gidilen ülke insan gibi bir yerse, "çok absürd bir şey olmazsa kimse bana burda bir şey yapmayacak" hissi. aynen herhangi bir sebeple korkuya kapılıp, tedirgin olup, mesela çıldırmış bir köpekle burun buruna geldikten sonra o tehlikeden kurtulmak gibi... güvende hissetmek yani, güvende hissetmenin verdiği o çocuksu sevinç..
türkiye'nin farklı şehirlerinde güvensizlik hissimin arttığı oldu ama kendimi tam güvende hissettiğim bir yer pek hatırlamıyorum. illa çıkıyor bir yerlerden insanı geren bir tip, hiçbir şey çıkmasa şahin görünümlü doğan çıkıyor.
aynı şekilde korkudan bütün zamanımı diken üzerinde ve mirket gibi sürekli sağıma soluma bakarak geçirdiğim ülkeler de oldu (afrika ülkeleri), ama tam tersi şekilde sürüsünün güvencesi altında kendini su birikintisine atan bufalo yavrusu gibi sokaklarında kollarımı aça aça dolaştığım ülkeler de oldu.
oralarda sokaklar arabalar hava tertemiz.
burada ise gri bir atmosferdeyiz ve heryer toz içinde.
yazarın tüm söylediklerine katılıyorum ve şunu ekliyorum..
-suriyelilerle yaşamak zorunda bırakıldığımızı
aslında güzellik açısından harika topraklara sahip olduğumuzu ancak bunların hiçbirinin olması gerektiği şekilde kullanılmadığının farkına vardım.adamlar, ülkemizde olsa herkesin burun kıvıracağı toprak parçalarını bile o kadar verimli ve bir o kadar da estetik kullanıyor ki görünce dumura uğramakla birlikte ulan be biz niye böyle değiliz sorusu akıllarda canlanıyor.
ailemi ve memleketimi ne kadar çok sevdiğimi.
beni şoke eden sey mimari olmustu. basta istanbul olmak uzere, inanilmaz duzeyde carpik bir kentlesme ve ultra zevksiz, ruhsuz binalara sahibiz. londra, amsterdam, prag gibi sehirleri yani kendi caplarinda ulkelerinin en buyuklerini gorunce populasyona ragmen nefes alan tarihi binalari inanilmaz bir hayranlik hissi uyandirdi bende. harbi filimlerdeki giibiymis ya la dedim.
ulkemizin insani agresifse ekonomik ve de politik nedenlerin disinda bence bir neden de bu: asiri ruhsuz, goruntu kirliligi veren, insanimizi bogan yapilasma... binalarin o negatif enerjisi butun gucumuzu emiyor.
gezdiğim onca ülkeden sonra fark ettiğim ana husus, burada bir bok çukurunun içinde yaşamaya çalışıyor olduğumuz. yaşıyor bile değiliz, yaşamaya çalışıyoruz.
lan burada da evler ağaçlar var, kedi,köpekler bile aynı.
almanya için konuşayım, kusura bakmayın ama bizim insanımızın çoğunda görgüsüzlük ve kompleks var.
geliri ne olursa olsun kafayı pahalı kıyafet araba mekan ile bozmuş ve tabii bunun reklamıyla. karşısındaki insanı da buna göre değerlendiriyor. almanlarda bunu görmedim, en azından denk geldiklerimde. burada da sosyo ekonomik sınıflar var ama daha geçirgenler kendi aralarında. geleli 2 yıl olan ve bu sürede sadece getir benzeri bir iş yapan arkadaşım doktor bir almanla evlendi geçen. bunun türkiyede olma olasılığı çok daha düşük. mesleği öğrenince direkt aşağı görüyor bizim millet.
ya ben bu durumu biraz arap ülkelerindeki esmer kadınların abartılı beyazlatıcı makyaj kullanmasına benzetiyorum biraz.
yaşadığımız hayat hayat mıymış aqu