sadece doğululukla ve cehaletle açıklayabildiğim bir gerçek. gelir seviyesi çok daha yüksek olan medeni ülkelerde insanlar montlarını bile ikinci el alıp giymekten gocunmazken bizde kullanılmış eşyaya burun kıvrılır, yoksulluk belirtisi olarak görülür. çünkü bir eşyayı yeni almak ve para harcadığını belli etmek güç göstergesidir.
dünya karbon ayak izi, geri dönüşüm, diy gibi meselelere kafa yorarken biz gider bir boka benzemeyen iğrenç koltuklara, kıyafetlere, hatta evlere sırf yeni oldukları için üç katı para verir, sonra hayat çok pahalı diye ağlarız. araştırma, sorgulama, mukayese etme gibi yetiler de olmayınca tabii... ülkede araba ve telefon haricinde neredeyse hiçbir şeyin ikinci el piyasası yok. garaj satışı kavramı yok. ikinci el eşya dükkanı kültürü yok. hatta zamanında bu dükkanlara "bit pazarı" adını verip hor görmüş, aşağılamışız.
bu topraklarda "bir şeyin ilk sahibi olma" kıroluğu ve bencilliği hayatın her alanında baskın gelen tek gaye. şimdi konu dallanıp budaklansın istemiyorum ama ne kastettiğimi anlamışsınızdır. yozluk her yere işlemiş. bu sosyal ilişkileri yürütürken de böyle, koca bir ömrü ev ve araba alma peşinde çürütürken de, iktidar olmayı ölümsüz olmak zennederken de, kıçı kırık bir kanepe alırken de. değişen bir şey yok aslında.
halbuki mesele mikro ölçekte çok basit değil mi? biz bu gezegende yaşayan ve alet kullanabilen canlılarız altı üstü. birkaç on yıl yaşayıp ölüp gidiyoruz. bu aletlerin faturasında adımızın yazıp yazmaması tam olarak neyi değiştiriyor? hadi aletleri biz yapsak bir nebze anlarım, arada emek bağı var derim ama onu da yapmıyoruz. metanın kendisine de yabancıyız. uzun vadede düşündüğümüzde hiçbir zaman bizim de olmuyorlar. e ozaman deli miyiz lan biz? bu neyin sevdası?