gazeteci yazar murat bardakçı'nın köşe yazısında, akp'ye oy vermeyecek olan muhafazakâr seçmeni sert şekilde tenkit etmesi durumudur.
neticede muhafazakâr da olsa, bir seçmen her zaman seçmendir. neticede bu köşe yazısında belli bir seçmen kitlesi hedef alınmış. nankörlük ile suçlanmış.
bilhassa ali babacan, temel karamollaoğlu ve ahmet davutoğlu gibi isimleri özel olarak hedefine almış.
akıllara durgunluk veren bir durum gerçekten de. hani özrü kabahatinden büyük derler ya, tam o minvalde bir köşe yazısı olmuş.
sanki türk silahlı kuvvetleri'ne imam hatip lisesi mezunu talebe almak, memleketin çok büyük bir ihtiyacı imiş de, bu sorun halledilince ülke çağ atlamış gibi ahkâm kesiyor. yahut hava ve deniz kuvvetlerinin merkez üslerine mescit ve cami yapılması büyük zaruretmiş ve bu yapılarak ülke büyük ilerleme kaydetmiş gibi bunları yazmış.. ülkenin her tarafı cami ve mescit ile dolu değilmiş gibi sanki.
yani gerçekten anlamıyorum. bir insan, bu kadar bilgili ve donanımlı olup da, nasıl böyle mehmet barlas gibi köşe yazıları kaleme almayı başarır, gerçekten aklım havsalam almıyor.
murat bardakçı, eskiden böyle düşünen biri değildi. bilakis tam zıttı yönde fikirleri bile vardı. zamanla ideolojik olarak erhan afyoncu'nun tesiri altında kaldığını düşünüyorum.
--- spoiler ---
muhafazakâr nankörlük
üniversitede “siyaset bilimi” hocamız olan prof. bülent daver, “halkların nankörlüğü” diye bir kavramdan bahseder, örnek olarak da ingiltere’de 1945’te yapılan seçimlerin neticelerini gösterirdi.
hitler’in ikinci dünya savaşı’nda mağlûp edilip nazi almanyası’nın tarihten silinmesinde büyük rolü olan başbakan winston churchill savaşı kazanmakla ingiltere’yi kurtarmış ama seçimden mağlûp çıkmıştı.
bülent hoca, muhafazakâr parti’nin lideri, başbakan ve savaş kahramanı winston churchill’in 5 temmuz 1945 seçimlerinde koltuğunu işçi partisi lideri clement atlee’ye kaptırmasını anlatırken “halkların arada bir nankörlükleri tutar, hattâ kurtarıcılarına bile böyle nankörlük ederler” derdi.
siyasi alandaki nankörlük bizim politika tarihimizde de mevcuttu fakat geçmişteki nankörlüklerin hiçbiri churchill’in uğradığı seçim yenilgisi kadar çarpıcı şekilde neticelenmemişti...
bugün eşine-örneğine rastlanmamış nankörlük temelli bir muhalefet politikası ile karşı karşıyayız ve bu nankörlüğü, muhafazakâr olduğunu iddia eden iktidar karşıtı kesim gösteriyor.
daha açık izah edeyim...
türk sağının, 1930’lu senelerden buyana bazı hayalleri vardı:
* ayasofya’nın yeniden ibadete açılması.
* taksim’e cami inşası.
* resmî dairelerde türbanın serbest bırakılması, sakallı erkeklerin işlerine serbestçe gidebilmeleri.
* imam hatip mezunlarının askerî okullara alınmaları.
* cuma namazını kılan memurlar için mesai saatlerinde ayarlama yapılması.
* müftülere dinî nikâh kıyma yetkisinin verilmesi.
hepsi halledildi, memleket rahatladı
2000’lerin başına kadar her vesile ile çekişme mevzuu yapılan ve günün birinde tamamının gerçekleşeceğinin hatırlara gelmesinin mümkün bile olamadığı bu hayallerin tamamı, ak parti’nin iktidarında kademeli olarak hayata geçirildi. bugün ayasofya ibadete açık ve beş vakit namaz kılınabiliyor; taksim meydanı’nda da yepyeni bir cami yükseliyor. bir zamanlar üniversite kapılarında türbanlarını çıkartıp peruk takmak gibisinden azaba mâruz bırakılan kız öğrenciler türbanları ile okullarına, kadın memurlar da işlerine serbestçe gidebiliyorlar. devlet dairelerinde erkek memurlara “sen neden sakallısın?” diye sorulmuyor. eskiden askerî okullara alınmayan imam hatip mezunları bu okullara şimdi serbestçe girebiliyorlar, hattâ artık başı örtülü kadın subaylarımız bile var, hava ve deniz harp okulları’na da imparatorluk döneminden buyana ilk defa cami inşa edildi. cuma namazına gitmek de memurlar için dert olmaktan çıktı ve memurlar için mesai saatlerinde ayarlama yapıldı. müftüler de artık resmî nikâh kıyabiliyorlar.
hakikat olan hayaller sadece bunlardan ibaret değil...
türkiye nerede ise altı asırdan, yani fatih sultan mehmed zamanından buyana ilk defa kendi silâhını kendisi yapmaya başladı. imal ettiğimiz siha’lar savaş konseptini değiştirirken kendi tankımızı bile kendimiz imal etmeye giriştik. “türkiye cumhuriyeti, osmanlı’nın devamı değildir, osmanlı tarihi ile bizim bir alâkamız yoktur” saçmalıkları son buldu, tarihimize devletçe sahip çıkıldı ve bir zamanların en büyük hayallerinden olan eski harfler bile seçmeli ders yapıldı. türkiye bugün sadece yurt içindeki değil, yurtdışındaki türk eserlerini de restore ediyor ve bir zamanların “kızılelma”sı olan türk dünyası ütopyası, “türk devletleri teşkilâtı” olarak faaliyette...
çok değil, yirmi-yirmi beş sene öncesine kadar uzak birer hayal olan bu değişiklikler bir tarafa, türkiye artık dünyada ismi geçen ülkelerden biridir!
kapalı olan başka ayasofya mı var?
muhalefet partilerinin iktidarı eleştirmesi, yapılan hemen herşeyi fena ve yanlış göstermeleri âdettendir, bir yerde de muhalif olmanın gereğidir. iktidarın ekonomi alanındaki uygulamalarına yahut dış politikasına veryansın edilebilir ama muhafazakâr kesimin nerede ise seksen senelik hayallerinin hakikat hâline getirilmesini inkârı, sadece ideolojik nankörlüktür.
siyasî hayatları boyunca daima muhafazakâr çizgide bulunan ama sonradan altılı masa’yı teşkil edip yıllarca veryansın ettikleri chp’nin şimdiki liderini cumhurbaşkanı yapma çabasına girişen liderlerden üçü, temel karamollaoğlu, ahmet davutoğlu ve ali babacan şimdi işte böyle davranıyorlar... meselâ, ayasofya zaten ibadete açılmışken ve mâbedi turistler de serbestçe gezebilirlerken temel bey’in “iktidara geldiğimizde, ayasofya gerçek mânâda açılmış olacak, kendi ruhuna kavuşacaktır. ...bazı bölümleri turistlere açılabilir” meâlindeki sözleri ile ayasofya’nın bir başka muhafazakâr yönetim tarafından ibadete açılmış olmasını görmezlikten geliyor, yani muhafazakâr bir nankörlük sergiliyor!
iktidar, güç ve mansıp hırsının, uğrunda hayat boyu mücadele verilen hayalleri, hevesleri ve arzuları bile artık yerle bir edecek hâle gelmiş olması hazindir!
--- spoiler ---
kaynak burada