ben küçükken, önü arkası göz alabildiğine günebakan tarlalarının ortasında derme çatma kurulmus bir çardağa yazlık niyetine gidilirdi. bu tarlaların içinde gezerken bir gün, bir günebakanın diğerlerinden ters bir yöne dogru baktığını gördüm. diğerleri güneşle birlikte hareket ederlerken, bu seninki taş kesilmiş gibi dayamış gözlerini sabit bir noktaya, sarı saçları karman çorman, alnı çizik çizik olmuş sıkıntıdan, kararmış, bulanmış dikilir durur.
günlerce izledim onu. boyumu geçti digerleri; gelişti serpildi. çekirdek doldu göbekleri ağırlaştılar büktüler bellerini. bu öylece durur. ne doğdu ne de ölecek sanki. büyülüdür dedim olsa olsa. başka ne olacak? peki ya nereye bakar böyle?
küçük küçük adımladım yolları. tepeleri aştım, yarlardan kaydım.
denizi buldum. o çardağın çevresinden hiç o kadar uzaklaşmamıştım. ve hiç haberim yoktu orada, o ufukta denizin olduğundan. ögrendim ve rahatladım.
demek ki denize bakıyor. peki, neden? belki bir martıya aşık olmuştur, belki bir balığa, belki bir gemi kaptanına.
o zamanlar aşk gözüme şimdiki kadar büyük görünmüyor.
çözdüm ve kurtuldum. gitmez oldum bir daha onun yanına.
diğerleri de çok büyümüstü zaten. ne zaman kendime bir yol açmaya çalışsam diplerine sarılı dikenlerle yırtıyorlardı bacaklarımı. bir sabah yine aklima düştü. gidip bakayım dedim şuna. hiç biri yoktu. o tarladaki günebakanlardan hiç biri!
o da dahil. köylüler hepsini toplamıştı.
onu nasıl söktüler oynattılar yerinden hayret ettim.
öyle inanmıştım ki, bir adım bile kıpırdamayacağına.
herkese sordum: herkese onu görüp görmediklerini.
güldüler bana. bütün günebakanlar aynı yöne bakar dediler. adı üstünde.
gece olunca da aya dönerler yüzlerini.
sen ne sandın?
adı üstünde: ayçiçegi