21 eylül 2012 balyoz davası kararları
Next (2) - Last Page (26)

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

1. kardak'a çıkmış sat komandosu albay ali türkşen, belgeyi kaydettiği öne sürülen gün ve saatte trt'de canlı yayındaydı. türkşen mahkemede, "ispatı burada. beni bilgisayarda belge kaydetmekle suçladığınız saatte, ben denizin altında dalıştayım, trt çekmiş. denizin altında, hangi belgeyi kaydedebilirim?" dedi. bir buçuk yıldır tutuklu.
2. 2003'te tcg alanya gemisine bir görevlendirme yapıldığı söyleniyor. o tarihte gemi henüz inşa edilmemiş. inşa tarihi 2005.
3. "darbe planında", el konulacak ilaç şirketlerinin listesi var. listede adı geçen "yeni recordati" adlı firma, 2009'da bu adı aldı.
4. jandarma planlarının içinde belirtilen bazı sokak adları, 2003'te o isimleri taşımıyor. o isimler, 2004, 2005 ve 2006'da sokaklara verildi.
5. cd'lerdeki word belgeleri 2003 tarihli. ama belgelerde kullanılan "calibri" ve "cambria" gibi yazı fontları microsoft tarafından ofis 2007 için geliştirildi.
6. aksaz'daki toplantı tutanaklarında katılımcı olarak adı geçen subayların biri o tarihte hayfa'da, diğeri gemlik'te, bir diğeri izmir'de.
7. belgelerin içinde, jandarma personelinin kriptolu cep telefonu kullandığı belirtiliyor. oysa o telefonların jandarmada kullanılmaya başlama tarihi 2008.
8. "balyoz planı"nda, "dost bir unsur" olarak türkiye gençlik birliği'nden (tgb) söz ediliyor. tgb'nin kuruluş tarihi 19 mayıs 2006 olduğunu görüyorsunuz.
9. eskişehir'de bulunan flash diskte yine 2003 tarihli bir belge var. o belgede de bir kanun metnine atıf bulunuyor. ancak o metinde, kanunun 2003 tarihli hali değil, 2005'te yapılmış hali (değişiklik kanununun tarihi ve numarasıyla) bulunuyor.
10. 11. ve 17. cd'lerin üzerinde süha tanyeri'ye ait olduğu iddia edilen el yazıları var. o harflerin tanyeri'nin el yazısı ajandasından birebir kopyalandığını ifade eden abd'den ve türkiye'den iki ayrı rapor alındı.
11. donanma komutanlığı'nda ele geçirilen hard diskte bir makbuz var. makbuzun bilgisayara taranma tarihi 2003 olarak görünüyor. ancak makbuz, 2008'e ait bireysel emeklilik ödeme dekontu.
12. istanbul'daki üç hastaneye ilişkin isim karışıklıkları var. oysa o hastaneler o isimleri 2005'ten sonra alıyor. kaynak

gibi daha onlarca çelişkiye, "üretilmiş" delillere rağmen verilecek kararlardır.

hukuka ve adalete inancımı çoktan kaybettim, buradan çıkacak sonuç da beni şaşırtmayacaktır. dahası, iki satır okumaktan ve anlamaktan aciz insanların ellerine aldıkları çamuru oraya buraya sıvayarak, atarak kendilerini tatmin etme çabasına da şaşıracak değilim. kimin kağnısı gıcıldarsa ona binen bu asalak güruh, sanki olan bitenden kendilerine bir pay biçen varmış gibi akıllarınca pespaye bir şekilde yaranma çabası içindeler. temsil ettiğinizi zannettiğiniz adamların umrunda bile değilsiniz. fanatizmden gözü dönmüş, kolay manipüle edilebilen, iki sözle gaza gelip, iki satır okumaktan aciz, neyin ne olduğunun farkında olmayan, bundan zerre kadar da rahatsızlık duymayan bir güruhu kim ne etsin, kim ne yapsın?

gerçek yaşama hoşgeldiniz. sizi bekleyen son gazla ilerlediğiniz duvardan başka birşey değil. çarpacağınızı, tuzla buz olacağınızı anlayacağınıza zerre kadar inansam "durun, yavaşlayın" derdim, olmadı önünüze geçerdim ama bu zihniyetteki bir kafa göremediklerini gören adam kör olsun diye gözlerine mil çeker, söyleyemediklerini söyleyen adam kendi gibi sessiz kalsın diye dilini keser, kendi kafasını zerre kadar kullanmadığı ve hep aldatıldığı, hep aldandığını hissettirmesin diye gider kafa keser.

herşeyden umut vardır, bir sizden yoktur. sizleri gördükçe aklıma gelen yegane şey bu: http://www.youtube.com/watch?v=j8a0uuyuid8
4 favorites - -
kenan evren'in,

tayyip erdoğan ve bülent arınç ile açılışlara katıldığı,

abdullah gül tarafından çankaya köşkü'nde sık sık misafir edilerek fikir danışıldığı bir memlekette alınmış kararlar olması ironinin dibine vurmak değil de nedir?!
0 favorites - -
bu davadan yargılanan subayların darbe yapmaya çalıştığına inanan minik beyinlilere birkaç sorum olacak:

-subaylar tarafında yazıldığı iddia edilen 2003 tarihli belgelerde kullanılan programlar, keza yazı tipleri 2007 yılı çıkışlı. eğer bu belgeler gerçekten 2003 tarihliyse nasıl oluyor bu olay bana bunu mantık çerçevesinde bir anlatın.

-suçlama yapılan belgelerin bir tanesini bile altında imzayı geçtim, kalem izi bile yok. askeriyeyle alakası olsun olmasın herkes bilir ki askeriyede her belge ama her belge imzalanır. bu ne demektir?

-2003 yılında oluşturulduğu iddia edilen çoğu belgede ilaç firmaları/futbol takımları/dernek ve vakıfların isimleri 2006dan sonraki değişmiş haliyle bulunuyor (bkz: medicalpark antalyaspor) (bkz: türkiye gençlik birliği) vs. bu subaylar geleceği mi görmekte?

-yakından bildiğim bir belgede adı geçen bir kişi, sahip olduğu adı mahkeme kararıyla 2009 yılında alıyor. mesela, belgede ali veli isimli bir adam olsun. bir bakıyoruz ki adamın adı 2009dan önce murat sefa, 2009da mahkemeye başvurarak adını ali veli yaptırmış. bak sen, bu subaylar nasıl insanlar ki 6 yıl sonrasını öngörüp o belgeye onu yazmışlar. çok acayip.

son soru: mahkeme heyeti, nasıl olabildi de bütün sanıkların son savunmalarını tam olarak dinlemeden karar aşamasına geçebildi? hatırlarsınız, 20 eylül 2012 perşembe günü bir anda kapanıverdiler kararı açıklayacağız diye, sonra, 21 eylül 2012 cuma günü saat 14:00'da salona geldiklerinde son 3 sanığın son sözlerini alıp bir daha girdiler karar vermeye. bu ne demek? kararlar önceden verilmişti demek.

kimse kusura bakmasın ama, bu subayların darbeye teşebbüs ettiğini düşünmek için hem allah korkunuzun olmaması gerekir, hem de aptal olmanız gerekir. bu kadar açık ve net söylüyorum.

1500ün üzerinde suçlama şüpheye yer bırakmadan resmi belgelerle çürütülmüşken, 22 tane tarafsız bilirkişi raporu "bu belgeler sahte, hepsi 2006 ve sonrasında hazırlanmış, bu belgelerle kimseyi suçlayamazsınız" demişken, tutup da sanıkların %90'ına, rütbe, görev, işlediği suç tipi vs. vs. ye bakmadan aynı cezayı verirseniz, tek bir amacınız vardır; o da orduyu tasfiye etmek.

koskocaman ansiklopedi gibi iddianamede 50 sayfa boyunca suçlaması olan adam da 16 yıl yedi, 2 satırda adı geçen adam da.

yaşasın bağımsız(!) türk hukuku! yaşasın türk demokrasisi (!)

ekleme: 22 bilirkişi raporu, 1500 resmi belgelerle çürütülen deliller dedim ya hani, sanıkların lehine olan hiçbir belgenin dava dosyasına konmadığını, hakimler tarafından bir kenara atılıp bırakıldığını belirtmek isterim. hadi gelin de buna hak, hukuk, adalet deyin şimdi içiniz el veriyorsa!
1 favorites - -
açıklanacak karar ne olursa olsun, deniz aşırı unsurların güdümünde açılmış olan davalarda kaybeden türkiye'dir. bu dava da onlardan birisidir.

balyoz adı kullanılan davanın tek tutuklu sivil sanığı olan havelsan genel müdürü ömer faruk yarman ile tutukevinden mektup yoluyla yapılan bir röportajdan kimi bölümleri alıntılıyorum.

********

"başlarken benim ne öğrencilik ne kariyer ne de profesyonel hayatımın odak noktasında siyasetin durduğunu hiç akıldan çıkarmamak gerekir... galatasaray lisesi’ni -zevkle- fen kolunda bitirdikten sonra istanbul teknik üniversitesi’nde elektronik okudum… fiziğe olan merakım ağır basınca yüksek lisans için gittiğim boston'da, mit’den önce nükleer mühendislikten "science master", sonra da nükleer reaktör fiziğinde doktora yaptım… fizik ve mühendislik alanındaki fanatizmimin mahcubiyetiyle teknoloji değerlendirmesi, makroekonomi, uluslararası ilişkiler gibi dersler de aldım; ama hep "lillahına kadar" bir teknokrat olmaktan onur duydum. meslek aşkı işte!

doktoram başlarken amerika’da three miles island nükleer kazası, bittikten sonra da çernobil faciası yaşandı… kendi kendime "nükleer mühendislik buraya kadar! şimdi elektroniğe geri döneyim." dedim... türkiye’ye döndüm; anadolu üniversitesi elektrik fakültesi'nde yardımcı doçent oldum. keyifliydi... eh araştırma, geliştirme ve yayın yapacağız; ama türkiye’den ve dünya standartlarında. iki seçeneğim vardı: tıbbi elektronik, askeri elektronik… tıp fakültesinden arkadaşlarla bir grup kurduk... bir yanda, öte yanda eskişehir. hava ikmal ve bakım merkezi'nde havacı mühendis subaylar ile uçak avionik projeleri... türkiye’de can kıymeti yoktu ya, ikinci grup aldı başını gitti. askeri alanda öğrencilerimizle hızla "yapılmazları yapmaya başladık". savaş uçağı karmaşıktı... dokunulmaz! üstüne elektronik cihazlar takmak -hem de amerikalılardan habersiz- olacak şey değildi! biz yaptık; efsaneyi yıkmış olduk.

------

göreve başlama (havelsan) tarihim 5 mart 2003! "balyoz" davasına konu olan plan semineri’nin yapıldığı günlerde! benim işim başından aşkın. yaşım 50: profesyonel kariyerimin jübilesi olacaktı havelsan. hedef koydum: 10 yıl içinde 1 milyar ciro… avrupa’nın ilk beş bilişim şirketinden biri olmak ve emeklilik! çalışacağım ekip zaten üniversite çevresinden belliydi!

"delirmiş!" dediler. göremedikleri şu idi: türkiye’de nitelikli iş gücü ucuz, fırsat az; pırıl pırıl mühendisler kapasite-altı çalışıyorlar. ankara’da burnumuzun dibi odtü, hacettepe, bilkent, aü, başkent... türkiye’nin en iyi bilgisayar mühendisliği bölümleri. hocalar, öğrenciler çok iyi! yatırımın kilit taşı insan; bir de önüne en iyi ekranı koyarsan bitti! strateji üç aşamalıydı: büyük askeri bilişim projeleri, sonra sivil bilişim (e-devlet projeleri), sonra ihracat. sekiz yıllık hedefler, harfiyen uydu!

-----

önce odtü teknopark'ta, sonra istanbul pendik tersanesi'nde ve amerika’da şubeler açtık!... milyonlarca satır yazılım ürettik. bu başarıların ticari ödülü; artan milli güvenlik, dışa bağımsızlık boyutu yanında hiç kalır!

-----

türkiye ve yurtdışından teknolojik ve yönetimsel dallarda ödül yağıyordu! maalesef meşhur edildik!

zaten savuma sektöründe güvenlik - siyaset - teknoloji (ve hatta ekonomi) iç içe geçer. bu senfonik bir uyumdur. zor olan, küresel rekabet gücü olan orkestrayı kurmak. lidersiz takım, takımsız lider olmaz.

sanırım, "bilişim devi havelsan" serüvenimiz benim de sonumu hazırladı… soğuk savaş günlerinden beri gizli servislerden sakınırım. afrika, asya’da daha kapalı, daha gergin olurdum. amerika ve avrupa’da daha az! vurulmadık çok şükür; ama kendi vatanımızda tutuklandık! bunu beklemezdim!

-----

neden buraya düştüm? hukuk sistemi içinde suç-suçlama-iddia-ispat-hüküm ekseninde hangi mantıkla balyoz davasına girdim, niye tutuklandım, neden ve nasıl çıkarım bilmiyorum!... ama belli ki tüm tutarsız, hatalı, ilişkisiz dijital sahteci kurgulara rağmen bir koca yıl boyunca hakkımda tahliye kararı verilmemesi, yaşadığım dramın hukuki değil siyasi olduğumu gösteriyor… üstelik bu 'siyasi' boyut, hükümetin siyaseti değil. dostlarım beni yanıltmıyorsa bu tezgah ne onaylanıyor ne de bozulabiliyor.

yine de savaşın bir resmi bir de fiili nedeni olduğu gibi; bu traji-komedyanın hukuki sebebini anlayamadım da fiili sebebi bence belli: lideri uçurup takımı dağıtmak. ben bu yılki (2012) havelsan bütçesini 430 milyon tl satış olarak bıraktım. yandaş basın bağırıyordu: "balyozcu genel müdür, hala görevde!". şubatta ayrıldım. yerime içerden biri atansaydı belki trend sürerdi. değişim isteniyor ki dışarıdan, sisteme yabancı bir bürokrat geldi! iki- üç yıla kalmaz; havelsan’ın akıbeti kuşkularımızı çelecek ya da teyit edecektir! göreceğiz. dört ay sonra, 2012 mali performansı ve 2013 planı gelecek. bir de 5 yıllık stratejik plan bıraktım: hedefler belli… ilk performans değerlendirmesi 4, ikincisi 16 ay sonra ortaya dökülür. eğer haklıysam sadece ben ve havelsan değil, tüm türk savunma sektörü hedeftir. hazır olun! benim de sıram gelir diye görevdeki herkes tedirgin olmuştur.

-----

hegemon küresel düzenin ve ülkemizdeki bekçilerinin tüm engellemelerine rağmen açtığımız yoldan, peşimden karşılıklı sevgi, saygı ve güven duyduğum binlerce (evet binlerce öğrenci; meslektaşım, paydaşım) genç türk mühendisi yürüyor. ne mutlu bana! doktoradan sonra tatlı bir amerikan rüyası için gurbette kalıp buraya dönmesem, dönüp de işin kolayına kaçsam, ya da yolun başında mimlenseydim ne kadar acı olurmuş... ama şimdi artık hayatımın başarılı bir serüvenle dolmuş olduğunu -özel yetkili ya da yetkisiz- kimse değiştiremez. yıkılmam için çok geç: ayakta öleceğim!

-----

tek hayıflanmam, değerler ve ideallerimizin yolunda adanmış meslek yaşamımın savunmasız yavrularımı, sevdiklerimi-sevenlerimi, öğrenci, meslektaş ve partönerlerimi derinden yaralamış olması. daha fazla üzülmesinler! yaşadığımız, nedenimiz dışındaki kirli dünyanın bizim mikro-kozmosumuzda kurguladığı bir kahpelikten ibaret. büyütmeyelim. ben çoktan bu kadarını sineye çektim bile; yüreğim müsterih, başım dimdik. baştan beri basına mektuplar göndermediğim bundandır. unutmayın, hayat çok uzun. tarih daha da uzun!"

röportajın tümü için;
`http://www.odatv.com/…nel-muduru-konustu-2109121200`

********

havelsan, bilim ve teknoloji üreten en önemli kurumlarımızdan birisi(ydi). neden hedef alındığını, her gün milliyetçilik naraları atan yöneticiler açıklamalı.

ulusçuluk=milliyetçilik

ne demişti düş işleri bakanı? ulusçuluk tartışılsın! kendilerine oy veren %50, ulusçuluk dendiğinde anlamını bilmediğinden dolayı error vereceğinden ve "tapındıklarımız ne derse doğru der" anlayışından ötürü özellikle ulusçuluk deniyor. cesaretin varsa desene "milliyetçilik tartışılsın".
0 favorites - -
an itibari ile heyecandan kalbimi zorlamaya başlamış kararlardır. annem de silivri'de sözlük, bana bakacak kimsem yok.

dularanızı esirgemeyin ey suserlar!

(bkz: #30275030)
1 favorites - -
recep tayyip erdoğan'ın dileği kabul olmuştur (!)
tl'nin simgesini belirleyen, gece 12 de şampiyon takımın kupasının verilmesini emreden, rektöre bi telefon çakıp bira festivalini iptal ettiren başbakan, dünya'yı kendi etrafında döndürmeyi başarmıştır.
ne demişti recep tayyip erdoğan;
yargıya talimatı verdik bdp için gerekeni yapıyor.

zaten talimat vermese bile ağır baskıcı bir yönetim şeklinden bahsetmemek olmaz. böyle baskıcı bir yönetimle, illa ki otoriteye itaat kendiliğinden gelecektir.
hatta en belirgin örneğini göstereyim:
başbakanımıza dokunmak bile inanın bence ibadettir.

bunu milgram deneyi ile açıklıyorlar. özetle bir olaya karşı olan tutumunuz, kötü olduğunu bilmenize rağmen otoriteye itaat etmek adına iyiymiş gibi davranmanız.

enron skandalını bilenler vardır. şirketin değerlerini kağıt üstünde yüksek göstererek yatırımcıyı kandırmak. üstelik bunu en üst mertebedeki adamların emrinde olanlar bile durumun kötü olduğunu bilmesine rağmen otoriteye olan bağlılıklarından ötürü (iş kaybetme endişesi) yatırımcıyı bilerek kandırdılar.
şirketin duraklama dönemindei enron un; kaliforniyada elektriklerin bakım nedeniyle kesmesi ayağına elektrik fiyatlarını tavan yaptırması, kaliforniya'nın bütçe açığı vermesi ve akabinde oyuncu arnold schwarzenegger'in, bush un da desteği ile nasıl da oraya rahatlıkla vali olarak atandığını da görmek mümkün.
sorgulama bittikten 2 ay sonra enron ceosu kennet lay 64 yaşında iken, 2006 da kalp krizinden ölüyor.
diğer önemli şahıs jeff skilling ise 24 yıl cezaya mahkum oluyor. 45 milyon dolar tazminata da.

neyse davaya gelecek olursak, zaten hakimlerimiz, başbakanın isteği dışında karar vermeleri namümkün görünüyor. medyaya bile bu denli baskı yapan koltuğun başındaki ismin; (rte: diyorlar ki başbakan medyaya çok saldırıyor. ne yapacaktım, okşayacak mıydım? ) isteği doğrultusunda mahkemelerden karar çıkması hiç de şaşırtmaz.
medyaya baskı yapmasının nedeni de halk görmesin duymasın bilmesin, kısaca yalan dünyamızda yaşayalım olayı. doğuda terör zirve yapsın, batıda eğlencenin dibine vurulsun falan.
(bkz: yalan dünya dizisinin türkiye ile özdeşleşmesi)
zaten adamlar bile diyor:
(bkz: ifade özgürlüğünün zirvede olduğu bir dönemdeyiz)
(bkz: kürt sorununu çözdük)

yani iyi bir görünüm varmış imajı çiziliyor. neyse biraz soluklanıp hitler dönemindeki nürnberg mahkemelerinde geçen soruşturmalara bakalım:
senaryoda fırıncı yamağı olan petersen 1914'te doğar. anne ve babası komünist partiye üyedir. hitler iktidara gelmeden önce birkaç ss subayı, petersen ın evine baskın yaparlar. petersen ve kardeşi subayları dövüp polise teslim etmesine rağmen polisler hiçbir işlem yapmaz. çünkü genel seçim zamanıdır.
1933'te nasyonal sosyalist parti iktidara geldikten sonra petersen çiftlikte iş bulur ve kamyon sürmesi için ehliyet alması gerekir. görevli memur, petersen'a adolf hitler ve goebbels'in ne zaman doğduğunu sorar. petersen bilmediğini söyler. 10 gün sonra size döneceğiz cevabı alır ve oradan uzaklaşır.

burada ne var diyebilirsiniz burada şu var:
"taraf olmayan bertaraf olur." rte aforizması. 2010 anayasa referandumlarından önce
"tüsiad bu anayasayı beğenmiyorsa çıksın açıkça hayır desin, gerekçelerini de söylesin. diyemiyorsa da çıksın açıkça ‘ben bu değişikliği destekliyorum’ desin. taraf olmayan bertaraf olur çünkü.”
ama şimdi ise ölen insanlara ne oldu neden oldu diye tüsiad merak edince, herkes kendi işine baksın diyerek posta konuluyor tüsiad'a.
sanırım müsiad'ı oyuna çağırmak gerek...

bundan yaklaşık 1 sene önce arkadaşımın iş bulmak için devlet kurumuna gittiğinde kendisine sorulan soru şuydu:
"bulunduğunuz ilin akp ilçe başkanı kimdir?"

velhasılkelam, hitlerin ideolojisi ari ırk gereği petersen a kısırlaştırılacağı mektubu ulaşır ve bunun mecbur olduğu da not olarak iliştirilir.
kararı veren, yargıç hofstetter, belgenin altındaki isim ise adalet bakanı ernst janning.

görüldüğü üzere burada hukuktan bahsetmek mümkün değil. otoriteye itaat söz konusu. şunu da belirtmek gerek. 1934'te alman vatandaşlarına şu yemini ettirmek zorunlu kılınıyor:
"alman yönetimi ve halkının lideri adolf hitler'e ve kanunlarına itaat edeceğime, görevlerimi aksatmadan yerine getireceğime yemin ederim. tanrı yardımcım olsun."
bırak psikolojik olayı artık itaatin şekli yeminle kuruluyor.

senaryonun kalanında ise yahudilerin katledilmesini haklı olarak değerlendiren almanlar var..

ha bir de; davanın teknik ayrıntılarını-çelişkilerini bilmeden, oh olsun iyi olsun diyenler:
parasız eğitim pankartı açıp, "kalite belgeli ve doğal biber gazı" yedikten sonra, terör örgütüne yataklıktan içeri atılırsanız, adaleti ağlarken aramayın sonra.
meselenin özü hukukun çarpıtılması- işlevliğini yitirmesi.

çok eski yıllarda krallıkla idare edilen bir ülke varmış. ama, bu ülkede, hukuk ve hâkimler de varmış.
törelere göre, bir vatandaş öldüğünde, şehir merkezindeki dev çan bir defa çalınırmış.
uzun uzun da yankılanırmış.
asillerden birisi ölürse çan iki defa, kral ailesinden biri ölürse üç defa çalınırmış.
ya kral?..
o öldüğünde, çan dört defa çalınırmış.
gel zaman git zaman..
şehirde bir olay olmuş. iş mahkemeye düşmüş..
sanık diye hâkim huzuruna çıkarılan kişinin masumiyetine herkes inanıyor, davaya formalite diye bakılıyormuş..
halk, beraat beklerken, sanık para cezasına mahkûm olmuş..
mahkeme bitmiş. dinleyiciler dağılmış.
kafalarında bir kaygıyla!..
kısa bir süre sonra dev çanın sesi duyulmuş...
acaba kim öldü?..
çan bir daha çalmış.. acaba hangi kont öldü?..
şehir, çan sesi ile bir daha inlemiş...
hımmmmm... kral ailesinden biri gitti.
acaba kim?..
çan bir defa daha çalmış..
herkeste bir feryat.. "eyvah!.. kralımız öldü!.."
ancak, tarihte görülüp işitilmemiş bir şekilde çan beşinci defa da çalmış, yeri göğü inleterek.. sesler kesilmiş şehirde, nutuklar tutulmuş..
insanlar "beşinci çan sesi"nin ne anlama geldiğini öğrenmek için çana koşmuşlar deliler gibi. bir de bakmışlar ki çanı, haksız yere mahkûm edilen adam çalıyor.
sormuşlar. "-ne demek beş defa çan çalmak?..
kraldan daha büyük, kim öldü?..."
"adalet" demiş adam.. "adalet öldü!."

yargıya talimat verdik diyen bir başbakanın olduğu ülkede; adalet kadın ismi, kanun ise çalgı olarak yaşar sadece.
0 favorites - -
behzat amirim ne güzel de demişti, "artık onların hukuku var" diye. işte bu kararlar o cümlenin altını çizmek içindir.
0 favorites - -
12 eylül ve 28 şubat'ın ürünü olan çapsız kadroların bugün iktidarda olduğunu göremeyen malların 3 gramlık beyinleriyle bize "darbecüler hag ettüğünü buldü" edebiyatı yaptığı kararlardır.

(bkz: darbeye eksik teşebbüs/#30293434)
0 favorites - -
darbe deyince ödü bokuna karışan kitlenin bu fobiyi kullanarak gaza getirildiği, hakkında 1000'den fazla sahte delil bulunan, bu sahte delillerin hepsinin incelenmesi isteğinin mahkeme heyeti tarafından reddedildiği, sadece baştaki hükümetin sıçıp sıvayışlarını gizlemek için dalga dalga yapılan operasyonlarla hükümetin karşısında duran(ya da ileride durabilecek) kişilerin gözaltına alındığı-tutklandığı bir davanın kararlarıdır.

bu konuda tek söyleyebileceğim utanıyorum. sergilenen bu tiyatroda yer alan, yapımda emeği geçen, "kahrolsun darbeciler" diyerek bu oyunu alkışlayan herkes adına utanıyorum.
0 favorites - -
balyoz davası, kck davası, oda tv davası vb. tüm cemaat maymunu olmuş davalarının kararları gibi, karar ne olursa olsun adaletle, hukukla alakası olmayacaktır.

rte'nin ben yargıya talimat verdim açıklamaları malum, komutanlar içeride olmamalı açıklaması da keza, zaten şura bitti, içeride tutulmamalarına da karar verilebilir, ki gerek yok artık, verilmek istenen mesaj onlar üzerinden verildi.
bunca sahte delilin (en basidi 2003-2007 font olayı ki iki üç cemaatçiye bu sorulduğundaki kıvırmalarını izlemek olaylar bunca acıklı olmasa çok da keyifli olabilirdi) ispatlı olduğu bir davada bile sırf mağdurları askeriye mensubu diye görmezden gelen göya demokrat gazetecilerin ne bok olduğunu da göstermiştir bu dava, üzerine yapılacak ucuz yorumlarla da ortam daha da iğrençleşecektir.

siz onların uğradığı haksızlığa ordu mensubu oldukları için oh olsun deyin, diğerleri siz kürtsünüz diye sizin uğradığınız haksızlığa oh olsun desin.. sonra bu memleket niye böyle.. sizin adalet, onur, vicdan hiçbir şeyiniz yok ondan böyle.

bu arada vesileyle insanların kalp krizi geçirmesinden bile zevk alan garip yaratıkları da sözlük sayesinde göstermiştir bu kararlar.
ne pis insanlarmışsınız be. umarım bu entryler de fikir önderi sandığınız zeka özürlülerin gazete yazıları gibi geleceğe kalır da, sizlerin ne mal olduğunuzu da tarih yazıldıktan sonra okuyup da suratınıza tükürmeye değer olmadığınızı idrak edebilen nesiller çıkar.
sizlerin genlerinizden çıkamayacak onlar da ne yazık ki..
0 favorites - -
Next (2) - Last Page (26)