kahve tadının; kahvenin cinsine, yapanın beceresine, kahve çekirdeğinin tazeliğine
*, suyun sıcaklığını ayarlayabilme bilgisine bağlı olarak değiştiğini bilip de bilmek istemeyenlerin yerden yere vurduğu sıvıdır.
starbucksın bold filtre kahveleri güzeldir
* *. kokusu ve harmanıyla evde, okulda, masa başında zevkle içilir. adamlar iki kere kavurup bayat kahveleri satar belki ama isteyen 10 lira bayılır zevkle mekanda içer, isteyen evinde demleyip zıkkımlanır kahvesini.
en başından belirteyim:
starbucks ve
tchibo ile olan münasebetim arada bir filtre kahve paketi almamla sınırlıdır.
peet's coffee & tea var sanki türkiye mimiko. her köşe başında 7-8 farklı çekirdekten kahve yapan dükkanlar var sanki. herkes kahve gurmesi, herkes tüketirken itin götüne sokup sokup çıkarıyor.
sonuç?
gene tüketiyor, gene gene.
ülkemizde bu tarz kahve markalarının sayısı yavaş yavaş artıyor ama kalite hala yüksek değil. durum bu.
timothy's cafe,
kahve dünyası,
gloria jean's coffees hala fersah fersah bu denizkızı logolu amerikan firmasının gerisindeler. hem kalite hem de tat olarak.
hal böyleyken, özellikle sözlükte, "çok iyi değil yeaaa köpek çişi gibi" deyip starbucks tüketmeye devam eden bir kesim var. beni en çok şaşırtan da onlar. adamların ürünleri ortada, bahçeden toplayıp önünde kavurup, öğütüp hazırlamıyorlar kahveni. en iyi kahveciyiz diye bir iddiaları da yok.
kronotrop ve diğer ufak özel kahve dükkanları gibi iyi kalitede taze kahve çekirdeği de kullanmıyorlar.
hayır, 10-15 yıl önce sadece "nescafee gold alabilir miyim, bir de süt tozu" tayfası vardı, ben mi birkaç kuşak atladım? farkında olmadan bir şeyler mi kaçırdım? türk kahvesinin baskın olduğu ve iyi ki de olduğu bir nesiliz biz, hatırlayalım. filtre kahve kağıdı satan bahittin bakkallar yoktu bizim sokakta. sizi bilemem ama bizde yoktu yani.
amerikanın sağlam reklam enjeksiyonu sayesinde starbucksın dünya çapında iyi kurulmuş bir marka sistemi var. markanın arkasına saklanıp statü gösterisi yapmak da, markanın saçma sapan temelsiz eleştirilerini yapıp dikkat çekmeye çalışmak da gene bu sistemin neslimize aşıladığı bir başka güzel "özellik". iyi para verdim, iyi hizmet beklerim: kapitalizm, kapitalizm, kapitalizm...
bunların neticesinde bu kadar büyük bir zincir ağının her bir noktasında aynı kalitede kahve içme beklentisi var. olması da normal; aynı para karşılığı aynı hizmet bekleniyor. ama maalesef kazın ayağı öyle değil. tıpkı burgerking, mcdonalds, dominos vs vs gibi starbucks da globalleşmekten payını fazlasıyla alıyor.
kahve yerine sıcak sulu bir şey içtiyseniz demek ki oradakiler yapmayı becerememiş. kahve tadı gelmiyorsa -ki zaten genelde pek gelmez, kahveler çok taze olmaz. kahve denen şey çok çabuk oksitlenir ve tadı değişir. en iyi muhafaza da bile tazeliğini en fazla 1 ay koruyabilir. zaten şekerli bir şeyler içiyorsanız kahve tadı da beklemeyin lütfen canlar -
ya da ne bileyim, belki kahve miktarını az koydular, belki kaynar su eklediler aceleden, belki o çok bilmiş ukala tipine uyuz oldular özenmediler kahvene. hizmet sektöründe işin arkasını da görmüş biri olarak diyebilirim ki hepimiz insanız ve bazen müşterinin yarattığı havaya bağlı olarak profesyonellik yok olabiliyor. hizmet sektörünün arkası tyler durdenlarla dolu, unutmamamak da fayda var.
mesala yurtdışında içtiğim o ilgisiz bartenderın hazırladığı chai tea latte ne kadar boktansa geçen sene beşevler starbucksda içtiğim o kadar güzeldi. hepsi belirli eğitimi almasına rağmen aynı standartı pek yakalayamıyorlar. her şeye rağmen çok kötüyse de "ya bu köpek çişi gibi olmuş, değiştirilmesini istiyorum" deme hakkınız her zaman var. büyük bir ağ olmalarının tek faydası da bu sanırım; eğer beğenmediğinizi söylerseniz sorgusuz sualsiz ürününüzü değiştiriyorlar.
tchiboda satılan
guatemala medium ile orada çektirdiğiniz guetemala çekirdek kahvelerinin tadı da farklıdır mesala. orada çektirdiğiniz çekirdeklerden daha yanık bir tat gelir ağzınıza. ama kimse bunu pek bilmez.
büyük marka zincirinin en büyük handikabı: standardizasyon.
"bilinen ve pahalı her şeye saldıralım, ne kadar cool olduğumuzu anlasınlar" havası sözlüğün iliklerine kadar işlemiş. mantıklı ya da temelli olması da gerekmiyor yazılanların.
bu başlıkta da okuduklarımın çoğu en azından böyle.
böyle şeyler okuduğumda aklıma hep
olmeca olmeca diye ağlayıp
smirnoff shotlayan o karizmatik üniversiteli çocuk geliyor. sormadım ama bak o da kesin sözlük yazarıdır, buralarda bir yerde starbucksa sövüp, birayı aşağılayıp, viskiyi yüceltmiştir belki. şarabı kız işi olarak görüp, tekilanın adını dağlara yazmıştır alişan stayla. belki 4-5-6-7 shottan sonra bile hala çakı gibi olduğundan falan bahsetmiştir. kim bilir...
geçen sene ankara'nın bilinen bir cafe-pubında servis elemanı olarak çalışıyordum. gene sıradan bir cuma günüydü, insanlar okuldan-işten çıkıp kafa dağıtmak için mekana geliyordu teker teker.
bir grup üniversite öğrencisi geldi akşama doğru, pek güzel oturdular, 3 carlsberg fıçı, tuborg getirdim masalarına.biralar bitince tekila şamatasına geldi iş. gerek kokusu gerekse kendisi ile olan en son münasebetimden sonra tekila siparişi, tekila kokusu, tekila şişesi tek başına bile benim için işkencedir.
garcia etkisi dedikleri buymuş işte.
tepsiyi burnumdan uzakta tutarak ilk shotlarını götürdüm. miden bulanırken gülümsemek de çok zor işmiş. o gün öğrendim. ilk shottan sonra, önce shot bardaklarına çemkirdiler; shot bardağı uzun olur, böyle olur, tekilayı çok koymuşsunuz dudak payı kalmamış bik bik bik
"bizde maalesef böyle kısa" deyip çıktım işin içinde.
merak ediyorsanız söyleyeyim böyle şikayetleriniz olduğunda, çok ciddi bir şey değilse, maalesef dikkate alınmıyorsunuz. üzerinde durulmuyor. ayrıca servis elemanının o yoğunluk arasında bunu müdürüne iletmesi bazen ufak bir gülümseme bazen sessizlikle cevap buluyor. çok ciddi bir sorununuz olduğunda, direkt müdürle değil de işletmeciyle konuşun. ufak bir tavsiye.
neyse ne diyorduk.
sonra yanlarına bir eleman daha geldi bu grubun. (o birinci sınıf çömlükleri yoktu üzerlerinde, merak edip ilk defa içmek için orada değillerdi. bu mesleğin en güzel yanı da bu işte; sürekli gözlem yapıyorsun)
yeni gelen eleman "bir tekila istiyorum" dedi.
peki dedim.
"olmeca gold olsun ama" dedi.
peki dedim.
"sonra müdürünüz bir şişe krem şantiyle masama gelsin" dedi.
p...
yok yok onu demedi, ama dese ona da peki derdim zira o gün labdaki aseton kokusu sayesinde kafam kazan gibiydi.
olmeca goldun en iyi tekila markası olduğundan dem vuran grubun yanından ayrılıp sırıtarak barmenimizin yanına gittim. şişeyi gidip masalarına mı koyar, yoksa gidip başlarına mı atar o gün nasıl bir ruh halindeydi bilmiyordum, laf sokacaktı ama kesin keh keh. bu hikayede ben ona faruk ağabeey diyeceğim.
-faruk abi, masa 34, tekila istiyor. ama olmeca istiyor, gold istiyorlar illa, diğerlerinden değil bak.
*(masaya baktı uzaktan, tipleri süzdü)
+ulan sanki tekilayı ayırt edebilecek bi de gold istiyor diye sövdü kendi çapında.
faruk abi komik adamdır. orta yaşlı, sakin görünüşlü, o apaçi barmenlerden fersah fersah uzak gayet sıradan bir yurdum insanıdır. görmüş geçirmiş derler ya hani, o hesap işte.
+o kadar da değil. oha. onun kokusundan ayırt edebilirler.
-edemezler.
-var mısın iddiasına dedi.
tekilanın o 100 metre öteden bile midemi kaldıran kokusuna güvenerek varım dedim.
+nesine
-bir karton sigarasına.
+peki
(müdürün krem şantili hali geldi lan gene aklıma. nasıl bir bilinçaltım varsa. freud dirilip bebekliğime insin)
shot bardağının kenarını limonla ıslattı. bardağı tuza batırdı. smirnoff votkayı sakince doldurdu içine. yanına da limonunu dilimledi. sırıta sırıta koydu bardağı tepsiye.
+hadi götürbakalım çok bilmiş.
+uyarmak yok bak sakın. izliyorum seni. şeytanlık düşünme.
gülmeme engel olmaya çalışarak masaya doğru yürüdüm. müşteri anlasa bana sövecek, anlamasa ben kendime sövücem. netice bir karton sigara parası boş beleş bir heyecan uğruna gidecek. (amaaaan dedim. anlar ulan, anlar o kadar da eşşek değildir. anlar ya.votka kokusuz tekilaya oranla. anlar ya. hadi tadını geçtim koku bu boru mu)
shot bardağını koydum masaya,
kaliteyi bilen abimiz o "kokusuz" bardağı kafasına dikti ve ardından limonu emmeye başladı. ben içimden küfürler ederek bardağı masadan alırken o aynısından bir tane daha dedi.
.
.
.
hiçbir şey bilmeden biliyor gibi geçindiğinde çok mu şapşal görünüyormuş insanoğlu.
yapmayın canım. yapmayın. her şeyin en iyisini, en güzelini, en kalitelisini bilmiyorsunuz. bazı zevkleriniz var herkes gibi, farkındalığınız biraz daha fazla ya da biraz daha az belki. eleştirip yerden yere vurunca, bir kesim insan "aaaaa bunun tadı çok kötüymüş necdet, artık içmeyelim, 3 aile birleşip apartmana yurtdışından otomat kahve makinası alalım " demediği gibi; "aaa çok güzelmiş bu 75 kuruşluk kahve, ne kadar enayiymişiz" deyip senin ne kadar zeki bir insan olduğundan da bahsetmiyor.
atarken bari tutarlı atın.
** yazar antakya türk kahvesi fanıdır. ki bazen onu bile tuzlu bulmaktadır. bunların dışında kalan tüm; paketlenmiş, fabrika çıkışlı, "iyi görünen" kahve çekirdeklerinden beklentilerini yüksek tutmadan alır, öğütür, içer. bazılarını beğenir, beğendiklerini de içmeye devam eder.