bir süredir başlık arıyorum son yazıyı yazmak için. malum, ekşi çok bozdu diyorlar. bir sürü saçma sapan başlık açılıyor, kalkıp '17 ocak 2017 bana bir anda gelmesi' diye başlık açılmaz, kısmet burasıymış.
okuyacağını biliyorum, yazacağımı bildiği gibi.
aşk deyip geçmemek lazım. içi çok doluyor. "ben sana aşığım" derken insan, dünyanın hissini sığdırıyor o aralığa. ben öyle yapmıştım en azından. söyleselerdi inanmazdım. deselerdi ki eğer, bir adama aşık olacaksın ama o adam aynı zamanda sevdiğin, güvendiğin, öfkelendiğin, kırıldığın, inandığın ve daha acısı, inanmaktan vazgeçtiğin, savunduğun, huzur bulduğun, üzerine titrediğin, onur duyduğun, bile isteye ona doğru / ondan gittiğin... deselerdi ki ayağına taş değse olduğun yere bırakırsın kalbini ama gün gelecek sana ulaşamasın diye yoluna sen taş dizeceksin... aşkından ölüp yine de nazım'a dönmeyen piraye'nin haklı olma ihtimalini bir düşünün ya!
*
"beni kimse bu kadar güzel sevmedi"
kitlelere sesimi duyurabilme şansım olsaydı şu uyarıyı yapardım; biri size bunu söylediğinde allah aşkına uzaklaşın. büyük ihtimalle sevginiz denk değil. olması da gerekmiyor. ama sizin o kıyaslanan güzeller güzeli sevginiz var ya, lime lime oluyor. benim oldu. kalbinin yerini unutmuş birine elimle göğsüne dokunarak gösterdim yerini, "bak" dedim "burası, burada yaşanıyor." huzur ya huzur! uğruna okyanuslar aşılan, alternatif yöntemler aranan, kitaplara gömülüp 'az insan çok huzur' mottoları yaratılan huzur! hiç unutmuyorum dağ gibi gövdesiyle dizime yatıp uyuduğunu. yarısı kadarım. ne garip, yarım kadardı.
*
çok inançlı biri sayılmam. ama bir şey var, inkar etmemi engelliyor.
çok üzüldü. / birini üzüyor olmaktan. suçluluk duygusu mahvediyor insanı, ne yazık ki bu hayatta yaşayarak öğrenebildiğim şeylerden biri bu.
çok sevdi. / sevdiğiniz insanın buna eşdeğer olarak dostunuz olabilmesi inanılmaz kıymetli ve kaybettiğinizde inanılmaz yıkıcı bir taş. hem sevgili, hem dost olarak çok sevildim. kıymetlimdir. ve bu kıymetli oluşu, ne yazık ki ondan bağımsızdır.
çok özledi. / en az benim kadar. o kalbin yerini bir kez görünce, etrafından uzaklaşmak insana zor geliyor. güvenli, şefkatli, sıcak. ev gibi.
evimden ayrıldım. yıllardır yaşadığım şehirden. bir daha dönmemek için.
*
ne çok birikiyor.
"ne olursa olsun hep yaz." elbette yazarım. hiçbirinden haberin olmayacak. ve sen de yaz. hiçbirinden haberim olmayacak. olmadı da zaten. onu bile yapmamıştın, şimdi hatırladım. insan ne kadar kendi kendini yaralayan bir canlı.
*
elbette yazarım, çünkü çok malzeme birikti. elimde içinde şarap şişelerinin dolu olduğu bırakıp gidilen bir ev, senin çocukluğunun koşturduğu bir ada, o adaya karşı kıyıdan bakan fotoğrafım, 'bana ihtiyacı varmış' diyerek atlayıp yanıma gelen bir dost, en olması gereken zamanda yardıma koşan insanlar, iyi bir insan olmaları için çaba harcamam gereken çocuklar, yeni baştan kurmam gereken bir hayat ve baş etmem gereken bir kalp var. çok sevdiğim dostlar tutuklandı mesela. nasıl muamele görüyorlar, açlar mı, gece üşüyorlar mı diye düşünmekten tırnaklarımı yiyorum. kimi insanlar için hiç ummadığım derecede önemli olduğumu öğrendim. aynı oranda karşılık veremeyince yükü ağır, seni anlıyorum. bu önem konusunun tersi de geçerli. ölümler oldu. ölüm konuşmaları. annem mutlu oluyor ben yanındayken. bu iyi bir şey. berkin var daha yazacağım, aslan parçasına söz verdim. "ada" var, doğsun diye beklediğim. ülke var, yirmi altıya kadar olan zamanımı harcayan. ona çok yazacağım sanırım. ahmet şık hala, bak hala içeride. şahane insanlar biriktirmişim, dört bir yandan. insan böyle zamanlarda daha iyi farkına varıyor. ama hiçbiri birbirini tanımıyor, çok saçma.
ya çocuklar çocuklar. o kadar güzeller ki. delirdiğim oluyor laf anlatmaktan, ama geçen gün voleybol maçında takımı izlerken sayı kaybettiklerinde eda ağladı, tribünde gözlerim doldu. yedinci sınıflardan çok sevdiğim yaren gidiyor ikinci dönem, hastasıydım kendisinin. aa dur, seninle son konuştuğumuz gün n'oldu biliyo musun, duysan bu da çok saçma. ağlamıştım baya hatırlarsın (şu an koltukta karşında oturuyor gibiyim di mi, öyle heyecanla anlatıyorum. ama değilim işte, bir daha oturmayacağız. nasıl olsa son kez yazıyorum, tekrar hayatımı s*ktiğin için teşekkür ederim) sınıfa girdiğimde ağladığım belli oluyordu haliyle, çünkü insan gibi ağlamamıştım o gün. altıncı sınıflarda umut diye bir çocuk var, beni görünce "öğretmenim ağlamışsınız, biri mi üzdü sizi, üzdüyse ben dövebilirim lütfen ağlamayın" dedi. çocuğun adı umut. beni üzeni dövecekmiş. ben seninle telefonu kapadığımda çocuk parkındaydım.
hayat işte, ne gelirse yaşıyorsun. gözünün içine bakıyorlar. en fazla şehir değiştirebiliyorum ben de. zil sesini değiştirebiliyorum telefonun. sen aradığında çıkan fotoğrafını silebiliyorum ekrandan. dahası umarım gelecek zamanlara. gelecek de uzun sürüyor, bekliyorum öylece.
*
cesarete ve korkuya, söze ve sessizliğe, direnişe ve yenilgiye yazacağım. toprağa, kediye, suya, insana, ele avuca sığdıramadığım her duyguya. bak yıllar sonra karşıma çıkmaya kalkarsan diye söylüyorum, sanıyorum bu acıdan dolayı ölmem. en olası ihtimal patlamada, saldırıda falan giderim kısa vadede. ülke malum, pek müsait. aklım çıkıyor sana bir şey olursa diye. öfkem ve kırgınlığım baki, ama aldığın nefesin onlarla bir alakası yok. insan olarak, seni ve sağlığını hep merak edeceğim.
*
"emin misin?"
diye sorduğumda bilmediğini ileten sesin. hiçbirimiz kazık çakmıyoruz dünyaya, sesin kaydı olmalı. keşke.
*
kötü olan ne biliyo musun, kendini savunurken 'ben bunu isterken sen yoktun ki' diyebilmen. sana, ben girdikten sonra hayatında değişen bir şey olmadığını söylemek zordu hakikaten, bilmeni istiyorum. ve en can alıcı noktamız, yıllardır istediğin şey ben hayatına girdikten sonra gerçekleşiyor! bunca zamandır olmasın, benim aklımı yitirecek dönemimde hoop talih dönsün! kendime hayrım dokunmadı ama bence sana şans getirdim, teşekkür etseydin keşke vedalaşmadan. atlamazdın böyle incelikleri ama neyse artık.
*
içim parçalandı bayağı, ama kendini etrafındaki insanlar için ayakta kalmaya zorlamak ne demekmiş tam olarak anladım. zaten gündemdeki hiçbir şey de kişisel dertlenmeye izin vermiyor. dün bir arkadaşım "seni takip ederken meclis tv'yi izliyormuş gibi hissediyorum" dedi. ama şu destan gibi yazıyı yazarken bile elli kere utanıp pişman oldum. kum torbasıymış gibi düşüneceğim artık. bilmem kaç milyar yıllık insanlık tarihinde şu dönem mi allahım ya, gerçekten mi?
*
ekşi sözlük, çok yazmıyordum zaten ama seni takip etmemek de en akıllı iş bence şu an. özdemir bıraktı mesela, daha huzurlu içten içe. çok kirletiyorlar her şeyi. çocuk öldürülmesini savunan insanlar göğe çıkıyor. ben öylesiyle baş edebilecek biri olsaydım zaten ohoo.
*
yavaş yavaş delirdim kimse fark etmedi diyerek giden ipek ertürk'ü hatırlayın. hak verdiğinizi biliyorum. onur yaser can ve annesini götüren balkonu. ethem'i, berkin'i, ali ismail'i. yorum'un şarkılarını bırakmayın. kardeş türküler'i. bu ülkenin çaldığı çocukları. sümbül kokularını, bana bugün getirdi birisi. 15 yaşında tecavüze uğradığında "neden direnmedin?" diyen mahkemeye "beni aşağılayan mahkemenize gelmeyeceğim" deme cesaretini gösteren kızı. ve yine mahkeme heyetine "takdiri size bırakıyorum, tabii eğer takdir sizinse" golünü atan avukatları. yazamadığım daha nicesini. bu ülkeyi hatırlayın.
*
"acılarınıza iyi bakın, sevinçlerinize iyi bakın"
ve aşka, sevgiye, dostluğa, inanca.
yalana, atılamayan değil atılmayan adımlara, kalp kırıklıklarına, yangın yerlerine.
hepsine iyi bakın. hepsi tek tek yaşanıyor. dağıtıyor da.
*
umut; yitip gitti. şimdilik, bağışlayamıyorum.