çocukluğumdan sür,
açılan
kuvvet yaralarıma...
oyalarıma...
sıla - kursunsanki bir sahil kasabasında, belki bodrum'da, gunes tenleri yakmıs aksamustu golgeye kacılmıs, tiril tiril bir elbise giyilmiş...
ruzgar pufur pufur eserken yazlık bir evin verandasında keyifle soylenmis bir sarkı gibi degil mi ya?
dinlerken dalga sesi geliyor sanki insanın kulagına.
o pervasız yollara, yıllara donme isteginin; ilk gencligin sahikasındaki siir dolu zamanlara ozlem duymanın notaya dokulmus hali bu sarkı.
guzeller guzeli sıla sacına camgobegi rengi bant takmıs, sarkıda da camgobegi bir deniz var...
tesaduf olamayacak kadar guzel detaylar bunlar.efe bahadir ile aralarındaki o uyum, birbirleriyle sadece bakısarak anlasmaları...yaratım surecinde, kendisiyle aynı ritme sahip ruhlarla karsılasmanın nasıl bir nimet oldugunu gosteriyor resmen.
sozlerden bahsetmeden de gecemeyecegim:
“
kuvvet yaraları” da ne guzel tabirmiş..
ınsan buyurken, kendini hayata karsı korumaya calısırken, karsılastıgı her turlu kuvvet ve siddette aldıgı yaralarmıs gibi sanki bunlar. kendini korumak için kollarını yüzünün önüne kaldırdığında aldığı yaralar.
yaralarıma, oyalarıma... demis sıla.
o yaralar bizi guzel yapan, bizi biz yapan oyalar cunku.
bizi ilmek ilmek dokuyan.
cocuklugumuzdan surersek gecer mi iyilesir mi tum yaralar?
keske her yaramıza surebilsek cocuklugumuzdan biraz...