odin den ivana denisoviça
Previous / Next (3) - Last Page (5)

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

adından da anlaşılacağı üzere kitapta ivan denisoviç isimli mahkumun, sürgün edildiği kampta geçirdiği bir günü anlatılır. -30 derece soğukta sabahtan akşama dek çalışan insanların akşam yemeğinde ellerine geçen bir tas sıcak çorbayı içerken özgürlüklerini de, çektiklerini de unutuşunun hikayesidir. bir parça kuru ekmeği günlerce içine diktiği ceketinde saklayan şuhov'un hikayesidir.

kendi hayatından sıkılmış herkesin arada sıırada, tekrar tekrar okuması gereken bir kitaptır. her okuyuştan sonra yaşamınızın aslında o kadar da kötü olmadığını düşünmeye başlarsınız, ki bu da iyi bir rehabilite edilme yöntemidir.

not: nobel ödülü verilen iki rus yazarın da* ortak yönünün sovyet rejimini eleştirmek olması manidardır.
6 favorites - -
kitabı okumadım da hakkında şöyle bir inceleme vardı radikal'de: http://www.radikal.com.tr/…11.04.2011&categoryid=40

- alıntı -

"bütün hapishanelerde olduğu gibi burada da ilk amaç, mâhkumların kişiliklerini yitirmelerini sağlamak. bunun için, isim yerine rakam kullanılıyor; örneğin ivan denisoviç, ş-854 olarak biliniyor ... kişiye özgü giysi de kampta aynı nedenden dolayı yasak. mahkumların yabancılaşıp, güven ve dostluk bağı kurulmaması için ise, gammazlamaya ödül veriliyor."

- alıntı -

durum buysa, tasvir güyâ hapishane tasviri ama bana bildiğin türk eğitim sistemi gibi geldi?

ek: kitabı okudum birkaç ay önce. radikal'de yazanlar epey "kitabı yontup yorumlama" şeklinde. bilhassa yukarıda yazan cümlede geçen öğelerin hemen hiçbiri gerçekçi değil. ha türk eğitim sistemi hakkında düşündüklerim hâlâ aynı, orası ayrı.
0 favorites - -
aleksandr soljenitsin yazım gücünün ne kadar güçlü olduğunun en güzel örnegi olan komünizim eleştirisi kitabi. ozellikle ıvan denısoviç'in buldugu bır metalle ilgili kurduğu hayaller ve bulmuş olduğu metalin ona yaşama hırsı vermesi beni çok etkilemişti. insan oh be özgürüm dıyor kitabı okuduktan sonra.
1 favorites - -
okurken, sürekli tarttığınız kendi hayatınızı bir köşeye koyup biraz olsun dinlendirme fırsatı bulabileceğiniz bir kitap. çünkü muhtemelen tartının bir tarafı diğerine göre fazlasıyla hafif kalacak.
0 favorites - -
ivan denisoviç'in bir günü denilen en az 300-400 sayfalık br roman. üstelikte hapisanede bir gün. işte yazım başarısı budur ki sadece macera,sadece düşünce değil düzgün, bağlantılı,akıcı anlatımıyla hapisanede bir gün bu kadar uzun bir romanda anlatılır.bileğinin hakkıyla alınmış bir nobel ödülüne sahip kitaptır.
3 favorites - -
1970 yılı nobel ödülünün sahibi soljenitsinin bir kitabı. bugün itibariyle okumaya başladığım cem yayınevi'ne ait kitap 291 sayfa. bir günü bu kadar uzun nasıl anlatmış göreceğiz bakalım.* gördükten sonra hakkında düşüncelerimi bu entrye ekleyebilirim eklemeyedebilirim belki bitiremeyebilirim neyse allah ömür versin görelim.

edit: bir kitap içinde iki kitap çıktı. denisoviç'in bir günü 160 sayfaymış. hiç sıkılmadan rahatça okunuyor. askerliğini yapmışlar için bol bol o günleri hatırlatabilir.

--- spoiler ---

şuhov mutluluk içinde gözlerini yumdu. o gün çok başarılı bir gün geçirmişti. hücreye kapatılmamış, onların iş kolunu "sosyalist yaşam sitesine" göndermemişler, öğle yemepinde fazladan bir kap lapa aşırmış, kolbaşları iş yüzde hesabını iyi kapatmış, duvarı büyük bir istekle örmüş, aramada çelik parçasını kaçırmış, akşamleyin sezar'dan epey bir şeyler elde etmiş, tütün satın almıştı. ayrıca hastalığa yenilmemiş, sağlığına kavuşmuştu.

--- spoiler ---
2 favorites - -
0 favorites - -
aleksandr soljenitsin'in nobel ödüllü kitabı. nobel edebiyat ödülü'nü kazanan bir diğer sovyet yazar tarafından yazılmış olan doctor zhivago gibi sistemi eleştirmektedir. başlayalım.

--- spoiler ---

ivan denisoviç şuhov ya da namı diğer ş-854 gulaglardan birinde mahkum olan kişidir. suçu ise almanlara esir düşmek, ardından da bir şekilde almanları atlatıp birliğine geri dönmektir. yine de bu demek değildir ki kendisi masumdur. biriminde yer alan diğer mahkumların arasında suçu baptist olmak olan birisi de vardır, ingilizlerden hediye aldığı için tutuklanan denizaltı kaptanı da vardır. velhasılı kelam ajanlık suçundan dolayı tutuklanan yığınla kişi olsa da tek bir kişi gerçekte almanlar adına çalışmıştır. yine de şunu söyleyeyim: kahramanımız şuhov engels'in tabir etmiş olduğu tipik durumlarda ortaya çıkan tipik insan desem yanlış olmaz sanırım. neyse devam edeyim.

edebiyat konusunda teknik bir bilgim yok, ama elimden geldiğince ve dilimin döndüğünce açıklama yapmaya çalışayım. kitap yalnızca mahkumlar üzerinden gulag yaşamının bir günü okuyucusuna aktarmamakta, bilakis ortam şartlarına en çok uyum sağlayanların hayatta kalacağından dem vurmakta, insan zor şartlar altında da kalsa mutlu olabilecek şeylerin olduğunu göstermektedir. dediğimi mümkün mertebe reductio ad absurdum şeklinde açıklayacak olursam eğer şöyle düşünmemiz gerekir: en basitinden hayatta kalmak ya da kalmamak. mahkumlar hayatta kalmak için çalışmak zorundadırlar, hatta yeri geldiğinde kendi paydos saatlerinde dahi çalışmalıdırlar. sovyetleri ve stalinizmi eleştiren hangi kitapta okuduğumu bilmiyorum -belki de bu kitapta okumuştum-, ama mahkumlar yeri gelir kendi hapishanelerini kendileri inşa etmek zorunda kalırlar. neyse devam edeyim. diyelim ki mahkumun birisi herhangi bir sebepten isyan etti, o zaman daha ağır bir ceza alır ve eğer sağ çıkarsa da sağlığı bozulur, yani bir iki sene içerisinde ölür. bu şartlar altında yemek çalmak da, başkasını ispiyonlamak da gayet doğal hâle gelmektedir. birkaç kelam daha etmek isteyecek olursam yapabileceğim en düz yorum maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi olur, sanırım. (bkz: #1091869) mesela kahramanımız şuhov bir günün ardından yatağına girince düşündükleri: rüzgar altında eksi bilmem kaç derecede çalışmadığı, cezalandırılmadığı, fazladan bir kase yemek yiyebildiği ve ördüğü duvarı tamamladığı, iyi kalitede tütün satın aldığıdır. temel gereksinimlerini karşılayabildiği gibi üst düzey gereksinmelerinin de bir kısmını karşılamıştır, misalen yerde bir metal parçası bulmuş, onu saklamayı başarmış ve ondan bir şeyler yapmayı planlamaktadır; yani yaratıcılık ihtiyacını da gerçekleştirmiş bulunmaktadır.

kitabın üzerinde durduğu temel motif ise tabii ki soğuk, ardından ise açlık. bizim dilimizde tok, açın hâlinden anlamaz denilirken ruslar anladığım kadarıyla sıcakta bulunan kişi soğuktaki anlamaz diyorlar. bu motif hakkında bol miktarda entry var, pas geçeceğim, ama ufak bir kelam edeyim. mahkumlar yalnızca gulagın mahkumları değiller, aynı zamanda tabiatın da esirleridir. yani kamptaki tutuklular kendilerini yalnızca gardiyanlardan ve ispiyonculardan değil aynı zamanda tabiattan da korumak zorundadırlar.

daha yazılır, lakin üşeniyorum. yine de kimse yazmamış bari ben yazayım. kitapta sezar isimli bir mahkum var, şuhov'un takımından ve kendisi sivil yaşamında yönetmen imiş. neyse efendim bu sezar'a zırt pırt koli geliyor, sezar için çalışanlar da zaman zaman sezar tarafından koliden çıkan yiyecekle ödüllendiriliyor. sezar'ın hakkı sezar'a anlayacağınız. peki bu düz tanımdan ne mi anladınız? gayet basit, mahkumları yöneten aslında yalnızca gardiyanlar değil. mahkumları yönlendiren bir diğer dürtü ise açlık, ki bu da soğuk ile aynı oranda etkilidir desek yeridir; çünkü yazar bol miktarda kâse yalayacılığına, yemek kavgalarına değinmiş. yani mahkumlar kamp yerinde yalnızca sovyetlerin esiri değiller, aynı zamanda genel olarak herkes kendi çıkarını gözettiğinden dolayı birbirlerinin de esirleridir, soğuğun da açlığın da esirleridir.

--- spoiler ---
6 favorites - -
bugün bir yerde denk geldim kitaba da buraya not düşmemişim hayret ettim. ben bu kitabı yetmişli yılların sonunda okudum yahu. daha jules verne okumadan. babamın bana ulaşabilmiş birkaç kitabından biriydi. diğeri de jonathan black'in cemil kitabı. çok acımıştım adama küçücük yaşımda. 35 sene sonra bile hasta olmasına rağmen çalışmamak için havanın daha da soğuk olmasını dilediğini hatırlıyorum. duvar örme hikayesini hatırlıyorum. siyasete bakışımı etkilemiştir mutlaka. hiç bir zaman sovyetler birliğine sıcak bakmadım. bir bu bir de sovyet güreşçilerin habire bizimkileri yenmesi. çocukluk işte.
0 favorites - -
''erkekle kadın arasındaki ilişki her zaman gariptir. önceden hiçbir şey kestirilemez, ne yön vardır ne yasa. bir çıkmaza gelinir, o zaman yapılacak tek şey oturup ağlamaktır.

her şey söylenmiştir; artık ne dense boşuna, bütün görüşler öne sürülmüş ve çürütülmüştür.

sonra bazen rastgele bir bakışla, rastgele bir kelimeyle duvar yıkılmaz; sadece eriyiverir. karanlıklardan başka hiçbir şeyin olmadığı yerden yeniden iki kişinin yan yana yürüyebileceği bir patika beliriverir.''
5 favorites - -
Previous / Next (3) - Last Page (5)