işte. bu türküler en çok yemekten hemen önce veya sonra söylenir işte. eşek göründüğü gibi başlardık, o gelince saygı duruşuna geçer, susardik. kahvaltı öncesi acıkmanın çok daha yoğununu yaşardık. ikindi vakti o eşek göründüğü an var ya, "oy toynaklarını yidiğim" der yaşlı gözlerle yolunu gözlersin. eşek ulaşır, iş bırakılır, eller yüzler yıkanır, artık eşeğin sırtındaki yükte ne varsa, ki mutlaka et, bostan yeşilliği ve karpuz olur, indirilir, savan dediğimiz yer halıları ile gölgelik bir yer ayarlanır, oturulur yemeğe.

bu sofralara olan aşkını "şu an karımı kaçırsalar kalkmam bu sofradan" diyerek tarif eden amcaya hak vermemek için çok direnmişimdir ama hakikaten o sofraya kenetlenme anı, büyülü bir an. ciddi anlamda eşek görünce yaşadığım o mutluluk, mutluluğun en organik, en çocuksu, en coşkulu hali olabilir. diğer tüm mutluluklar bundan türemiş gibi.

34 yaşına geldim, hala o kahvaltılar ve yemekler gibi keyif ve mutluluk veren, lezzetli öğünler yediğimi hatırlamıyorum. hala bile eşek ile ilgili herhangi bir imge, iz, söz, resim görünce aklıma o sofralar geliyor. eşek basit ama verdiği mutluluk tanrısaldır bazen. *
150 favorites - -
dün akşam eve geldikten sonra oğlum mesaj attı; anne evde misin?
evdeydim. uzun zamandır araları limoni olan kız arkadaşı ile geldiler. evde, kızım ve erkek arkadaşı da vardı.
günün yorgunluğunu atmak için, uzun zamandır yapmadığım bir şey yapıp çay demledim.
salonda hep birlikte oturup, yeni tanışıklıkların*, eski komik anıların, gelecek güzel günlerin sohbetleri edildi.
salonun bir köşesinde, bazen duymayan kulaklarımla bile eşlik ettiğim bu sohbetin ve bu genç ve güzel gençlerin hayatımda yaşadığım, geçirdiğim en buhranlı ve zor zamanların, işsiz ve parasız günlerimin, ev bulamadığım, sahipsiz bir sokak köpeği gibi dolaştığım, hayattan zaman zaman da olsa umudumu kestiğim, kalp ağrılarımın, küçük pişmanlıklarımın, artık yaşını başını almış, gelecekten beklentilerini asgari düzeyde tutan bir menopoz teyze olarak, çocuklarımın sevdiği insanlarla birlikte olmaları, onlarla içtiğim çay, aldığım nefes, kahkahaları, gözlerindeki huzur ve tamamlanmışlık ve benim buna şahitliğim…
(bkz: mutlu eden basit şeyler)
98 favorites - -
dun tum gun gelip gidenlerle dolup tasmis, bir suru telefon gelmis bir ofiste, asiri gurultulu bir mesai geciriyorduk; ama mesai bitimine dogru yogunluk azalmis olsa da gunun yorgunlugu uzerime coktan cokmustu. bir yandan gozlerimi acik tutmaya calisip bir yandan monitorde osmanli donemindeki zorunlu goclerle ilgili bir makaleyi okumaya calisip bir yandan bilgisayarda turkiye’nin goc tarihiyle ilgili raporumu yazmaya calisiyordum. masada karsi sag caprazimda oturan is arkadasim matsuda, saat 17:30 civarinda monitorunden basini kaldirip alcak sesle “3-4 dakika sonra uluslararasi uzay istasyonu bizim sehrin ustunden gececekmis ve kuzey yonune dogru gorulebilecekmis. cikip bakmak ister misin?” diye sordu. ofis o sirada sessizdi. hemen arkamizdaki masada oturan amirimiz inoue hanim bize donup “bu kadar sessiz konusmaniza gerek yok.” diyerek guldu. bunu duyunca biz de gulmeye basladik. matsuda bu sefer daha yuksek sesle bana “sen uzayla ilgili seyleri seviyorsun. cikip bakalim mi istasyonun gecisine?” diye sordu. (gecen yil nasa’nin perseverance kesif aracinin mars’a firlatilmasini ve daha sonra da mars’a inisini izlemis ve bunu heyecanla anlatmistim cunku.) gozlerim fal tasi gibi acilmis halde “tabii ki!!!” dedim. karsi sol caprazimda oturan diger arkadasimiz koto da “cikip bakalim!!” diye bize katildi hemen. matsuda pusula olarak kullandigi telefona bakarken bir yandan da “su taraftan gorebilecegiz herhalde.” diye ne tarafa gitmemiz gerektigini anlamaya calisiyordu. matsuda’nin nereyi gosterdigine bakan inoue hanim “koridorun karsisindaki ofisten gorulebilir; ama bizim ofisten mumkun degil herhalde.” dedi. o sirada matsuda “hemen cikmamiz gerekiyor gecisi gorebilmemiz icin.” dedi. uc koca yetiskin, uzerimize ceket bile almadan oldugumuz gibi ofisten kendimizi atip koridora firlarken inoue hanim “hava soguk, ceket alsaydiniz ya!” diye bize sesleniyor, bir yandan da neseyle ve saskinlikla guluyordu ofisteki diger insanlarla.

bizse sogugu hic umursamadan ofisten firlayip cikmistik bile. once, koridorun sonundaki pencereye kosturduk. pencereyi actik; ama acimiz dardi ve hepimizin gormesine elverisli de degildi. “hadi o zaman asagi inelim!” dedi koto ve merdivenlerden kosturarak birinci kata inip binanin disina ciktik. hava neredeyse kararmisti ve kalabalik ana cadde uzerinden bir suru arac gecip gitmekteydi. matsuda’nin elinde pusula, bir yandan gokyuzune bakarken “hmm, su yonden gecmesi gerek.” diye ne yonden gececegini saptamaya calisiyordu. gozlerimiz gokyuzunu hizla tariyordu. (odtu’de amator astronomi toplulugu’na giderken goktasi yagmuru izlemek icin sogukta fizik bolumun catisinda bir suru insanla sabahladigimiz o gece geldi aklima. basimi gokyuzune dikip “yildiz kayacak!” diye arkadaslarimla saatlerce dikilmistik ve ertesi gun epeyce boynum agrimisti. o gece 6-7 tane saymistim. cok ama cok guzeldi!) hala binanin girisindeydik ve tepemizde gorusumuzu engelleyen bir cati vardi. gorusumuzu engelleyen catinin da disina cikip basimizi goge kaldirdigimizda tepemizden suzulen pasparlak bir isigi gostererek “iste orada!!!” diye ciglik attik. oradaydi!! gecisini yakalamistik! uluslararasi uzay istasyonu, bir yildiz gibi gorunuyordu; ama bir yildizdan cok daha parlakti. ucak gibi bir duzlem uzerinde kayar gibi gitmiyor, hafifce titreserek suzuluyordu ve hizliydi. “muhteseeeeem!!” diye ciglik attik. dayanamayip her seye her zaman yaptigim gibi “merhaba! merhaba uzay istasyonu hihohohahahaha!” diye el sallamaya baslayinca arkadaslarim da gulmeye basladilar. matsuda, istasyonun gecisini ona erkek arkadasinin haber verdigini soyledi. biz de erkek arkadasina selamlarimizi ve tesekkurlerimizi iletmesini soyledik. bizim ofis binasinin tepesinden baslayip da karsidaki binanin gerisinde gozden yitine kadar izledik. basit, ancak unutamayacagim kadar guzel bir andi.

bir mesai saatinin bitimine dogru ustlerine baslarina hicbir sey giymeden bir uzay istasyonunun gecisini izlemeye kendilerini ofisten disari atmis ve gorduklerimiz karsisinda sevinc cigliklari icinde buyulenerek gecisini izleyen uc yetiskindik. yas ortalamamiz 4 bucuktu. yasamdan duydugumuz mutluluksa, kendi adima, sonsuzdu.
191 favorites - -
tanıdığın/tanımadığın herhangi birinden gelen veya senin ettiğin küçük iltifatlar. hiç beklenmeyen bir anda olursa daha da mutlu ediyor.
denemesi bedava.

karşı tarafı utandırmayacak iltifatlardan bahsediyorum. abartmadan sadece o anın gerginliğinden çıkarmak için bile yapılabilir. iltifatı alan kişi bir anlık da olsa kafasındaki dertten uzaklaşıp gülümsüyor. iltifat biraz komşuya verilen yemek gibi, tabağı boş göndermiyor kimse. hooopp ordan da sana bir iltifat veya teşekkür geliyor. sonra sen de gülüyorsun.
nezaket ve küçük iltifatları virüs gibi yayabilsek keşke her yere. yoksa bu gidişle telimiz gerilmekten kopacak.
164 favorites - -
duştan çıkıp, tertemiz pijamalar giyip, yeni değişmiş nevresimlerde gerile gerile yatmak.
düşüncesi bile yumuşatıcı koktu :)
142 favorites - -
özellikle mevsim ilkbaharsa, seher vaktinde odanın camlarını açıp, çıldırasıya öten bir dolu kuş sesi eşliğinde ve tabii içeriye dolan ağaç, bitki ve çiçek kokularını soluyarak, içtiğim kahvenin ve o anların huzurla karışık tarifsiz bir coşkusu var.
70 favorites - -
hayal kurmak.

olmasını istediğin şeyleri olmuş gibi düşünmek, o anlık yaşamak… gerçek olmasa bile en azından hissini bilirsin. o an o hisle mutlu olmaya ihtiyacın vardır, ve sen o an mutlu olursun.

burada mutluluğun süresi değil önemli olan, neticede bir mutluluk yaşanıp yaşanmadığı…
öyleyse hayal kurmak mutlu eden basit bir şeydir.
125 favorites - -
Next (2) - Last Page (1320)