eski türklerin yarı göçebe atlı çoban kültüründe yaşamlarını en çok etkileyen şey doğa koşulları ve iklim şartlarıydı.
eski türkler, sert ve acımasız doğa koşullarında yaşardı ve bu yaşam tarzında her mevsim ve mevsim geçişi önemliydi zira mevsimlerin bu kadar hayati önemi olan bir coğrafyada önceden hazırlıklarını yapmak zorundaydılar ve bunları da eğlenceye çevirirlerdi. (saban toyu, kış eti ve ekmeği yapma eğlenceleri, kırkım şenlikleri vs)
kış mevsiminden önce yapılan hazırlıklar bilhassa önemliydi.
neden,
çünkü eski türklerde kış, insan hayatı üzerinde baskın motifti (yakutlarda kışın yedi ay sürmesi gibi) dolayısıyla kış mevsimini baz alarak yapılan eğlenceler ve törenler de çok fazlaydı.
kazaklarda ilk karın yağması ve soğuğun vurması ile birlikte kışın karşılanması amacıyla soğumbası isimli bir eğlence düzenlenirdi. bu bayramda ayaz ata ve torunu karçana mavi elbiseler giyip birlikte hediyeler dağıtırlardı. (rusların ded moroz'u da ayaz ata'ya çok benzer.)
bir de kış gündönümü olan 21 -22 aralık'ta kutlanan paynagan bayramı vardır ki o gece güneşin ölüp ertesi gün yeniden doğduğuna inanılırdı çünkü kışın en uzun gecesinden sonra gündüzler uzamaya başlardı. geçmişte bu bayramın koruyucu ruhuna (payana/payna) at kurban edilirdi. bu ruhun her altay boyunu kaza ve beladan koruduğuna inanılırdı.
nardugan bayramı'nda yani yılbaşında ise özel yemekler pişirilir, kutlamalar yapılırdı. çuvaşlar, başkurtlar, yakutlar gibi pek çok türk topluluğu tarafından hala devam ettirilen bu gelenekte çok eski zamanlardan beri gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı dönemde akçam ağacı süsleyip eğlenceler düzenlerlerdi. nar doğan/ateş doğan yani doğan güneş anlamına gelen bu bayramın adının anlamı da işte o günlerin uzamaya başlamasıyla ilgiliydi.
nardugan'da ağaç süslemenin kökeni ise hayat ağacı'na dayanıyordu. kökleri yeraltı aleminde , gövdesi yeryüzünde, dalları ve yapraklarıysa göğün en üst tabakalarında olan bir eksen gibi düşünülen bu kutsal ağacın yerle gök, insanla tengri arasında köprü olduğuna inanılırdı.
ayrıca yakutlar ilkbahar ve sonbaharda ısıah bayramı yapardı. (özellikle bu ilkbahar ve sonbahar törenlerinin hunlardan beri yapıldığını çin kaynaklarından biliyoruz. hunlardan sonra göktürk ve uygurlarda bu gelenek devam ediyor.)
ilkbahardaki ürüng ayıg toyon için sonbahardaki ise kötü ruhlardan korunmak için yapılırdı.
"eski türklerde doğanın canlanması ve bereketin artması için yapılan ısıah töreni yılda iki defa yaylağa ve kışlağa göçerken, yani ilk ve son baharda yapılırdı.
ilkbaharda yapılana ayıı ısıah sonbaharda yapılana da abası ısıah denirdi/denir. (şimdi eski türkler falan desek de –ki doğru- şunu da hemen belirtelim yakutlar bu bayramı büyük bir coşkuyla kutlamaya devam ediyor.)
ısıah, doğanın yeniden uyanıp dirilmesini sembolize eden kült nitelikli bayramların tipik bir örneğiydi. yakutlardaki rivayetlere göre, bu bayram ilk cet olan elley’in adıyla da ilintiliydi.
hakasça bir terim olan ısıah’da öncelikli amaç yer su’ya saygılarını sunarak bolluk ve bereketin sağlanmasıydı."
(bkz:
ısıah bayramı/@ay hatun)
eski türklerde (ve günümüzdeki pek çok türk boyunda da) çoğu bayram/tören dışarıya kapalı yapılırdı. verbitski gibi yıllar boyu aralarında yaşamış misyoner/araştırmacılar bile pek çok törenin detaylarına vakıf olamadığını yazar.
...
nette genellikle; koça, saya, pakta, payna, nardugan (ki aynı sıralamayla ve basitçe; bahar, yaz, güz, kış ve yeni yıl) diye sıralandığını gördüğümüz bu bayramların belki de en ilginci koça/kosa ya da koçagan diye bilinenidir zira altaylılar bu bayram boyunca hem ülgen’e kurban verirler hem de erotik diyebileceğimiz oyunlar oynarlardı.
koça adındaki mitolojik bir varlığa yapılan bu törenler nevruz’dan önce başlayıp nevruz’un sonuna kadar devam ederdi. günümüzde halk arasında bahar gündenkliği de denilen bu törenler uyanışın ve bereketin sembolüydü.
(türklerin -özellikle azerbaycan- nevruz kutlamalarındaki kosa /köse – keçel /kel oyunları da ev gezilip hediye toplanması, yüzün unla maskelenmesi gelenekleri ile kosa bayramına benzer.)
...
eski türkler, henüz takvimlerinin olmadığı devirlerde -diğer kadim toplumlar gibi- zaman hesaplamasını doğaya bakarak yaparlardı ve bu döngüsel zaman anlayışında doğanın yeşillenmesi yeni bir başlangıç anlamına gelirdi.
(mircea eliade de, kendisini tarihle bağlantılı gören modern toplumların çizgisel zaman anlayışının tersine, arkaik kültürlerin kozmos’la ve kozmik ritimlerle ayrılmaz biçimde bağlantılı döngüsel zaman anlayışı olduğunu söyler.)
tarih boyunca türkler, doğadaki bu değişiklikleri bir dönüş ve tazelenme noktası olarak düşünmüş ve kutlamışlardı.
mitolojik metinlerde yaratılışın ilk günü nevruz bayramı'yla ilişkilendirilirdi. on iki hayvanlı türk takviminde yılın başlangıcı ve baharın ilk günü nevruz'du. eski türklerin yengi/yeni gün de dediği ve ergenekon'dan çıkış olarak da bilinen nevruz, bazı türk halklarında ulusun ulu günü olarak da isimlendirilirdi.
yukarda eski türklerde kış baskın motifti demiştik ya e bu kadar uzun ve çetin bir kıştan sonra baharın gelişi de tabii ki büyük coçkuyla kutlanırdı.
ve ilk yıldırımlar baharın müjdecisi olarak görülürdü.
" türkler, ilk yıldırımın düşmesini, yeni yılın gelişinin bir göstergesi olarak kabul ederler ve kutlarlardı. şimşek çakıp yıldırım düştüğü zaman atlarını koşturup, bağrışarak gökyüzüne ok atarlardı çünkü baharda ilk düşen yıldırım, yeni yılın/cılgayak'ın habercisi demekti."
(bkz:
yıldırım/@ay hatun)
türklerde paynagan’dan sonra kış yani çille başlardı. kışın bitişi ise (koçagan) yeni yılın başlangıcı olarak görülür ve bayramla kutlanırdı.
(bkz:
nevruz/@ay hatun)
...
eski türklerde kurbanla ilgili şeylan/şölen, avla ilgili sığır ve ölümle ilgili olarak yuğ törenlerini ve dede korkut hikayeleri'nde sıkça karşımıza çıkan toyları zaten biliyoruz.
örneğin yuğ töreni; ölü gömüldükten bir süre sonra verilen ziyafet, ölünün konduğu çadırın ya da gömüldüğü yerin etrafında atla dönmek, saçın, sakalın tıraş edilmesi, kulakların ucuna ya da yüze kesik atarak ağlama, okunan ağıtlar/sagular vs kısaca ölü gömme ritüellerinin tamamını kapsardı. bazı kaynaklarda bu sözcüğün divanü lugati’t-türk’te olduğu gibi sadece cenazeden sonra verilen yemek anlamıyla kullanıldığını görüyoruz. belki de jean paul roux’un dediği gibi ilk zamanlar yas töreninin tamamını karşılayan bu kavram zamanla bu törenin en önemli parçası olan ve bütün topluluğu kapsayan ölü aşı geleneği yerine kullanılmaya başlamıştı.
eski yas törenlerine özel olarak davet edilen yuğcular (ağıtçılar), kopuz çalar hatta dans ederlerdi.
(bkz:
eski türklerde ölüm olgusu/@ay hatun)
...
toy, hunlardan itibaren yılın belli zamanları hükümdarlık karargahında yapılan toplantılar (kurultay) ve bu toplantılardan sonra verilen ziyafet anlamında kullanılırdı.
(bildiğimiz ilk kullanımı böyle, fakat zamanla toplantı/meşveret/kengeş anlamı kaybolmuş ve sadece eğlenceli yemekler için kullanılmaya başlanmış. mesela oğuzlarda toplantıya olmasa da ziyafet kısmına halktan da katılanlar oluyor. ve ziyafet sonunda konukların bulundukları çadırın yağmalaması gibi enteresan bir adetleri var. buna da kençliyü diyorlar.)
oğuz türklerini anlatan dede korkut hikayeleri'ne baktığımız zaman beylerin düzenlediği toyların birlik beraberliği pekiştiren bir yönü olduğunu görüyoruz. attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdırılıp tepe gibi et yığılan, göl gibi kımız sağılan bu toylara herkes davet edilir; açlar doyurulur, çıplaklar giydirilir ve hayır duası alınırdı. bunlara hacet toyları da denirdi.
mesela dirse han oğlu boğaç han hikayesi bayındır han'ın toyuyla başlar. toya davetli beylerden biri olan dirse han, oğlu da kızı da olmadığı için kara otağa oturtulmuş, altına kara keçe serilmiş, önüne kara koyun yahnisi konmuştur. (oğlu olanlar ak otağa, kızı olanlar kızıl otağa oturtuluyor) dirse han öfkelenir ve soluğu karısının yanında alır, durumu anlatır. karısı dirse han'a büyük bir toy düzenlemesini salık verir. bu toyda açlar doyurulacak, çıplaklar donatılacak ve borçlular da borcundan kurtarılacaktır. bir ağzı dualının duası kabul olursa da çocukları olacaktır. bunun üzerine dise han büyük bir toy düzenler ve neticede bir oğlu olur.
...
düğün toyları ise içinde gelin alma toyu, düğün ateşi, düğün bayrağı gibi pek çok gelenek barındıran kapsamlı törenlerdi...
kağanlar çocuklarını büyük törenlerle evlendirirlerdi. düğün için yapılan törenin büyüklüğü ile insanların güçleri ve hakimiyetleri arasında daha da doğrusu toplumdaki statüleri arasında bir paralellik olurdu yani sıradan halkın yaptığı düğün törenleri daha mütevazı olurdu.
savaşçı nitelikleriyle tanınan türkler için düğünlerde gerçekleştirilen faaliyetler eğlencenin yanı sıra askeri becerilerinin de ortaya koyulduğu oyunlara dönüşebilmekteydi. (düğün alanında at binme, ok atma yarışları vs yapılırdı...)
(bkz:
eski türklerde evlenme ve düğün gelenekleri/@ay hatun)
“oğuz bunu duyunca, ilinde soy soylattı,
toy yaptı, şölen verdi, çok büyük toy toylattı!"
(bkz:
oğuz kağan destanı/@ay hatun)
“nasılsa çocuk, birkaç gün, birkaç ay içinde büyümüş ve babasına, “haydi beni adlayın, bana bir ad koyun,” demiş.
babası buna çok memnun olmuş. büyük bir toy toylamış. bütün halkını toplamış. büyük bir ziyafet vermiş. herkese bir ad bulmalarını rica ve emir etmiş. ama hiç kimse, oğlana uygun bir ad bulamamış. oğlana bir ad bulunamayınca da, toy halkı yiyip içmiş ve üzüntü ile çıkıp gitmiş..."
(altay türklerinin altın taycı destanı)
(bkz:
türk mitolojisinde ad koyma/@ay hatun)
...
şamanist gelenekte bütün törenlerde kanlı ya da kansız kurban geleneği vardı. kurban için en fazla kullanılan hayvan attı, attan sonra da koyun gelirdi. dede korkut hikayeleri'ndeki 'attan aygır, deveden buğra, koyundan koç' ifadesinden de anlaşılacağı gibi genellikle erkek hayvan tercih edilirdi. kurban verilen en büyük tören - ya da abdülkadir inan hocanın dediği gibi ayin- tabii ki gök tengri için yapılandı.
kansız kurban ise saçı, ağaçlara ya da şaman davuluna bağlanan bezler, tözlerin ağzını yağlama, ateşe yağ atma vs gibi adetlerdi. ama en önemlisi iduk yani ruhlara bağışlanan ve salıverilen hayvanlardı.
"kestikleri at ve koyun kurbanlıkların kafalarını sırıklara korlar. hakanın çadırı ötüken dağındadır; kapısı doğuya bakar.
her yıl boy başbuğlarıyla beraber atalarının mağarasına kurban sunar. ayın ilk onunda ırmak kıyısında tanrıya kurban keserler, ötüken dağının batısında 500 li mesafede yüksek bir dağ vardır. bu dağın üzerinde ağaç ve ot yoktur. burasına budın inli derler ki ülkenin koruyucusu olan ruh demektir. ruhlara taparlar, kamlara inanırlar"
nikita yakovleviç bichurin (hyacinth)
altaylılar her ruha ve tanrıya ayrı ayrı kurban töreni yapardı. bunlardan en önemlisi de ülgen adına yapılandı. bu ayin üç bölümden oluşurdu. güneş battıktan sonra ayinin, hazırlık bölümünü teşkil eden birinci bölümü yapılırdı. bu bölümde kam/şaman ayin yapılacak yeri belirler, oraya bir çadır kurulur, çadırın tam ortasına da kayın ağacı dikilirdi.
bu kayın ağacına dokuz yerinden çentik atılırdı, bunlar gökyüzüne çıkan basamakları sembolize ederdi. daha sonra atlardan hangisinin tengri'ye kurban edileceği kam tarafından belirlenirdi. bu oldukça uzun ve bi yığın ritüeli olan töreni kam idare eder ve törenin her adımında dualar okurdu.
...
yukarıda bahsettiğim törenler, toylar ve bayramlar hem ilk aklıma gelenler hem de önceki girilerimde bahsettiklerimden seçmece gibi oldu. tabii ki burada bahsedilmeyen daha nice tören de var çünkü eski türklerde gerek devlet düzeyinde gerekse toplumsal düzeyde çok zengin bir tören kültürü vardı.
genel bir değerlendirme yaparsak,
türk kültürünün önemli bir parçası olan bu törenler ya mevsim dönümleri gibi yılın belirli zamanlarında ya da düğün gibi tesadüfi olaylar sonunda yapılırdı.
törenlerde hiyerarşik düzen (orun/mevki) önemliydi ki ülüş sisteminde de aynı hiyerarşi gözetilirdi.
gök tengri ya da ülgen için yapılan şamanik törenler haricinde belki de en önemli tören hükümdarın tahta çıkış töreniydi.
"büyük hun devleti'nin ananelerini devam ettiren toba devletinde tahta çıkış töreni şöyle anlatılır:
7 kişi keçe bir halının altına girerek halıyı tutmuşlar ve yeni imparator bunun üzerine çıkarak batıya dönmek suretıyle saygı duruşunda bulunmuştu.”
(bkz:
türk mitolojisinde 7 sayısı/@ay hatun)
burada hükümdarın keçe üzerinde yukarıya kaldırılması da aslında göğe yükselmeyi sembolize eden dini bir uygulamaydı zira türk kağanları kutu tanrıdan alırdı.
yine bir diğer önemli tören ant/anda'ydı.
göktürkler genelde güneşi şahit tutarak and içerdi, yakutlar ise ant törenlerini ateş karşısında yapardı.
bazı araştırmacılar çinlilerin ant geleneğini türklerden aldığını yazar, moğollar da buna türk ayini derdi.
“pek çok türk topluluğunda ant içilirken kılıcı yanlamasına önlerine koyarlar ve 'gök girsin kızıl çıksın' derlerdi. bu ifade 'gök renkli kılıç sözünde durmayanın kanına bulansın' şeklinde anlaşılabilecek bir anlam içerir çünkü demirin gökten indirilmiş bir metal olduğuna inanılırdı.”
iskitlerde ise and içen taraflar, kendi bedenlerini hafifçe yaralayıp, kanlarını bir kaba akıttıktan sonra silahlarını o kana batırır, andın sözlerini tekrar ederek, bu kaptaki kandan içerlerdi.
genç şamanlar için de bütün inisiyasyon ritüelleri tamamlandıktan sonra ant töreni yapılırdı (bir çeşit mesleğe giriş). ihtiyar şaman ant sözlerini söyler, genç şaman adayı da tekrarlardı: “zavallıların koruyucusu, yoksulların babası, öksüzlerin anası olmaya and içiyorum. yüksek dağ tepelerinde bulunan ruhlara saygı göstereceğim; and ediyorum ki onlara candan bütün varlığımla hizmet edeceğim…”
aynı şekilde dede korkut hikayeleri’nde de alp kazana sadakat andı içen beyrek, kılıcıyla yeri kerterek, "kılıcıma doğranayım, yer gibi kertileyim, toprak gibi savrulayım" diye and içerdi.
“dede korkut kitabında da oğuzlar, duygulardan yoğrulmuş gibi, dağlarla konuşur, dağlara dua edip ant içerler, selam verirlerdi.”
okuma yapılan ve yararlanılan kaynaklar:
bahaeddin ögel - dünden bugüne türk kültürünün gelişme çağları
abdülkadir inan - tarihte ve bugün şamanizm
bahattin uslu - türk mitolojisi
jean-paul roux - eski türk mitolojisi
pertev naili boratav - türk mitolojisi
emel esin - türk kozmolojisine giriş
celal beydili - türk-mitolojisi-ansiklopedik sözlük
fuzuli bayat - ana hatlarıyla türk şamanlığı