değersizlik hissi
Next (2) - Last Page (106)

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

buram buram hissettiğim, bazen soluduğumu düşündüğüm his...

'insan kendine değer vermelidir' derler genelde. ama inanın bunu nasıl yapacağımı bile bilmiyorum.

bir insan her zaman yalnızsa, her zaman bizzat en sevdikleri tarafından ikinci plana atılmışsa, yaptığı tüm iyi şeyler karşısında sadece üzüntü yaşamışsa; kendine değer vermesi neyi değiştirir?

şu an gerçekten 'ben çok değerliyim' diye kendimi, kendi söylediğime inandırsam şu an içinde bulunduğum konum değişir mi?
124 favorites - -
var olamamanın dayanılmaz ağırlığı

bir aile restorana gider. görevli kadın geldiğinde yemeklerini söylerler. ailenin beş yaşındaki kızı da hemen şansını dener: "bana bir sosisli, bir patates kızartması ve bir kola."
"ah, hayır tabi ki" der babası, garsona döner ve "köfte alacak, yanında patates püresi ve süt lütfen." garson, çocuğa doğru gülümser ve "ee canım, sosislinin üzerine hangi sosu istersin?" diye sorar.
garson gittiğinde herkes kalakalmıştır masada. birkaç dakika sonra küçük kız sessizliği bozar, gözleri parıldaya parıldaya şöyle der: "beni gerçek sandı."

değersizlik duygusunun tohumları çocukluk yıllarında atılır. reddedilen, ihmal edilen, tutarsız davranılan, şartlı kabul edilen çocuk, kabul görebilmek için her seye katlanabilir:
var olmamaya bile.

engin geçtan'a göre bazı durumlarda çocuk varlığını yadsır ve kendisinden beklenilen, istenilen, arzulanan kimliği edinmeye başlar. çünkü kendi isteklerine uygun yaşamak için pek muhtaç ve pek güçsüzdür. bu acizliğin çocukta yarattığı etkiyi franz kafka'dan dinleyelim:
"bana hiç vurmadın ama vurmaktan beter
ettin."
otuz altı yaşındaki kafka'nın babasına yazdığı mektup, bu acizliği göstermesi açısından can acıtır: "ikimiz arasında gerçek bir mücadele olmadı hiç, ben kısa sürede saf dışı edildim. geriye kalan kaçış, acılaşma, keder ve içsel çatışmaydı."
"değersizdim, mahkum edilmiş, çiğnenmiştim.
başka bir yere kaçmak için büyük çaba
gösteriyordum gerçi, ama bu bir iş değildi, çünkü sahip olduğum güçlerle ulaşamayacağım, imkansız bir şeydi söz konusu olan."

başkalarının onayına muhtaç şekilde büyüyüp, içimizin farklı, dışımızın farklı olduğunu idrak ettiğimizde ikiyüzlülüğümüzden dolayı suçluluk
duyarız. değersiz bir mahluk olduğumuza inanır, bunun fark edilmesinden ve küçümsenmekten korkarız.
ve başkalarını küçümseriz

çünkü, engin geçtan'ın dediği gibi, "başkalarını küçümseyenler, küçümsenme korkusu olan kişilerdir."
ve bu değersizlikten doğan küçümseme itkisi, romantik eş seçimimize yansır:

"çocukluğunda kendini değersiz hisseden bir erkek, olasılıkla eleştirel ve yargilayıcı bir kadını kendine eş seçecektir." diye yazar ayala pines ve devam eder:
"böylece aşağılık duyguları için onu
suçlayabilecektir. kadın, kocasının kendisine sevgisini göstermediğinden, erkek karısının bitmeyen eleştirilerinden şikayet etse de, her ikisi de eşlerinden ayrılmayacaktır."

çünkü memnuniyetsizliğimize dışarıdan bir sebep bulmak, o hislerle doğrudan
yüzleşmekten daha kolaydır.

jung'a göre ise kendimizde görmek
istemediğimiz bütün değersizlikleri "diğer
insana" atfederken aslında yaptığımız şey "ruh naklidir."
aşağılık gördüğümüz kendi ruhumuzu
karşımızdaki insan üzerinden yargılar ve
cezalandırırız.
"dünya hala tiksinilen insanlar ve günah
keçileriyle dolu," der carl gustav jung, "aynı eskiden cadılarla ve kurtadamlarla dolu olduğu gibi."
günah keçisi cadı ve kurtadam olarak pekala partnerimizi seçebiliriz.

ama çocukken var olmamanın en ağır yükü, hayata ortasından başlamaktır; yüzme bilmeden denizin ortasına atılmak gibi bir farkındalık yaşar, ikiyüzlülüğümüzün ardındaki örüntüyü idrak eder, sevdiğimiz insanları suçlamamızın asıl amacını anlarız. kısırdöngüden çıkmak için kararlar alır ama iş uygulamaya geldiğinde, irademizin yetmediğini fark ederiz.

franz kafka, mektubunda "yetişkin yaşımda çocuk gücümle öğrenmek zorunda kaldım," diyerek açıklar bu durumu:
"senin mücadeleyle elde etmek zorunda
kaldığın şeyler, bana senin elinden verildi, ama senin erken yaşta içine düştüğün dışarıdaki hayat mücadelesine ben, ancak geç bir dönemde, yetişkin yaşımda çocuk gücümle öğrenmek zorunda kaldım."

sosisli isteyen o kız çocuğu da hayatının bir döneminde; belki evlendiğinde, belki çocuk, hatta torun sahibi olduğunda karar verecek "var olmaya."
kafka'nın aforizması daha anlamlı gelecek o zaman:
"sein" sözcüğü almanca'da iki anlama gelir: "var olmak" ve "onun olmak."

kaynak: huzursuz beyin
197 favorites - -
bu hissi bir eyleme dönüştürecek olursak eğer, başka insanların ayağınıza çelme takması gibidir. çünkü değer görüp görmeyeceğine diğer insanlar karar verir maalesef. özellikle böyle anonim platformlarda sıklıkla karşına çıkar böyle insanlar. tek çözümü insanları takmadan kendi değerini algılaman ve o hissi güçlendirmen olacaktır. her insanın bir potansiyeli ve o potansiyelin bir gelişme potansiyeli vardır. herkes aynı noktadan başlayacak diye bir kaide de yok. def edin gitsin sizi değersiz hissettiren insanları.
188 favorites - -
entrylerin neredeyse tamamı (60 sayfa okumadım tabi, ama gördüklerimin hepsi) bireysel ilişkilerdeki değer görememe durumuna atıf yapmış. bir de toplumsal bir varlık ola(maya)rak insanın değersizlik hissetmesi vardır.

bilinen bir kavramdan söz etmek gerek: medeniyet. medeni dünya, medeni toplum, medeni ülke, medeni ol lan hayvan vs der dururuz. medeniyet, en kaba anlamıyla toplumsal sözleşmeler bütünüdür. medeni insan ise toplumsal sözleşmelerden birine özne olarak dahil olmuş bireyi ifade eder. özne olmanın birincil koşulu ise tanınmaktır yani varlığınızla kabul görmektir. sivil haklar savunusunun tarihi, işte bu basit hakikat etrafına örülür: "toplumsal bir sözleşme yapılıyor ama ben yokum içinde. beni da dahil edeceksiniz o sözleşmeye. çünkü ben de varım, yaşıyorum ve taleplerim var. en az sizin kadar benim de hakkım var bu yaşamda. benim de imzam olsun."'un kavgasıdır hak savunusunun özü. haklar mücadelesine dair okuyup duyduğunuz bütün bedeller, direnişler, savaşlar, dövüşler, analizler, komplolar, kampanyalar, organizasyonlar işte bunun içindi; medeniyet.

etimolojik olarak şehirlilik ve devlet yönetimine maliklik anlamlarından türer bu kavram. arapça'dan türkçe'ye geçti fakat fransızca'daki karşılığı civilisation yani uygarlık. uygar toplum ya da medeni toplum dediğimiz şey öznelik iddiası olan birey ve kolektif yapıların toplumsal bir sözleşme ile bir araya gelmesinin ifadesi. tanrı veya onun yer yüzündeki gölgesi olan kralın iradesine dayanan eski topluluklara işte bu yüzden medeni toplum demiyoruz. çünkü birey veya grupların özneliği elinden alınmıştır, tek bir iradeye tabi kılınmıştır. yönetim, örgütlenme, kamusal hayatı inşa etme gibi hiçbir yerde yoktur insan. bunlar tanrının ve onun gölgesi olan kralın tekelinde olan şeylerdir. insanoğlu kötü, akılsız, değersiz bir mahlukattır. kölen veya cariyen yapabilirsin, kaplana yem edip izleyebilirsin, keyfine çıkardığın savaşlara yollayabilir, istediğin vakit her şeyini elinden alabilirsin. çünkü ortada toplumsal değil ilahi bir sözleşme vardır. ilahi sözleşmeye de kul taraf olamaz, sadece tanrı ve gölgesi taraftır. bir sözleşmeye taraf olmak demek, o sözleşmeye madde koy(dur)abilmek, en azından o sözleşmeye imza atmama iradesi gösterebilmek demektir. işte medeni olmayan toplumlar kabaca böyle toplumlardı.

sonra insanoğlu yavaştan değerli bir varlık olduğuna iman etti. hikmetinden sual olunmaz kral ve yasaların, ordu ve kiliselerin, saray ve din adamlarının sorgulanabildiğini, tasfiye edilebildiğini, frenlenebildiğini fark etti. sancılı ve uzun bir süreç bu. hallac-ı mansurlar, brunolar, martin lutherler, maceracilar, devrimciler, sanatçılar, bilim insanları, dahiler, asiler, spartakusler ve sayısızcasının kanı, teri ve bedenlerinden yükselen dumanları ile ördüğü engebeli bir yoldu bu. sonunda ilahi sözleşmenin yerini toplumsal sözleşme aldı. insan oğlu buna medeniyet, uygarlık, civilisation ismini verdi. bu sözleşmenin dışında kalmayı kendine hakaret addetti, dışında kaldığında derin bir değersizlik hissetti. aydınlanmaya çocukluktan çıkma hali denmesinin bir nedeni de buydu. tamamen ebeveyn dolayısıyla egemenin kontrolünde olan insanoğlunun kendi kendine yetebilen yetişkin birine dönüşmesi ve özne olması yolunda anlamlı bir adımı oldu aydınlanma.

sözün özü, bugün toplumsal sözleşmeye taraf olamayan insan gayrı medeni insandır. değersizlik hissi onun gölgesidir. her an ve her yerde onunla birliktedir. ancak tamamen karanlıkta bu gölgesini göremez olur. ışık varsa, bu gölgeyi tüm detayları ile görür, hisseder. eskiden hüküm süren karanlığa bir kibrit çakanlar sayesinde, o kısacık ışık anında gölgeleri fark etti insanlık. şimdi her yanımız ışık, değersizlik gölgesini fark etmemek imkansız. kimliğimiz var, emeğimiz var, fikrimiz var ama bir sözleşmeye taraf olamıyoruz. taraf olmanın tüm imkan ve kabiliyeti elimizden alınmış durumda. özne olamıyor, nesne gibi hissediyoruz.

değersizlik hissinden kurtulmanın tek anlamlı yolu, sözleşmeye taraf olmak yani medeni olmaktır. bugün eşcinseller, azınlıklar, emekçiler, yoksullar, kadınlar, demokratlar, solcular yani toplumun ezici çoğunluğu medeniyetlikten çıkarılmış durumda. sözleşme bir avuç elitin kendi arasında kurguladığı bir senaryodan ibaret. herkes içten içe canını, emeğini, vergisini ortaya koyduğu ülkenin yönetiminde söz sahibi olamamanın eksikliğini hissediyor. toplumsal sözleşmeye katılım aygıtları * ya tasfiye edilmiş, ya sansürlenmiş, ya itibarsızlaştırılmiş durumda. iş yerinde patrona, evde babaya ya da kocaya, dışarda hakim siyaset ve kültüre karşı en ufak bir güvenlik ve söz hakkı yok kimsenin. insanların en ufak bir katılım yani taraf olma talebi her türlü yaptırımla yüz yüze kalıyor. işinden ihraç edilen emekçilere "onları medeni ölüler yapacağız" demelerinin nedeni bu. yani toplumsallıklarını, özneliklerini, yaratıcı güçlerini, inisiyatif kabiliyetlerini, seçme ve reddetme özgürlüklerini elinden almak, kısaca değersiz hissettirmektir bunun anlamı . kitlesel bir değersizlik hissinden kurtulmak için, dışarda bir kişi kalmamacasına herkesi toplumsal sözleşmeye taraf kılacak ya da toplumsal sözleşmeye kendi iradesi ile katılmayı reddedecek imkana sahip kılmak gerekiyor.
158 favorites - -
buna “his” demek pek doğru değil.
sessizce öğretilmiş bir gerçek bu.
birinin yüzünüze “sen önemsizsin” demesine gerek yok; çünkü bazı insanlar seni öyle ustaca yok sayar ki, bir noktadan sonra sen bile kendi varlığından şüphe etmeye başlarsın.

“şimdi meşgulüm” diyen bir anne,
“seninle sonra ilgilenirim” diyen bir baba,
“ablan daha başarılı” diyen bir öğretmen
ile başlar bu hayatında genelde.

sen orada, odanın köşesinde uslu durdukça sevilmeye daha layık olduğunu sanırsın.
susarsın, küçülürsün, şekil alırsın.
birilerinin sevgisine yer açabilmek için kendi varlığından feragat edersin hatta.
ve bir gün, farkında olmadan kendini sevemeyen birine dönüşürsün.

duyguların “abartı”, ihtiyaçların “fazlalık”, varlığın “yük” gibi gösterildiği için bu his yapışıp kalmıştır sana.
birinin sana doğrudan yaptığı bir şey değil,
sürekli olarak yapmadığı şeylerin birikimi ile oluşmuştur içinde günbegün.

değersizlik hissi budur.
bir yanlış anlaşılma değil, bir eksik sevilme durumudur.
birinin, seni seçmemesi değil; seni seçip sonra görmezden gelmesidir.

sen de zannetmişsindir ki:
sende eksik olan bir şey var,
oysa yoktur..

eksik olan şey, seni dinlemeye tahammülü olmayan insanların fazlalığıdır.

çünkü sen ne zaman “ben buradayım” desen,
birileri hep “ama şimdi sırası değil” demiştir.
ve sen de “ben demek ki hep sırası olmayan biriyim” diye nitelendirmişsindir kendini.

ama gerçek şudur ki;
sen değersiz değildin, sadece yanlış aynalarda kendine baktın.
çarpık bakışlarda, kıt sevgilerde, kırık dillerde aradın yerini.
seni hep eksilten insanlar arasında “bir gün beni tam olarak görürler” umuduyla yalnız kaldın.

şunu hiç aklına getirmedin;
bir insan seni göremiyorsa, bu senin görünmez olduğun anlamına gelmezdi.
bu, onun gözlerinin dar, kalbinin kıt olduğunun kanıtıydı.

ve öğrenmen gerekirdi;
birinin seni önce övüp sonra yok saydığı o dakikada, oradan ayrılman gerektiğini.

şimdi bazı pişmanlıkları ömrünün sonuna kadar taşıma vakti..
111 favorites - -
iyice kanıksandığında ve değersiz olunduğu kabul edildiğinde kişi kendisine değer verenleri aptal olarak görebilmekte ve hatta onlardan tiksinebilmektedir. sonrasında kişi bu birkaç sevenini de bir güzel kendisinden soğutup değersizliğiyle mutlu mesut yaşamaya devam etmektedir.
84 favorites - -
ölümden zor kurtulunduktan sonra çizmemi çıkarayım mı sedye kirlenmesin diye sordurtan his.
52 favorites - -
böyle hissettiren insanlar vardır.. sizin için ne kadar önemli olduklarını görmeksizin, anlamaksızın midenize balyoz indirilmiş etkisi yaratan laflar ederler, davranışlarda bulunurlar.. bünye içine düştüğü bulantı hissinden kurtulmak için kendisini uzaklaştırır o insandan, lakin anlamaz o kişi yine, hiçbir şeyi anlamadığı gibi. sonra kalkar devam eder sizi yaralamaya..."çocuk" der mesela size.. yakın bi arkadaşınızla kıyaslar sizi... böylece değersizlik hissi ölümle sonuçlanır.
184 favorites - -
öncelikle bu hissin ciddi bir problem olduğunu belirtmek gerekiyor. yapılan bütün çalışmalarda kişilerin yaşadığı sorunların bilinçaltından kaynaklanan değersizlik hissi olduğu ortaya çıkıyor. örnek vermem gerekirse;

ilişki bağımlılığı ya da bağlılık sorununuz varsa,
özgüven eksikliği varsa.
hayır demekte zorluk yaşıyorsanız,
kendinizden ödün veriyorsanız,
sevgilinizin ya da eşinizin cebinde mi daha doğrusu yedekte mi tutuluyorsanız. bunların hepsinin nedeni değersizlik hissi oluyor.

bu duygu bir anda ortaya çıkan bir duygu değildir. yaşadığınız olayların ve travmaların etkisidir. birden çok nedeni vardır yani. şöyle bir örnek vereyim; genellikle bu duygunun nedeni çocuklukta aile ile kurulan ilişkidir. aileden az ilgi görmek ya da fazla ilgiye maruz kalıp dış dünyadan bunu görememek bilinçaltında bu duyguya sebep olur. halbuki olay aslında bu değil ama siz size yaşatılan o şeylerin sizin değerinizi belirlediği konusunda saçma bir inanca sahip oluyorsunuz. bu duyguya kapılma nedeni ise olayların içinde sizin olmanız, sizin yaşamanız ve kafanızı kaldırıp olaylara serinkanlı bakamamanız.

bu duygudan kurtulmak için öncelikle şunu kabul etmek gerekiyor. hiç kimse ama hiç kimse anne ve babanızda dahil sizin değerinizi belirleyemez. kendi değerinizi sadece kendiniz belirlersiniz. bu düşünce ile geçmişte size yapılan her şeye serinkanlı bakın ve bu hissin altının ne kadar boş olduğunu anlayın. başkasının size olan davranışları sizin değerinizi belirlemez. sadece o davranışı gerçekleştiren insanların nasıl insanlar olduğunu gösterir.

geçmişinizle barışın. tüm özelliklerinizi kabul edin. gücünüz yetiyorsa değiştirin. yoksa da sizi siz yapan her şeyi kucaklayın.

herkes tarafında sevilmek ve onay görmek gibi düşüncelerden kurtulun. dışsal onay ve dışsal kabul ile sürekli mutlu olamazsınız.

tek taraflı ilişkileri gözden geçirin ve sadece sizin verici olduğunuz ilişkilerde teraziyi eşitleyin olmazsa da ilişkiyi bitirin.

sizi koşullu seven, koşullu değer veren insanlar için fedakarlık yapmaktan vazgeçin. sizin de beklentileriniz varsa bunu söyleyin.

kendinize yatırım yapın ve sizi nelerin mutlu edeceğini keşfedin. dış onaylara önem vermeyin. siz kendinizden eminseniz kimsenin ne söylediği ya da düşündüğü umurunuzda olmasın. kendinizi ve yaptıklarınızın nedenini en iyi siz bilirsiniz. hesap vermeniz gereken tek kişi sizsiniz.

insanları tanıdıkça değer verin. en başında büyük beklentilerle gitmeyin. insanları tanımak kolay değildir.

insanların gözünde değerli olmak yerine önce kendiniz için saygın biri olmaya çalışın.

unutmayın siz çok özel ve çok değerlisiniz. bu dünyaya sizin gibi birisi gelmedi ve bir daha da gelmeyecek(bu durum narsisizm değildir lütfen karıştırmayın). kendinizi sevmeyi öğrenin ve bu dünyaya ayrı bir renk kattığınızın farkında olun. kimsenin bu rengi soldurmasına ve kimsenin de size değer biçmesine izin vermeyin.
157 favorites - -
ise yaramazlik hissi. kimsenin sevdigine inanamamak...
(bkz: bok gibi hissetmek)
(bkz: depresyon on belirtileri)
(bkz: intihar etme sebepleri)
93 favorites - -
Next (2) - Last Page (106)