bu arkadaşın hayatına son vermesini kınıyor ya da övüyorsanız mevcut statükonun en değerli parçası olan çoğunluktansınız.
biyoiktidar diye bir şeyden bahseder foucault. insan bedeni, davranışı ve zihni doğrudan baskıyla değil, görünmeyen bir iktidar ağıyla denetlenir der. beden üstünde bir tahakküm vardır. mikrodan makroya, en küçük hücreden ulus-devlete kadar uzanır bu. foucault’nun dediği gibi iktidar artık zincir takmaz, nabız ölçer. bize nasıl oturacağımızı, nasıl hissedeceğimizi, nasıl sağlıklı olacağımızı söyler.
modern çağda beden artık bir biyopolitik alandır. ne kadar yaşayıp ne zaman öleceğimizi bile sistemin ayarladığı bir ritim yönetir. bu ritmin denetimini zabitlere, jandarmalara vermez artık. modern devlet copu bırakalı çok oldu. şimdi ekran, okul, diploma ve algoritma var. kitle iletişim araçları ve eğitim sistemi, insanları gönüllü denetçilere, biyopolitikanın
bekçi murtazalarına dönüştürür. herkes birbirini gözetler, yargılar, sınıflandırır. bir tweet, bir story, bir sınav sonucu hepsi bu görünmez kışlanın içtimasıdır.
ve ironik olan şu, artık baskıya direnen değil, baskıyı içselleştirip yeniden üreten birey makbuldür. iktidarın en verimli hali budur. çünkü kimse zorlamaz seni, sen kendini hizaya getirirsin.
gönüllü kölelik böyle bir şeydir işte. zincirini sever insan, yeter ki ona ait olduğunu sansın.
la boetie’nin dediği gibi, efendisiz köle olmaz
ama modern çağda efendi, tek bir kişi değil bir düzen, bir söylem, bir normdur artık.
köleler iki türlü düş kurar. bir kısmı özgür olmayı, diğer kısmı köle sahibi olmayı ister.
ikisi de aynı düzenin içinde nefes alır çünkü. biri zinciri kırmak ister, diğeri zinciri devralmak.bu dilemmada insanın kendi bedeni üzerindeki kararı yaşamak, ölmek, direnmek ya da vazgeçmek. bir anda toplumsal meseleye dönüşür. çünkü biyoiktidar için bireyin bedeni kamusal bir alandır. ölümü bile onundur, senin değildir.
ölümün mülkiyeti denen mesele basit.beden ve ölüm üzerinde son söz, olabildiğince kişinin kendisine aittir. ne mahkeme ne tv programı, ne de sosyal medya linci bunu gasp etmeye hak kazanır. bu yüzden intiharı övenler veya kınayan ahkam kesenler aynı terazinin iki hilesi, biri trajediyi mit yapar, diğeri insanı suçlar.
ve üçüncü bir tür daha var sınıf kini kusanlar. her acıyı kendi küçülmüş tarihinin doğrulama aracı yapanlar. onlar için ölüm malzemedir. politik propaganda, tribal gösterge, puan hesabı. bunların hepsi biyoiktidarın verimli toprağında yetişir. insanın en kişisel anı kamusallaştırılır, sermaye, itibar, ideoloji için çalınır.
dolayısıyla cevap basit, ne övme, ne kınama, ne de sınıf düşmanlığı önce insan, sonra söylem. mehmet pişkin’in ölümü bir içerik değil, insanlık sınavımızın bir aynasıdır.