bazen kazandığınızı zannederken kaybedersiniz.
bizim evdeki on buçuk yaşındaki kediyle otuz üç yaşındaki eşim, beş altı yıldır hala birbirlerine tam anlamıyla ısınmış değiller. evet, kedi daha önceden vardı. aslında eşim çok daha önceden vardı ama o başka hikaye. evde ne zaman kediyle bir tartışma yaşansa bunca yıldır hep arabuluculuk görevi gördüm, ta ki ne zaman kedinin bazı konularda gerçekten haksız olduğunu fark ettim, o zamandan beridir işleri akışına bırakıyorum. kendi kendilerine çözüyorlar günün sonunda.
fakat bardağı kedi için taşıran nokta galiba oturma odasından da yasaklandığı o gündü. eşimden önce kedi geceleri uyurken benim ağzımdan girip burnumdan çıkabiliyordu, yatağa ayak ucundan girdiğinde sabahları aynı yastıkta buluşuyorduk. kedinin kaybettiği ilk kale yatak odası olmuştu. bir iki kez ayak - bacak tırmalama vakasıyla ve birkaç temizlikte "bu yatak odasında biz bu kadar kedi tüyünü soluyor muyuz gerçekten?" nidalarıyla yatak odasının kapısı tümden kediye kapanmıştı. kediyi savunmadım, olabilir dedim, doğrudur diyerek eşime katıldım, kedi de aslında hayvanlığının farkında olduğundan yatak odasını kaybettiğinde bunu olgunlukla karşıladı. ama işler, oturma odasından da yasaklandığında değişmişti gerçekten. kedi mutfak tezgahına hiç çıkmaz, rahmetli babam bir kere evime geldiğinde kediyi mutfak tezgahında gördü, bas bariton sesiyle "in aşağı ordan!" diye bir bağırdı ve kedi o günden beri bir kere bile çıkmadı, hala çıkmaz. eşim de bu anıyı bilir, her gece bir şeyler izlerken kedinin kucak mücadelesine girişmesinden ve diğer muhtelif nedenlerden dolayı kedi ne zaman oturma odasına girse birkaç kez sesini yükselterek kediye bağırdı, "çık!" "girme, yasak sana bu oda!" diye. kapıyı bile kapatmadık, kedimiz aslında aşırı zeki, birkaç günde odanın kendisine yasak olduğunu öğrendi, bizim kedi erkek sesiyle eğitiliyormuş demek. hala kapının eşiğine kadar gelir, oracıkta yatıp odanın içini oradan izler, kazındı beynine. eşim de "nasıl eğittim ama, ben kazandım, bak nasıl girmiyor ama odaya?" diye böbürleniyordu o gün, markete gitmek için terliklerimizi kapının önünde çıkardık, marketten geldiğimizde yanyana duran terliklerimizden sadece eşiminkilere işenmişti. "eyvah, tartışma büyüyecek!" diye gerilsem de eşim "mhah, haklı da aslında, kendince tepkisini ortaya koydu, takdir etmedim değil," diyerek geçiştirdi ama o gün bugündür terliklerini ortada bırakamaz. nasıl ki kedi artık oturma odasına da giremiyor, kapının önünde yatıyorsa, aslında eşim de terliklerini kapının önünde çıkarma özgürlüğünü kaybetti ama bunu sessizce kabullendi, ne yapsın. her tartışmada aslında iki taraf da bir şey kaybeder yani, unutmamak lazım.
*editle gelen ek: iki adet hadsiz mesaj aldığım için açıklamak zorunda kaldığım üzere, biz yedi yirmi dört oturma odasında bir şey izlemiyoruz arkadaşlar. üç artı bir evin kalan her yeri kediye açık ve ben salonda kitap okurken ya da çalışma odasında bilgisayar başındayken de kedi yine ağzımda. hatta oturma odası bile kediye açık, kapısı kapalı değil, girmiyor. bir erkeğin kendisine girmemesini, çıkmamasını buyurduğu yere girmemeyi, çıkmamayı öğrendiğini anlatmaya çalışmıştım. eşim hayvan düşmani değil, sadece kedilerden hoşlanmıyor. evlenirken benimle aynı durumda olup kedisini sağa sola bırakan çok kişi biliyorum, eşim ise harika bir fedakarlıkla "ben yokken o vardı" diyerek pek hazzetmediği bir hayvanla kaç yıldır beraber yaşıyor, hayvana eziyet de etmiyor üstelik. nüktedan bir biçimde anlattığım üzere kediyi oturma odasına almıyoruz diye lanetler okumuşsunuz, haddini aşan iletişimleri engellemeyi yeni öğrendim, ama daha fazlası gelmesin diye açıklayayım dedim.
entry oylanınca uzun süre sonra editle gelen yeni ek: biz o evden taşındık ve yeni evde kediye yine her oda açık, kedi yaşlandıkça ve uslandıkça eşimle kedi birbirlerini daha çok sevmeye başladılar. hatta çoğu odada bitki var ve kediye bitkileri yememesi gerektiğini de öğretebildik, her yerde geziyor kerata artık, geceleri de yine yorgan altına bile giriyor.