tanrı olmasa da, iyi bir insan olarak kalmak...
her şeyi değiştirebileceğini zannetmek acemiliktir, tecrübesizliktir.olgunluk ise her şeyi değiştiremeyeceğini kabullenmekle başlar.
kimseye güvenmemek.
dostların, değer verdiğin kişiler…
son 2 senedir örnekleriyle, üstüne basa basa öğrendim:)
kimse kimseyi sevmek zorunda değil
ilk kez gerçekten kabullendim dediğimde bir şeyin bittiğini sandım. meğer daha yeni başlıyormuşum.
kabullenme, benim en çok aldandığım kelimelerden. "ben artık kabullendim" diyorum, sanki bir ödül kazanmışım gibi ya da sanki artık her şey yoluna girecekmiş duygusuna kapılmak. sonra gördüm ki kabullenmek sadece savaşı bırakmanı sağlıyor. yarası ise hala orada duruyor. farkı ne dersen fark şu: artık ona bakıp "yok olsun" diye yalvarmıyorsun. varlığı kabul edip "... rağmen ben gene de yaşayacağım" diyorsun.
asıl olgunluk ise orada başlıyor zaten.
kimsenin seni kurtarmayacağı gerçeğini kabullendikten sonra kendi kendini kurtarmayı öğreniyorsun. sevdiğin insanların seni hayal kırıklığına uğratacağını kabullendikten sonra yine de sevebiliyorsun. hayatın adaletsiz olduğunu kabullendikten sonra hala dürüst kalmayı seçebiliyorsun. zamanın geri gelmeyeceğini kabullendikten sonra bugünü daha iyi yaşayabiliyorsun aslında.
beylik sözlere ya da büyük konuşmaya gerek yok. çünkü kabullenme bir son olmuyor, bir başlangıç noktası oluyor her zaman için. kabullenme sonrasında "tamam, dünya böyleymiş" der her insan; sonraki soru hemen belirir oracıkta: "peki, ben böyle bir dünyada nasıl bir insan olmak istiyorum?"
o noktada takılıp kaldığım çok oldu. pek çok kez kabullendim ama bir şey değişmedi. kabullenip hala aynı yerde durduğum pek çok konu var. sadece artık kavga etmiyorum. sanırım öğrendim; olgunluk, kabullenen ama yine de umut edebilen, hayal kırıklığına uğrayan ama yine de güvenebilen, kaybeden ama yine de deneyebilen bende saklı.
bir bakıma kabullenme kişiyi özgür bırakıyor ama o özgürlükle ne yapacağını seçemediğinde işte acı gerçekler orada başlıyor.
"dünyadasın, bunun tedavisi yok" der beckett.
birçok şey boş. sanat hariç.
umûdunun aslında saplantın, sabrının aslında inadın olması. sonra? sonra da vazgeçiyorsun zâten...
her gün birileri " brooks was here" yazmak zorunda kalıyor. "so was red" yazmak istemelerine rağmen.
başkalarını değiştirmekten vazgecmek..
kendi seçimlerinizi değiştirebilirsiniz; çoğu zaman değişmesi gereken de budur.
mutsuzluk diye bir şey yoktur, mutluluğun yokluğu vardır. kapkara duvarlara bakan birinden masmavi gökyüzü çizebilmesini bekleyemezsiniz.