askerde gördüğü ayrımcılığa isyan etmiş, sonradan giydiği tişörtün üzerine de kocaman harflerle "ne mutlu insanım diyene" diye yazdırmış ermeni müzisyen. güzel adam.
- - - alıntı - - -
şimşeklerle yırtılan kül rengi gecenin yağmurlarından geçip girdiğim karanlık salonda yanan tek spotun yalnız ışığı altında, gözleri bizim görmediğimiz bir başka yerin esrarına dalmışa benzeyen, siyahlar giyinmiş bir adam, sarışın lüleleri yüzüne dökülmüş güzel bir kadının tuttuğu mikrofona bir ağıt söylüyordu.
günter grass'ın hiç büyümeyen çocuk kahramanının bütün katedrallerin pencerelerini parçalayan tiz sesinden en pes perdelere dalga dalga yükselip alçalan, erguvan rengi bir erkek sesi, müziğini ve sözlerini o anda ruhunda dolaşan karmaşadan yarattığı ağıtı yakıyordu.
ağıt, 'hepimiz insanız' diye başlıyordu, 'ben ermeni'ysem sizden farklı değilim'.
sonra türkçe'den ermenice'ye dönüyordu ağıt.
'onno ahbar onno ahbar' diye haykırarak, bir uçak kazasında kaybolan ağabeye ulaşmaya çabalıyor, ulaşamamanın bütün çaresizliğini sesine ve bizim anlamadığımız ama hissettiğimiz sözlerine döküyordu.
karanlık salondaki taş kesilmiş kalabalık, mikrofonu tutan ve yüzünü saklamaya çalışan sezen
aksu'yla birlikte 'onno ahbar'a söylenen ermenice ağıta ağlıyordu; abisini sonsuza uçurmuş küçük kardeşin 'sen duvarın arkasındasın, ben duvarın arkasını görüyorum' diyen sözleriyle birlikte bütün insanlar 'duvarın' arkasına geçiyor, dilini, dinini, ırkını duvarın berisinde bırakıyordu.
o ağıtı dinlerken hepimiz ermeni'ydik.
küçük uçağıyla uçup giden 'onno' hepimizin 'ahbar'ıydı.
ölümün örsüyle biçimlenmiş çile, onno'nun arkasına geçtiği duvarla birlikte bütün duvarları yıkıyordu.
sadece bir çığlık kalıyordu dinleyenlerin ruhunda: 'onno ahbaaar, onno ahbaaar'!
o, boşluktan bakan siyahlar giyinmiş küçük kardeşin abisine yaktığı ağıta, 'hepimiz insanız, ben ermeni'ysem sizden farklı değilim' diye başlamasının anlamını, onno ahbar'a duyulan acı içinde dinlerken pek kavramamış, şöyle bir duyup geçmiştik.
genç kuşağın parlak kalemlerinden nebil özgentürk ise, gidip o cümleyi yakalamıştı. arto tunç'la yaptığı konuşmada, bir ağıtın niye öyle başladığının bütün ipuçlan vardı.
floryalı ermeni arto askere gittiğinde, bir binbaşı adını sormuş.
— arto komutanım, demiş. binbaşı bu ismi beğenmemiş.
— ordu komutanı böyle isimleri sevmez, o yüzden senin adın arif olacak.
arto itiraz etmiş:
— komutanım, babamın koyduğu adı nasıl değiştirebilirim.
ve yedi ay binbaşıdan dayak yemiş adını değiştirmediği için.
o dayaklara sessizce katlanırken, bir gün bir astsubay 'ben sizin gibilere ne yapılacağını bilirim!' deyince artık dayanamamış, ağlayarak bağırmaya başlamış:
— kim bizim gibiler, kime ne yaptım ben, allah'ın yanında elime dürbün vermediler ki hangi milletten olayım diye, öyle bir şans hiçbirimizde yok.
isminden dolayı dayak yiyen, dininden dolayı aşağılanan bu ermeni çocuğuna başka subaylar sahip çıkıp kurtarmışlar.
ama belli ki yaralanmış, askerden sonra ayrılıp gitmiş doğduğu topraklardan, new york'a yerleşmiş, dünyanın en ünlü müzisyenlerine eşlik edip kendine parlak bir yer edinmiş.
aradan geçen bunca zamana rağmen, abisinin ölümüne duyduğu acıyla bir ağıt yaktığında, belli ki derinlerde iz bırakmış bütün acılar ortaya çıkmış, onun için yağmurlu bir istanbul gecesinde bir ölüme yakılan ağıt, 'hepimiz insanız, ben ermeni'ysem sizden farklı değilim' diye başlamış. onun için giydiği siyah tişörtün üzerine 'ne mutlu insanim diyene' diye yazmış.
gençliği bizim bilmediğimiz kederlerle örselenmiş o ermeni çocuğunun, ölüm vurgununu yiyen sesinden yayılan ağıtını karanlık bir salonda dinledikten sonra kül rengi yağmurların altına çıkanlar, bütün duvarların, o gece ölüme haykıran bir erkek sesiyle yıkıldığını ruhlarında duydular.
hayatları boyunca unutmayacakları ermenice bir çığlık kaldı içlerinde:
'onno ahbaaar, onno ahbaaar...'
- - - alıntı - - -
(bkz:
ahmet altan)
(bkz:
ve kırar göğsüne bastırırken)