debe editi: si vis pacem para bellum.
odtü sosyoloji mezunu olduktan sonra aynı üniversitede öğretim üyesi olarak dersler vermeye başladı. fransız, alman, italyan ve rus öğrencilerden sorularını kendi dillerinde sormalarını ister ve o dillerle cevap verirdi.
saçı başı dağınıktı. yakın dostları uyarmasa günlerce duş almazdı. kıyafet alırken beden numarasına bakmazdı. aynı kazağı yıllarca giydi. pantolonu kendine daima bol gelirdi. sokaklarda yaşayan şarapçılardan hiç farkı yoktu. bu dünyaya ait hiçbir şeye önem vermedi.
konuşurken doğuştan kör birinin sokakta yürümesi gibi sendeleyerek seçerdi kelimelerini, önce bir kelime atardı ortaya ve satranç oynarken elli hamle sonrasını düşünen yapay zekâ gibi cümlelerin nereye gideceğini düşünür gülümserdi belli belirsiz.. bazen devam etmezdi kelimeden sonra gelen kombinasyon dizisine nedense...bazen de etin kokusunu alan tazı gibi dolu dizgin koşardı kromatik deleuze monologlarında...
gözlüğün bir camı düştüğünde " yahu camın düştü değiştirsene " dediklerinde " o benim sağlam gözüm niye değiştireyim ki derdi ve yıllarca gözlüğünü hiç değiştirmedi ve yıllarca tek gözlü camla yaşadı.
derslerini ciddiyetle dinleyen öğrencilerinin dikkati ulus hoca kırık yerden gözünü ovuşturunca bozulurdu. sonraki günlerde gözlüğü düştü ve kırıldı. yenisini almadı ve selobantla tutturdu.yamuk gözlükle yaşadı uzun süre.
sinüziti vardı, yağmurlu havaları sevmezdi. "bugün soğuk bu kötü" derdi. heyecanlı ve sevecendi ama biraz daha bakarsanız gözlerine kırılgan bir cam vazo görürdünüz gözlerinde..iki siyam kedisi vardı. ikisinin ismine de psinoza koydu.
sakin ve mütevaziydi. yemek yemeyi unuturdu ve hatırlatılınca yerdi. kahve bardağını elinden hiç düşürmedi. vodka ve samsun 216 çok severdi ve ikisini bir arada tüketmeye bayılırdı. bir ders boyunca bir sigara paketini bitirirdi. kahvaltıda ekseriyetle bira içerdi.
konuşmaya başladığında profesörler bile susardı. psikanalizin epistemolojik mantıksal açmazlarını onun kadar kimse betimleyemezdi. pantalon kemeri yerine ip takardı. kütüphanede uzun saatler vakit geçirirdi bazen uyuyakalırdı.
annesi kıbrıslı şair pembe marmara'yı seksenlerde kanserden kaybetti.annesiyle olan düşüncelerini güneşe çıkarmadan hep kendine saklardı. ruh bilimci babası sedat baker hastası olduğu söylenen evli sevgilisinin eski kocası tarafından otel lokantasında vurularak öldürüldü.
çocukken kıbrıs'ta savaş vardı. evleri tarandı, babası rehin alındı. bütün bunlardan mıdır bilinmez kadehi elinden düşürmezdi.
2007 temmuzunun bulutlu bir yaz sabahında sessizce gömüldü. kendisi gibi sade olan mezarının üstüne; vodka şişeleri, şiirler, samsun 216 paketleri, albüm kapakları, kitaplar bırakıldı.
hüzün geriye kalandır biraz blues dinleyin benim için " derdi.
şimdi dinliyorum.. dinlerken bir kere daha seviyorum. çünkü "ben birini ya da bir şeyi severken, onun sevmiş olduğunu bildiğim şeyi de seveceğim, onun sevdiği şeyi de seveceğim.."