halk 1920'lerde hiçbir alfabeyi bilmiyordu zaten. anadolu'daki köylük yerlerde, ilçelerde bırakın ortaokulıu, ilkokul bile yoktu.
osmanlı, bu milleti bildiğin taş devrinde bırakmış.
hititlerden bir adam zaman makinesine konulup 1900'lerin başında yozgat'ın, çorum'un bir köyüne getirilse, teknolojide çok da bir şeyin değişmediğini düşünürdü.. o kadar geri bırakmışlar işte anadolu'yu...
bak, bundan binlerce yıl evvel, taş devrinde yaşayan hitltler diyorum.. anadolu köylerinde mö 2000 ile ms 1900'ler arasında fark yok diyorum..
edit: bir tane sığır mesaj atmış, "kaynak götüm" diye. hayır kaynak götüm değil, o günleri yaşayanlar. mesela şunun gibi;
(bkz:
ahmet haşim'in 1919 anadolusunu anlatan mektubu)
edit 2: başka bir arkadaş, bu sefer saygili bir arkadaş şunları yazmış.
"kardeş bu insanlar nasıl kuran okuyordu :d
seni objektif ve mantıklı olmaya davet ediyorum, bir partinin bir yenilik yaparken eskisini kötülemesi normal değil mi? acaba bir propaganda metni ezberleyip söylüyor olabilir misin?"
bunun için de
şevket süreyya aydemir'in
suyu arayan adam adlı eserinde insanların o zamanlar nasıl cahil bırakıldığına dair şöyle bir bölüm var. okumanızı isterim.
---
spoiler ---
.
o sıralarda savaş biraz tavsamıştı. bölüklerin mevcudu, arkadan gelen yeni kur’alarla arttırılıyordu. bugün, ordunun bilgi yapısında, birinci dünya harbi'ndeki osmanlı ordusuna bakarak çok şeyler değişmiştir. fakat o vakit, örneğin bizim bu makineli bölüğünde, istanbullu bir başçavuştan başka okuma-yazma bilen kimse yoktu. daha ilk derste belli oldu ki, bu bölükte, hangi dinden olduğumuzu doğru dürüst ve kesin olarak bilen kimse de yoktur.
derse başlarken istanbullu başçavuşa dersi sadece dinlemesini, sual cevaplara katılmamasını söyledim. sonra da askerlere sordum:
- bizim dinimiz nedir? biz hangi dindeniz?
hep birden;
- elhamdü-l-illah müslümanız…
diye cevap vereceklerini sanıyordum. fakat öyle olmadı. cevaplar karıştı. kimisi “imamı azam dinindeniz” dedi, kimisi “hazreti ali dinindeniz” dedi. kimisi de hiçbir din tayin edemedi. arada:
- islamız
diyenler de çıktı ama;
- peygamberimiz kimdir?
deyince, onlar da pusulayı şaşırdılar. akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. hatta birisi;
- peygamberimiz enver paşa’dır!
dedi. içlerinden peygamberin adını duymuş olan birkaçına da;
- peygamber sağ mı ölü mü?
deyince iş gene çatallaştı. herkes aklına gelen cevabı veriyordu. bir kısmı sağ, bir kısmı ölüdür tarafı tuttu. fakat birisinin kuvvetle konuştuğunu, yahut bir tarafın daha ağır bastığını görünce, diğer tarafın da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu.
peygamberimiz sağdır diyenlere;
- o halde peygamberimiz hangi şehirde oturur,
diye sordum. cevaplar tekrar karıştı. onu istanbul’da, şam’da, yahut mekke’de yaşatanlar oldu. hiçbir yer tayin edemeyenler daha çoktu.
peygamberimiz ölmüştür diyenlere de;
- peygamberimiz ne kadar zaman evvel ölmüştür?
denildiği zaman bu sefer onlar şaşırdılar. yüz sene önce, beş yüz sene önce, bin sene önce diye gelişigüzel cevaplar verenler oluyordu. fakat çoğu vakit tayin edemiyorlardı…
dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmeyince de din ilkelerini ve ibadetleri doğru dürüst bilen hiç kimse çıkmadı. ezan dinlemişlerdi. fakat ezan okumayı bilen yoktu. namaz kılan bir iki kişi çıktı. fakat onların da hiç biri, namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlayamadılar. sonra;
- köyünde cami olanlar ayağa kalksın
dedim. gerçi köylerinde cami olan birkaç kişi kalktılar. fakat onlar da bayramlarda, cumalarda adet yerini bulsun diye camiye gitmişlerdi. köylerinde mektep olan bir tek kişi çıkmadı. bazı camili köylerde, cami odasında küçük çocuklara imam tarafından kur’an ezberlettirilmeye çalışıldığını görmüşlerdi. ama usulü dairesinde ve ayrı bir köy mektebi gören kimse yoktu.
ilk ders beni şaşırtmıştı. bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı. hepsi de anadolu köylüleriydiler. biz anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.
fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı.
- biz hangi milletteniz
deyince her kafadan bir ses çıktı:
- biz türk değil miyiz?
deyince de hemen
- estağfurullah!...
diye karşılık verdiler. türklüğü kabul etmiyorlardı. halbuki biz türk'tük. bu ordu türk ordusuydu. türklük için savaşıyorduk. asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu türklük olabilirdi.
kaynak: (bkz:
#10218612)
---
spoiler ---