mağara arkadaşları

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

mutlak karanlık paylaşılırken kurulan arkadaşlık.
(bkz: mağara araştırma derneği)
0 favorites - -
(bkz: ashab ı kehf)
0 favorites - -
ayfer tunç'un, bir şeyler anlatma kaygısından çok daha fazlasını ortaya koyduğu eser(i)dir; başucunuzda kesinlikle bulunsun.

--- spoiler ---

ayyıldız çoook haklıydı aslına bakarsanız. neden haklı olmasın ki? insanların afilli kutularla/sözlerle metalaştırdıkları, gereksiz kutsiyet atfettikleri; sonrasında ortalık orospusundan beter hale getirdikleri bir mahkumiyet kimsenin arzu edeceği bir sonuç değil.

insanların şu hayatı h-a-l-a oyun sahnesi olarak görüyor oluşu, yanlış sorgulamalar ve sorulara doğru cevap vermemek için gösterdikleri ‘aşırılık’ neyle tarif edilirdi ki başka? herhalde bu hikayeler ambalajın önemine, kulaktan dolma bilgilerin, gıybetin; bezminler, rüstemler ve aradığını bulamayan bir adamın aralarında pay edileceği gerçeğiyle yoğruldu.

farkında ol(a)madıkları semboller, hayatlarını birbirine bağlayan olaylar yerin her bir katında parlıyorken gün gibi; bunları görmeyip üzerinde fazla duracakmışçasına gösterdikleri yapaylık ve daha da kötüsü bundan duydukları memnuniyet…

öyle ya, bu sıradanlıktan kendilerini kurtaracak yahut sağa sola savrulan hayatlarını dizginleyecek olay; badem bıyıklı, saçlarını bir yana yapıştırmış azılı bir diktatörün hunharca saldırışı olmalıydı. yalnızca böyle bir gücün harekete geçişi ve yükselişinin önlenememesiyle akıllanırdı insanlar.

o günlerin acısıyla yaşayanlar, bu tür meselelerin ulu orta konuşulmayacağını bilirlerdi; o pisliği, kiri ve lekelenmiş her duyguyu sandıklarına da gömeceklerdi elbet, şakası yoktu bu işin. fakat bunlardan birer mit yaratacak koca karılar muhakkak çıkacaktı. çıkmalıydı da zaten, değil mi?

ne de olsa o korkunç günler geride kalmıştı. insanlar birbirlerini dinlemekten kaçınıyor, kaçışın sessiz çığlığını taklit etmekten öteye gidemeyen bir korkunun da tutsağı haline geliyorlardı; dört tane sıvası dökülen duvardan tırsarak.

“…dünyada iyiliğin mi daha çok, kötülüğün mü daha çok olduğu konusunda konuşmak da pek anlamlı gözükmüyor zira. çünkü, kötülüğün sadece varolması bile yeterlidir ve varolan bu kötülük ne yakınındaki ne de uzağındaki iyilik tarafından yok edilebilir…”

schopenhauer’in “merhamet” eserinden alıntı yapmamın sebebi; ayfer tunç’un öykülerinde ambalaj ve etiket merakını vurgulayışından ileri gelen bir hatırlatma ihtiyacıydı. bu köprünün kurulmasında, fikirlerin ne olduğundan ya da sizin aslında ne düşündüğünüzden ziyade, ona uygun bir vitrin oluşturup oluşturamayacağınız düşüncesinin ağır basması önemliydi.

her şeyi basite indirgemekten şikayet ederken, basit kavramının, karmaşanın en yüce ve zarif sunumu olduğunu bilmeme hatasına düşenleri ve her zamanki garip küçümseyişleri anlatmak da tüm bu hikayenin temeliydi.

--- spoiler ---

yani dostlar; içinden geleni yazanların kelimelerinde kötülük yoktur. bu zinciri oluşturan tüm olaylarda ve kafamdaki sahnelerde bunu anladım.

insan beğenilme kaygısı taşıyan bir varlık. doğası böyle, kınayacak ya da övecek bir şey yok bunda. daha incitici ve vahim olan; eylemleri ortaya koyan insanların “elalem ne der” baskısından ödlerinin patlaması.

güzel şeyler düşlemek insanların ne yaşadığını/düşündüğünü bilmemizi, tahayyül etmemizi sağlamaz. kötüler için de aynı şey geçerli. ilerde birgün değerlendirme fırsatı bulduğunuz fikirlerinizin karşılaşacağı muamele aşağı yukarı bu paralelde seyredecek. tenkit yahut yerme amacı da taşımıyor zaten gördüğünüz üzere. daha çok sizin iç dünyanızla alakalı ve ben öykülerdeki bu farklılıkla ilgileniyorum. tüm bunları düşlüyorken ‘rol’ kaygısı mı var içinizde, yoksa gerçeğinizin peşinde misiniz sadece?

kalemine sağlık ayfer abla.
1 favorites - -
alafranga ihtiyar, cinnet bahçesi, gençlik sabah çiyidir gibi enfes öykülerin yer aldığı 1996 tarihli ayfer tunç kitabı.
1 favorites - -
0 favorites - -
cinnet bahçesi adlı öyküsü bana raymond queneau'nun biçem alıştırmaları'ndan yola çıkan ferit edgü'nün yazmak eylemi adlı kitabını anımsattı. yalnızlık içeren öyküleriyle güzel bir kitaptı. okuduğum ilk ayfer tunç kitabıydı.

...
"o sırada içindeki bir uru doğurmaktadır, bir uğuru değil. bir harf ne çok şeyi değiştirir."
"şimdi kilitli bir kütüphanede durmadan tozlanan, hiç okunmamış bir kitap gibiyim. uzun ve sıkıcıyım. içinde ne olduğunu kimse bilmiyor. merak da etmiyor işin kötüsü."

meyus
mürailik
şahrem şahrem
darülelhan
muhavere
müskirat
cürmümeşhut
matruş

"gençlik..." dedi, "sabah çiyi sanki. uyku mahmurluğundan kurtulup tam tadını çıkaracakken, geçiveriyor."
"sesindeki memnuniyet elle tutulacak kadar barizdi."
"neden, insan lüzumundan fazla yaşar? insanın yaşayacak şeyleri bittikten sonra, hâlâ yaşaması haksızlık değil mi? bu da bir ceza mı?"

"elliye kadar seneleri saydım, sonra ucunu bıraktım. insan bir kez yaşlanmaya görsün, seneler o kadar ucuzluyor ki... on beşken, yirmi çok uzakta. yirmiye geldiğinde de, on beş geçeli seneler olmuş. otuz dendi miydi, kırk sanki daha yakın. elliden sonrasını bırak. yüz bile yakın artık, değil mi ki dizlerim kıvrılırken acıyor, sırtım bir türlü ısınmıyor?"

"sanki olmayan bir günde doğmuşum ben. olmayan, bir türlü tekrar etmeyen."

"tavandan bir günah çocuğunun göbek kordonu gibi sarkan tozlu ampülün ışığında..."
0 favorites - -
ekseriyetle yalnız ve artık ölümü arzulama noktasına gelmiş kişileri merkeze alan, yazarı ayfer tunçolan, şahane hikaye kitabı. yazarın dili ve bir şeyi anlatma meziyet o kadar iyi ki insan gerçekten hayran oluyor. günümüzde pek muteber olan "aforizma" vari cümleleri, günümüzdeki pek çok örnekten farklı olarak anlatılarına gayet güzel yerleştirebilmiş olması 1996 yılında yayımlanmış olsa da kitabın yazım biçimi olarak hala genç okurlar için de ilgi çekici olabileceği kanaatini bende uyandırdı.

okuyun okutun efendim.
0 favorites - -
0 favorites - -