(2003'de yazdigim ve 2005'te duzenledigim bu yazimi simdi okudugumda karsilastigim anlam bozukluklari, ben o kadar uzdu ve utandirdi ki, ayriyeten onlari duzeltecek vaktim de olmadigindan, okuyan herkesten simdiden ozur diliyorum, ancak genel olarak anlattigim anlasiliyor halen diye dusunuyor ve umit ediyorum.)
sokaktaki insana sordugunuzda,
guney amerika hakkinda aldiginiz tepkiler genellikle "diktatorler ulkesi", "darbeler ulkesi" tarzindadir. pek de sasilmamasi gereken sey ise, bunun tamamiylen dogru bir olgu oldugudur. ancak
guney amerika ulkelerinin diktatorlukler ile yonetilmelerinin ve siyasal karmasalar icerisinde bogulmalarinin da bir cok sebebi vardir.
bu sebepleri irdelemeden once,
guney amerika'nin tarihini incelemek, yani guzelim
yeni cag kolonizasyonlarini anlamak gerekmektedir.
latin amerika,
ispanyol,
portekiz ve
fransiz kulturlerinden olusan bir mozaik halindedir (
fransa,
haiti'de bulunmaktadir -ki burasi da kitada kabul edilmektedir).
ispanyollar, tarihleri boyunca
iber yarimadasi'nda binbir zulme neden olmuslardir.
reconquista'nin ne oldugunu bilenler hemen anlayacaklardir; kendi azinliklarina uyguladiklari baskilar ve vahset politikasi ile ispanya'yi bir sekilde yeniden "fethetmislerdir".
benzer zulumler, bir
portekiz kolonisi olan
brezilya'da da gozukmektedir. ancak yine portekiz somurgesi olduklari icin, bircok konuda daha sanslidirlar, zira ayni zulum politikalari, brezilya halki uzerinde uygulanmamistir.
kitanin hemen etnik yapisini incelemek gerekir. kitanin guneyi, agirlikli olarak beyaz tabir ettigimiz irkin buyuk bir cogunlukta oldugu bir yerlesim yapisina sahiptir. zaten tarih boyunca, amerika yerlilerinin en az bulunduklari yerler, yune kitanin guney kesimleri olmustur.
dogu, ve hatta
orta amerika'ya uzanan kisimlar, daha cok amerikan yerlilerinin ve ispanyol kolonistlerin yerlesim yeridirler. daha cok iki grup da ayri ayri mevcut olsalar bile, iki grubun karisimindan ortaya cikmis nesiller de azimsanamayacak kadar azdir. amerikan yerlileri'nin en bol bulunduklari, hatta buyuk olcude cogunlugu olusturduklari bolgelerdir.
bati, daha cok amerikan yerlileri ile beyazlarin karismis olduklari bir bolgedir. buradaki ulkelerde, beyazlar ve yerliler ic ice yasamaktadirlar. yine doguya benzer durumlar sozkonusu olsa da, beyazlar yine daha bir fazladir.
brezilya ise, tam anlamiylan, "
melting pot" olarak da adlandirabilecegimiz bir mozaige sahiptir. afrika uyruklusundan beyazina, amerikan yerlisine kadar, o kadar fazla irkin birlesiminden olusur ki, bu farkli kokenden gelen insanlar artik ayri ayri yasamaktansa, birbirleri ile kaynasmis vaziyettedirler. kimin beyaz, kimin zenci, kimin yerli oldugunu anlamak, hemen hemen imkansizdir. karisim seviyesi cok yuksektir. yine de pek karismamis beyazlar yine bir alt kademe olusturacak kadar mevcuttur bu ulkede.
yuksek sosyete, halen daha
portekiz uyrukludur agirlikli olarak.
montesquieu'un kitaplarinda da degindigi gibi (the spirit of the laws), buradaki sistem, daha cok "davaci olan, davalinin yargicligini yapamaz, ayni zamanda suclu bulunmadikca hukum giydirilemez" ilkelerine dayanan bir sisteme sahiptirler.
amerika birlesik devletleri'ndeki siyasal sistem (bkz:
amerikan siyaseti) nasil
ingiltere'nin siyasal sistemine benzemekteyse,
guney amerika'ninki de bir o kadar
ispanya'ninkine benzemektedir. oyle ki, ispanya'da da buyuk olcude bir multikulturel yapidan bahsetmek yanlis olmayacagi gibi, tarihleri boyunca diktatorler ve monarsik duzenler tarafindan (
franco,
habsburg ailesi, vb.) yonetilmistir.
eklemek gerekir ki,
amerika kitalari kesfedildiklerinde,
ingiltere aslinda halen daha
magna carta'nin etkisi altindaydi. bir demokrasi olmasa bile, buyuk olcude bir liberal etki sozkonusuydu.
ispanya'da bu yoktu. kulturel yapi itibariyle ispanyollar, diktatorluk ile yonetilmeye daha bir yatkindilar.
kolonizasyon yillarinda, butun buyuk somurgeci devletlerin kendilerine gore birer kolonizasyon politikalari ve bu politikalarini mesru kilacak fikirleri vardi. ingiltere, "butun dunya insanlarini ozgur kilacagiz" derken, fransa da "butun dunyaya medeniyet getirecegiz" fikriylen yola cikmaktaydi. ancak ispanya, "
kutsal roma imparatorlugu'nun bize verdigi yetkiye dayanarak yeni kesfedilmis kitalara
katolik dinini getirecegiz" fikri altinda kolonizasyona girismisti.
unutmamak gerekir ki, latin amerika cogunlukla askeri bir bicimde, fethetme usulu ile ele gecirilmisti. buralardaki amerikan yerlileri,
kuzey amerika kitasindakilere nazaran daha yuksek bir uygarlik seviyesine gelmis olduklarindan, kendilerini koruyabilecek guce sahiptiler -en azindan onlar oyle dusunuyordu.
pek tabii, kitayi ele geciren ordular, cogunlukla erkeklerden olusmaktaydi. buralara ilk yerlesenler de, cogunlukla yine erkek nufus olmustur. halbuki kuzey amerika'ya giden ingilizler, daha cok ingiliz monarsisinin baskisindan biraz olsun uzaklasabilmek icin kolonilere gocmus olan, kadinli cocuklu ailelerdi.
katolik kilisesi, herhalde mevcut olan en kati, en disiplinli ve hiyerarsisi en karmasik olan duzendi. ispanyol monarsisi de,
isabelle,
ferdinand gibi gucler tarafindan yonetilmekteydi; bunlar epey baskici yonetimlerdi. ancak yeni dunyaya giden ispanyollarin cogu ordu mensubu olduklari icin, ve yine en kati hiyerarsik duzen de ordularda oldugu icin, kilise ve kati monarsik duzenin hiyerarsisi ile birlesiyor ve cok kati bir yonetim biciminin olusmasina sebebiyet veriyordu. iste butun bu saydiklarim, ozetle ispanyol amerikasi'nin cogunlukla diktatorlukler tarafindan yonetilmesinin baslica sebeplerinin kisa birer ozetini teskil etmektedir.
ispanyollar'in yollarina cikmis olan
maya,
aztek ve
inka uygarliklari, kuzey amerikali kuzenleri kadar kolay bir sekilde batiya dogru itilememekte, bu kadar kolay pes etmemekteydiler. bu nedenle fetih sirasinda buyuk catismalar olmus olsa da, ozellikle
aztekler'de mevcut olan "uzak diyarlardan gelecek, sakallari ve demir migferi olan beyaz adam, bir gun ulkemizi yonetecek" gibi bir dini inanisa sahip olduklarindan (daha cok
cortes'in yardimcilarinin yazdiklari metinlerde boyle bahsedilmektedir, yani gercek olmamasi buyuk olasilik) cok daha kolay ele gecirilebiliyorlardi. yine de ele gecirilen yerlerin yonetimi, ufak capli da olsa tekrardan yerli halka veriliyordu.
simdi burada ispanyol amerikasi'nin ozgurluk savaslarina da deginmemiz gerekmektedir.
ispanyol kolonileri, genel baglamda ispanya'daki (
madrid) merkezi yonetime bagliydilar. amerika'daki kolonilerden sorumlu olan bir kurum bile mevcuttu devlet icerisinde. koloniler, buyuk olcude merkeziyetci zihniyetten uzak bir bicimde yonetilmekteydi yine de. oyle ki, ispanya'da pek biryerlere gelememis olan butun
aristokrasi, guney amerika'ya gelip kendilerine yonetecek yerler secmekte, kendi aralarinda kolonileri bolmekteydiler. halen daha kraliyete bagli olsalar bile, gunumuzde bile bircok farkli devletin olmasinin asil sebeplerinden biri de (eger ki dogal engelleri saymazsak) budur.
kuzey amerikali kolonilerin ingiliz yonetimlerine karsi olan bagimsizlik mucadelelerinden etkilenen guney amerikalilar -ki amerikan devrimi'nin etkileri, guney amerika'dan baska yerde gorulmemistir-, 1810 yilinda,
buenos aires'de ayni harekete baslamak icin kollari sivarlar. bunun icin de hem siyasi, hem de askeri kariyeri olan bir kimseyi lider secerler. bu kisi
simon bolivar'dir.
diger liderlerlen birlikte
simon bolivar,
peru'da bulunan
lima'da bir bulusma duzenlerler. kafalarinda olan sey ise tamamiylen ispanya'dan bagimsiz olmak, ancak siyasi sistemi degistirmemektir. oyle ki, ispanya'dan bir prenses getirip ulkenin kendisi tarafindan yonetilmesi tarzinda bir oneride bile bulunmuslardir.
fakat
simon bolivar, bu fikirlere tamamiylen karsi cikmaktadir. zira kendisine gore, bu tamamiylen amerikali bir insanin yapmayacagi bir davranis olacaktir. ispanya'yi gezmis, amerikan ve fransiz devrimlerini cok iyi calismis bir insan olan
simon bolivar, bunun kesinlikle hatali olacagi fikrine varir. 1812 yilinda ise,
amerikan anayasasi'ni, butun maddeleri ile aynen kabul etme gibi bir fikre bile kapilmistir.
burada en onemli olaylardan biri de
jamaika mektubudur. bu mektupta, "bagimsiz ispanyollar, herhangi bir hazirlik, bilgi veya deneyimleri olmaksizin ayaklanmislardir" denilmistir. oyle ki, tamamiylen dogru bir onermedir; kolonideki ispanyollar, kesinlikle cok hazirliksizdirlar.
bolivar ise, uzerine basa basa, kolonilerin kendilerini yonetecek deneyime sahip olmadiginin altini cizmistir. oyle ki, zaten her durumda, herhangi bir tertibat veya deneyim olmadan kolonilerin kendilerini yonetmek icin ayaklanmalari pek de olumlu sonuclar dogurmamaktadir (bkz:
afrika).
oyle ya da boyle, ispanya'nin egemenliginden kurtulmasini bilmislerdir.
yirminci yuzyil'a gelince guney amerika'da bircok dengeler de degismeye baslamisti. ozellikle bircok siyasal transformasyon olagelmistir. bunlardan herhalde en ilginclerinden ve onemlilerinden biri,
batlle zamaninda (1903-1933 arasinda) gerceklesmistir.
diktatorlugun bu kadar yaygin ve "normal" karsilandigi bir etnik yapi icerisinde, liderlerin de kendi etraflarinda bir cesit
auralarinin oldugunu savunmak yerinde olur. oyle ki, demokratik girisimlerde bulunan kimselerde bile bu aura bir sekilde goze carpacak sekilde mevcuttur. bunlardan herhalde en onemlisi,
uruguay'in zamaninda
ataturk kadar sevilen
batlle'sidir.
kendisi, avrupa'ya gitmis ve avrupa'daki devlet yapilarini yerinde incelemistir. ozellikle de dort farkli kulturun birlesiminden olusan
isvicre'nin sistemine hayran kalmis, ulkesine dondugu zaman bunu kesin uygulama karari almistir. boylece
uruguay'a donunce "
plural executive" adi verilen sistemi ulkesine getirmistir.
uzun bir sure refaha kavusacak olan uruguay, ordusunu ve sivil polis gucunu buyuk olcude azaltmistir bu donemde. ancak birtakim ekonomik problemler basgostermeye baslamistir. iste tam bu noktada kendilerine
tupamaros adi veren bir organizasyon olaya el atmistir.
bunlar, ufak bir devrimci grup olarak baslamislardir ilk basta. kotuye giden ekonomiylen birlikte, ozellikle de kapitalist sisteme karsi olusturulmustur. bir sekilde, gucsuz olan ordunun da sayesinde darbe yapmayi becermis ve ulkeye uzun zamandan sonra ilk defa bir
cunta rejimi getirmislerdir.
hatta bunlarin etkileri o kadar fazla olmustur ki, yavas yavas komsu ulkeleri de etkileri altina almaya baslamislardir.
arjantin bunlardan biridir. oyle ki, komsu ulkelerde sol goruslu insanlara beslenen nefret, bir suru kiyima yol actigindan dolayi,
tupamaros girisimleri buralarda pek de etkili olamamislardir.
sili,
kolombiya,
arjantin ve
uruguay, guney amerika'da orta sinifin en guclu olduklari dort ulkedir. oyle ki, 1973 yilinda
pinochet'in
sili'de iktidar olmasinin baslica sebebi bu sinifin gucudur (zaten kendisi iktidara gelmeden birkac hafta once,
fidel castro ulkeyi ziyaret etmistir).
fakat butun bu saydigim ulkelerde, yavas yavas daha demokratik duzenlere dogru gecilmeye baslanmistir. oyle ki, bu saydigim ulkeler, beyaz nufusun en fazla yasadiklari ve yine en yuksek egitim duzeyine sahip ulkelerdir digerlerine kiyasla. fakat
demokrasi, gayet zor ve karmasik bir devlet yapisi oldugundan,
roosevelt'in de daha onceden ortaya atmis oldugu (ve buyuk olcude
ataturk'un, yer yerse
stalin'in bile kullandiklari) "despotik demokrasi" fikri agirlik kazanmistir.
guney amerika'da yaklasik 20 farkli cumhuriyet vardir, ancak hepsinin siyasi sistemleri birbirinden daglar kadar farklidir. ancak
alberdi onderliginde yazilmis olan
arjantin anayasasi, demokrasi yarisinda
arjantin'in bir adim one gecmesine sebep olmustur.
1930'lu yillara gelindiginde
arjantin,
amerika birlesik devletleri kadar guclu olma hayallerinin yavas yavas gercekligini kaybettiginin farkina varmislardi. boylece ortaya
peronista donemi adi verilen,
juan peron'un onderligindeki
fasist rejim cikmistir.
juan peron,
italya'da,
mussolini'nin altinda calismakta olan bir askeri
atese olarak ilk karsimiza cikmistir.
ikinci dunya savasi sirasinda
almanya'ya da bircok ziyarette bulunan
peron, italya ve almanya'nin o zamanki siyasal yapilarini iyi incelemis ve bunlara hayranlik duymaya baslamistir. oyle ki
hitler ve
mussolini gercekten de cok gucludurler, etkilenilmeyecek gibi degildir kendisine gore. boylece
fasist ideolojiye dogru yonelmistir.
arjantin'e geri dondugunde, ulkesinin
brezilya ile olan politik mucadelede geri kaldigini gordukten sonra, ulkeye bir sekilde bir reform getirmesi gerektigine inanmaya baslamistir. oyle ki, o zamanlarda
brezilya'da
balgras yonetimindeki
fasist hukumet gorevde bulunmaktadir.
esi
evita peron ile birlikte ulkesi insanlarina bolca yardimda bulunmus, insanlarin gonlunu almistir. hatta
evita peron, sikliklan
buenos aires limanina inip halka oradan seslenmis, halklan icice olmustur.
peron donemi, 1955'e kadar surmustur. bunun en buyuk sebebi, kendisinin
franco'yu yeterince incelememis olmasi ve
mussolini'nin onem verdigi detaylari yerine getirmemesinde yatmaktadir; bu da
katolik kilisesine verilmesi gereken onemdir. sonucta ispanyol kokenli olan bu ulke, buyuk olcude katolik bir nufusa ev sahipligi yapmaktadir. ispanya'da bile hukumet sarayinin tepesinde
franco'nun ulusal hareketinin bayragi,
ispanya bayragi ve
vatikan bayragi asilidir.
evita peron'un fakir insanlara yardimci olmak maksadiyla acmis oldugu buyuk ve guclu bir dernek mevcuttur, ancak "fakir insanlara yardimci olma tekeli" (kulaga komik gelse de) tamamiylen
kilise'nin elinde olmasi gerektiginden, katolik kilisesi duruma cok kizmistir.
son olarak da
orta amerika'dan biraz bahsetmek gerekir. gunumuze kadar 20. yuzyil boyunca, sosyalist bir tek parti tarafindan yonetilmis olan
meksika'da gunumuzde parti sayisi artmistir. yonetimde ise halen daha zamaninin ufak mualefet partisinin lideri
fox bulunmaktadir. meksika'nin yapisi, yine de halen sola yakin, amerikan yerlisi halki destekleyen ve beyaz aristokrasiye karsi olan bir tutum sergilemektedir.
kuba'da ise
batista altinda bir
komunist devrime sahne olmus, ancak tipki
sovyetler birligi'ndeki
mensevik ve
bolsevik olayinda oldugu gibi (bu, daha bircok devrimde de hep zaten ayni sekilde olmustur), en aktif ve fanatik olan kanadi bastirmakta kendisi yetersiz kalinca, iktidar
fidel castro tarafindan ele gecirilmistir. kendisi, rus tipi komunizme daha bir yakinlik gostermistir. daha sonralari olusan "
cuban missile crisis" de unutulmamalidir tabii ki.
(bkz:
copy paste degil alinteri)