-ocak için bir tüpü bir sene kullanıyorum.
-yarım paket makarnayı iki gün yiyorum.
-kavun karpuz alamıyorum.
-karşılıklı, kırk yıl hatır sayacağımız, kahve içemiyorum.
-tv izlemek zevk vermiyor, ailenle reklam izlemek bile başkayken.
-oturma odasını kullanmıyorum, tek başına insan sadece yatıyor çünkü.
-evdeki her şey o kadar kişisel ki misafir gelince anksiyetem tutuyor, sanırsın nazi kampı insanlara zulüm ediyorum hissi içimi kemiriyor ama elimden de bir şey gelmiyor.
- ohooo daha neler
edit: burada anlatılmak istenen yalnız yaşamanın yalnızlık seviyesidir.
zamanında bile isteye yalnız kalmayı tercih etmiş bir yazar kardeşiniz olarak şuan bu durumu sorgulamıyor değilim. zamanla en yakınım dediğim arkadaşlarımı bile meğerse kendimden uzaklaştırmışım ve bunun farkına yeni yeni varıyorum. demem o ki en dib seviyede yalnızım bu aralar :d. buradan küçük kardeşlerime seslenmek istiyorum siz siz olun elde avuçta bir iki kişi bırakın çünkü bu yalnızlığa alışıyorsunuz ve zamanla insanlara karşı olan toleransınız da azalıyor.
kıdemli yalnız. öyle “manitadan ayrıldım çok yalnızım, kimse beni anlamıyo ühühü” yalnızlığı değil. hakiki maraş dondurması gibi hakiki yalnızlık. esnaftan yok yanıtını aldığında verdiğin “hiç mi yok” sorusuna “hiç yok” diyen esnafım ben.
bir şey sipariş etmediğim halde kapım çalınırsa korkuyorum hafiften.
çöp dökmek için bile dışarı çıkmayı istememek.
"aşağı mahallede yok yere tekmelenen köpek, yukarı mahallede onu sevmek isteyenlerden kaçar ya hani.."
kurduğum cümlelerdeki vurguları ayarlayamıyorum konuşmamaktan.
hastanede yatmasını gerektirecek bir durumu kalmadığı halde, (covid dönemi olmasına rağmen) sürekli sanal şikayetler uydurarak yatışının devam etmesini isteyen orta yaşın üstünde bir amca vardı. üstelik özel odada kaldığı için yüksek bir meblağ da ödüyordu. (muhtemelen özel odayı da 'belki hemen taburcu etmezler' mantığıyla tercih etmiş, çünkü normal odalar hemen doluyor ama özel odalar parasından dolayı boş kalabiliyordu.)
en sonunda hocamız, kesin bir dille, taburcu olması gerektiğini, yoksa hastane enfeksiyonu kapabileceğini söylemişti ki o durum da adamın pek umrunda değildi. belki de zaten hasta olup yatmaya devam etmek istiyordu.
ona bakabilecek kimse olmadığından da değil, adam zaten çok yaşlı veya düşkün değildi, yani kişisel ihtiyaçlarını karşılayabilir, hatta isterse kendisine bir yardımcı da tutabilirdi. maddi gücü vardı.
öğrendik ki, covid sürecinde anne, babasını, kayınvalide ve kayınpederini kaybetmiş; yakın zamanda da eşini toprağa verince iyice psikolojisi bozulmuş. çocukları var mıydı hatırlamıyorum. belki yoktu, varsa bile uzaktalardı. veya eşini kaybedince hiçbir şey onu teselli edemeyecek hâle gelmişti.
hocanın olmadığı bir zaman amcanın yanına gittiğimde ve onu ikna edemediğimi fark edince, ona farklı alternatifler sunmaya çalıştım. adam evine gitmek istemiyordu.
hotel odaları çok sessiz, dedi bana. burada hemşireler gelip gidiyor, diğer hastalarla konuşuyorum dedi.
'nolur beni taburcu etmeyin, ben parasını öderim' diye yalvaran amcayı gördüğümden beri, yalnızlık tanımı bende çok değişti.
anladım ki ben hiçbir zaman yalnız olmamışım.
o günden beri yalnızlık edebiyatı yapmaktan da, yalnızlığımı derecelendirmekten de utanırım.
gün sonu; şarjım hala yüzde 92.
yalnızlıktan sıkıldığımdan dem vurup, çaya kahveye dışarı çağıran kişileri, türlü bahaneler bulup reddediyorum. sonra tek başıma yürüyüşe çıkıyorum, bir yerlerde oturup bir şeyler içiyorum.