yazarların çıplak gözle şahit olduğu 18+ olaylar
Next (2) - Last Page (192)

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

yıl 2005
aylardan temmuz.

genciz daha, deli dolu. o dönem çok iyi anlaştığım motor düşkünü bir arkadaşım var. adı vahit. koş koş vahit. cafede takılırken bu motoru kaldırıma çeker ve el işaretiyle ''koş koş'' deyip alır götürür. evdeysem telefon eder '' koş ula, aşağıda seni bekliyorum'' der, yine alır götürür. kapalı ortamda pek duramaz, daha doğrusu hiperaktif olduğu için hareketi çok sever. sevgilisi vardı, kız bunun hızına yetişemeyince tartışıp ayrıldılar. bu da terk edilince rahatlamak için '' koş reis, sahile gidip demlenelim'' diye beni aradı. aslında o kıza deli gibi aşıktı...

bindik motora eskihisar sahiline gidiyoruz. orada meşhur bir çınar ağacımız var, hemen yanında da sandala oturup bira içeceğiz. hem içip hem dertleşeceğiz. tuna2 sandalın ismi. bizim sandalımız.

feribot yoluna girdik, akşam saat 10 civarı. 4 şeritli geniş bir yol. yokuş aşağıya gidiyoruz. yalova'dan gelen araçlar da vapurdan inip gebze merkeze gidiyorlar. sakin olan yol o an hareketlenmeye başlıyor. belli ki vapur yanaşmış ve araçlar yola çıkmış. karşıdan gelen bir araç da şerit değiştiriyor. araç resmen bizim şeride doğru kayıyor. anlık bir olay. böyle saniyelik. hızla akıyor araba. lan lannn diye bağırıyor vahit. bağırırken sağ bacağıma sertçe vurup kalkkkkkkk diye çığlık atıyor. kalkar kalkmaz havada uçtuğumuzu hatırlıyorum.

araçla kafa kafaya çarpışıyoruz, şimşek çarpması gibi. gümm.

hani derler ki; insanlar ölüm anında bile algısını kaybetmez derler. giyotinle kafaları kopsa bile o 1-2 saniye kadar bilinci yerinde olurmuş. kopan kafası cansız bedenine doğru dönük kalmışsa kendini o idam sehpasında bile görürmüş.

tak diye yere düşüyoruz biz de. vahit'in kalk diye bağırması da dengeli bir şekilde düşüp belimizden kuvvet almamız içinmiş ama vahit'te kask var bende yok. sürükleniyoruz böyle asvaltta. sağ tarafımızda bariyerler var. yavaş yavaş oraya kayıyoruz. hızımı yavaşlatmak için ellerimi olanca gücümle yere bastırıyorum ama öyle bir acıyor ki salise bile sürmüyor. vahit'e çarpıyorum ama ona tutunmak bile aklıma gelmiyor. insan bir kaza anında, yani ölüme giderken, bunları düşünebilir mi? inanın o 7-8 saniyede her şeyi düşünüyor. aklımda tek şey var o da bariyerler. sürüklenirken bariyerlere bakıyorum, iyice dibine kadar yaklaşınca gözümü kapıyorum ve birdenbire takla atarak çimenlerde yuvarlanıyorum.

bitmiş bariyer.
çimenlik küçük bir alanda öylece uzanıyorum. tepemde bir sürü yıldız. sonra yıldızlar azalmaya başlıyor, onların yerini insan kafaları alıyor. '' ellemeyin, bırakın, kimse dokunmasın, ambulans, ambulansı arayın...'' bir sürü uğultu. gözüm kapanıyor...

sonra bir ıslaklık. pet şişeyle yüzüm ovalanıyor '' iyi misin? adın ne? iyi misin? cevap ver''

yavaş yavaş ayağa kalkmak istiyorum ''dur dur, kıpırdama'' kulağımda bir sürü vızıltı. yine de doğruluyorum. insanları itekleyerek vahit'in olduğu yere yürüyorum. orası daha kalabalık. yolun kenarında dörtlüleri yakmış bir sürü araç. siren sesleri geliyor, yanıp sönen mavi ışıklar ve o ışıklardan inen sarı yelekli sedyeli insanlar.

hepsi vahit'e koşuyor. bir şeyler ters belli. biri koluma girecek gibi oluyor hızlanıyorum. vahit yerde, onu görüyorum. iyice yaklaşıyorum. gözleri kapalı. her yer kan. bacağı yok. diz hizasından kopmuş bacağı. bacağı şurada diye bağırıyor bir adam. kopan bacağına gidip kesik tarafı yukarıda kalacak şekilde alıyorlar. böyle mızrak gibi havaya kaldırıp ambulansa koşuyorlar. ayakkabısı ayağında. çıkmamış ayakkabı. bembeyaz. onda hiç kan yok. hemen vahit'i de araca bindiriyorlar ama vahit kanlar içinde. bacağı nereye koyacağını şaşırıyor görevli, olduğum yere kusuyorum. ''siz gidin, gidin '' diye ambulansa bağırıyorlar. ambulans kapılarını kapatıyor. yine mavi ışıklar, polisler de var. bağıran da polis. "gidin, gidin çabuk"

yanda bindiğimiz motor ikiye ayrılmış duruyor. çarpan aracın da önü dağılmış, şoför çömelmiş saçını yoluyor. bizim şeritte ne işi vardı ki? kesin uyumuş ama ağlaya ağlaya inkar ediyor. sonrasında bir sürü mahkeme.

vahit'i yoğun bakıma alıyorlar. bacağı parçalanarak koptuğu için yerine dikilemeyeceği söyleniyor. bir sürü operasyon. aylarca hastane yatışı. velhasılı şahit olduğum en dehşet verici olay yine de ölümle bitmiyor. ben santimlerle bariyerlerden kurtulurken, vahit'i bariyer biçiyor. parmak ve bilekten 3-5 küçük çatlak, 2 kaburga kırığı ve yara bere harici bana bir şey olmazken '' koş koş vahit'' artık yürüyemez hale geliyor ama yine de hayattan kopmuyor.

aylar sonra tuna2'ye oturup içkimizi içiyoruz. içtikçe geçmiş olsun'a dahi gelmeyen kız arkadaşına sövüyoruz. her ayrılık insandan bir şeyleri alıp götürür derler. vahit de" ben bacağımı değil kalbimi bıraktım oraya" diyor. aslında hayattan böyle kopuluyor ama o bunu itiraf edemiyor. ben de söyleyemiyorum. susuyorum. aşk tuhaf şey.
1422 favorites - -
debe editi: ilgi, merak ve mesajlarınız için teşekkürler herkese.insanın arkasına baktığında kendisiyle gurur duyacağı en az birşey olması güzel.bunlar hayata tutunduran, motive eden detaylar.hazır debe editi yaparken araya imla düzeltmelerini de kıstırdım.*

gece arkadaşlarla içip kağıt oynadığımız bi sırada apartmanın içinden sesler duyduk.dikkat kesilip dinlediğimizde polis telsiz sesleri geliyordu.
kapıyı açıp “ne oluyor?” diye sorduğumuzda; “intihar var!” diye yanıt geldi.
çıkıp bakayım dedim, polis bi kapıdan içeri sesleniyor ama açan yok.ihbar varmış.
neden kırmıyorsunuz, girmiyorsunuz dediğimde savcı izni beklediklerini söylediler.
gariptir ki o adrenalinle haneye tecavüz riskini alarak yan komşunun balkonundan eve atladım.
yatakta kanlar içinde yatan bi kız vardı.polise de kapıyı açtım.yerler kan gölüydü.
iki bileğini de kesmiş ve yarı baygın titriyordu.
bulduğum havluları bileklerine basıp, yukarıda tuttum ve uyanık tutmaya çalıştım.
o sırada ambulans geldi (30 dk sonra) ve o kızcağız doktora göre benim sayemde kurtulmuştu, bilemem.

daha sonra o gece uğruna intihar ettiği adamla evlendi ve hatta gelinlik-damatlıkla askere ziyaretime gelmişlerdi.
başı kötü, sonu güzel bi +18 anı işte bu da.
402 favorites - -
12 yaşlarındaydım. bir cumartesi sabahıydı. sınıf arkadaşım burak bize gelmişti. ishal olduğu için evde vakit geçirecektik. tsubasa izleyecektik ve evde abimle beraber üçümüz varız.

sobanın arkasına oturmuş tsubasa izlerken birden abim odaya girdi. elindeki pet şişeyi apartopar sobaya sokmaya çalışıyordu. biz ne olduğunu anlamak için burak’la hem olayı izliyor hem de arada birbirimize bakıyorduk. abim pet şişeyi sobaya soktu ve koşarak dışarıya çıktı. burak’a döndüm;

- bir şey olacakmış gibi hissediyorum.
- ben de.

birbirimize bakıyorduk ki birden bacalardan ateş fışkırdı. yer yarıldı, yıldızlar gökten yağdı. camlar patladı, komşular çığlık attı. amına koyduk ortalığın.

abim deney yapıyormuş. pet şişenin içine yarıya kadar benzin mi koymuş ne koymuşsa. kirpik mirpik cam çerçeve perde koltuk ne varsa amına koydu abim.

deneysiz kimya düşünülemezmiş. öyle dedi bir de.

burak’a da annem don verdi akşam. sağlam kalan, yanmamış olanlardan.
626 favorites - -
allah belanızı vermesin seks hikayesi okumaya geldik cesetler havada uçuşuyormuş meğer.

insanı depresyona sokan olaylardır.
297 favorites - -
lisede beden eğitimi dersindeyiz. sınıfta levent isimli bir arkadaş var. boy 1.90 civarı. bu eleman, bahçedeki basketbol potalarına smaç basabiliyor. aşağı yukarı her beden eğitimi dersinde, bu yavşak levent gidip potalardan birine smaç basıyor. etraftaki kızlı erkekli kalabalık da 'ouvvv, helal, bi daha bi daha...' tezahüratı yapıyor. tabii bizimki de güven patlaması yaşıyor bu sayede.
sınıfta bir de ali isimli bir süzme var. levent'le samimi ama levent'in bu hareketine hepimiz gibi o da uyuz oluyor.
neyse efenim. derste, rahat hazrol sağa dön sola dön faslının ardından, hoca herkesi serbest bırakmış. sınıfın kızları ikişerli üçerli gruplar halinde sahanın etrafında turluyorlar. benim de dahil olduğum bir grup, basketbol sahasında minyatür kale futbol oynuyor. geri kalanların nerede olduğu belli değil.
bundan sonra anlatacağım kısmın böyle uzun uzun yazıldığına bakmayın, hepi topu 6-7 saniye sürmüştür ama olaya şahit olan bizler için uzun metrajlı bir film tadındaydı.
devam edelim:
bizim futbol maçının en civcivli anında, bir anda levent sahanın kenarından bitiveriyor. elindeki basket topuyla bizim atak yapmakta olduğumuz kalenin olduğu potaya yüklenip smacı basıyor. smaca yükselirken her zaman yaptığı gibi, ooeeeehhhh vuuoooooo gibi herhangi bir anlamı olmayan hayvanca sesler çıkararak, etraftaki tüm kızların kendisine bakmasını sağlıyor.
smacı basmış, potaya asılmış ve armut gibi potada sallanıyor. her zamanki gibi, herkes levent'e bakıyor. potanın altındaki kalenin dibinde de ali var. ali bir anda uzanıp levent'in eşofmanına asılıyor ve bileklerine kadar indiriyor. adam eşofmana nasıl asıldıysa, eşofmanla birlikte levent'in don da bileklere kadar iniyor.
hiç beklemediğimiz bir anda, yaklaşık bir buçuk iki metre yükseklikte levent'in kabak gibi götüyle tanışıyoruz. olaya sahanın yan tarafından şahit olanlar ise, levent'in kısmen kabak götüyle kısmen de kıllı pipisiyle göz göze geliyorlar. potanın arka tarafındaki birkaç kız öğrenci ise, iki metre yükseklikten kendilerine gülümseyen levent'in kıllı pipisiyle müşerref oluyorlar.
bu bir iki saniyelik tanışma faslının ardından, levent panik içinde kontrolü kaybediyor. aynı anda hem potaya asılıp hem donunu çekmek gibi mitolojik bir güce sahip olmadığı için, bir eliyle potaya asılmaya devam edip diğer eliyle donunu yukarı çekmeye çalışıyor.
'amma saçma. aşağı atlayıp donunu niye çekmiyor?' demeyin, bunun cevabını levent bile bilmiyor. muhtemelen o anki panik ve utanç içinde ne yaptığının o da farkında değil.
bir eliyle potada asılı, diğer eliyle donunu çekmeye çalışırken, doğal olarak kontrolü kaybediyor ve hemen potanın altında duran, demirden yapılmış minyatür kalenin üzerine, tam kolunun üstüne düşüyor.
levent'in çığlıkları arasında yanına koşuyoruz. kolu dirseğinin oralardan bir yerlerden kırılmış ve kemik eti yararak dışarı fırlamış.
...o anda levent'in kırık kolu mu daha iğrenç görünüyordu yoksa aylardır tıraş edilmemiş kıllı pipisi mi emin değilim...
o hengamede levent'in donunu tekrar yukarı çekme işi ne gariptir ki ali'ye düşüyor...

not: tek olayla, +18'in iki anlamının da hakkını verdiğimi düşünüyorum. umarım okuyan herkes bu entryde aradığını bulmuştur.
556 favorites - -
evden yeni yeni uzaklaşıp bireysel takılmaya başladığımız yıllar ve yaşım 16 falan...

salaş pastane ortamlarını yaşı yetenler bilir. ben o zaman bilmiyordum. vitrin dolabında duran keşküllere gözümün takıldığı bir mekana girdim. girişte satışın yapıldığı tezgah, onun arkasında tünel gibi girişi olan oturma salonu var.
"abi, bana bir keşkül verir misin? " diyerek daldım içeri ve oturur oturmaz siparişim önüme geldi. ben tam kaşığı daldırmaya niyetlendiğim anda düştüğüm ortamı farkettim.

hemen 2 masa önümde bir çift öpüşüyordu. ilk bakışta kızın kolu kırık sandım. değilmiş. kızı vakumlayan arkadaşın kolu kızın kazağından içeri girmiş.
arka köşede oturan yaşları 40 civarı bir çift vardı. dilleri ile öpüşürlerken, adamın eli kadının külodunda geziniyor. kadın da adamın dalgayı çıkarmış avucun içinde sıkıyor. masa altından ben de bu manzarayı gördükten sonra kaşığımı tereddütlü bir şekilde keşkülüme daldırıyorum. bir kaşık aldıktan sonra, bir başka çift gözüme çarpıyor.

mantolu ve başörtülü bir genç kız sandalyede otururken erkek arkadaşı bacaklarının arasına girmiş hunharca sürtünüyordu.
kısa geçeyim. o an ortamda bulunan herkes bir şekilde çatır çatır sevişiyordu. ben önümde duran keşkül tabağı ve bir bardak su ile malak gibi aralarına düşmüştüm. ruhani bir varlık gibi duruyordum. kimse benim orada olduğumun farkında değil ama ben herkesi izliyorum. işletme sahibi kasada sigarasını içiyor. garsonlar masadan boşları alıyor. kimsenin umurunda değil ve ben hariç herkes rutinini yaşıyor. asıl artı 18 mevzusu kasada dönüyormuş. sonradan öğrendim. ben keşkülün parasını verirken, garson tezgahtara "tek"* diye seslendi. normal tarife ödedim. çiftlere tipine göre pavyon hesabı çıkartıyorlarmış.

şimdi bana atıyorsun diyenler olacaktır. 90'lı yıllarda bu gibi ortamlar oldukça fazlaydı. bu durumu da bilen bilir.
215 favorites - -
yıl 2003 veya 2004. sitenin bahçesinde voleybol oynuyorduk. top blokların dibine gitmiş ve ben almıştım. tam geri dönüyorum sahaya, arkamdan pat diye ses geldi. alt komşumuzun altı aylık ikizlerinden birisi, altıncı kattaki evlerinin balkonundan düşmüş. düşme sesine arkamı döndüğümde, 2-3 metre arkamda bebeği görünce çok korkmuş ve hemen bağırmıştım. şansımıza bebek beton rögar kapağının 10-15 cm kadar yanına, çimen zemine düşmüştü. ayrıca komşularımızdan birisi olan bir doktor da o anda bizimle voleybol oynuyordu ve hemen ilk muayenesini yapmıştı. çocuk şu anda gayet sağlıklı.

bebeğin düştükten sonraki gözü kapalı, baygın ve hafiften morarmaya başlayan yüz ifadesi hâlâ gözümün önünden gitmez. annesinin aşağıya koşması, feryadı da cabası.

yıllar sonra evlendim ve evim de 8'inci katta. bu olayın etkisiyle her zaman diken üstünde hissediyorum. 4 yaşındaki kızımı asla tek başına balkonda bırakmıyorum, hatta balkon kapısını her zaman kilitli tutuyorum. hatta eşim bir şey olmaz, gereksiz endişe ediyorsun falan dediğinde, kızıyorum. elimde değil, korkuyorum.
241 favorites - -
18. yaş günümü "melekgirmez" olarak tabir edilen bir sokağın girişinde yer alan bir mekanda içerek kutladık arkadaşlarla. şehir ismi vermiyorum, bilenler vardır illa. mekanın önündeki masalarda içkilerimizi içerken 2 yandaki mekandan kavga sesleri yükseldi, mekanın dışına bir kaç adam çıktı, önce bıçaklar ardından silahlar çekildi, mermiler havada uçuşuyor derken, kaçmaya çalışan adamlardan biri tam yanımızdan geçmekteyken arkasından gelen bir diğer kişi bunu yakaladı, dizlerinin üstüne düşürdükten sonra gözlerimizin önünde kırık şarap şişesiyle boğazını kesti ve yere bıraktı adamı. donup kalmış, hareket edememiştik. sonradan öğrendik ki, mekanda kons. varmış, bu boğazı kesilen herifte konslardan birine aşık olmuş, kurtarıcam seni bu hayattan derken, boğazı kesilerek kendi bu hayattan koparılmış.

(bkz: a true story of mine)

p.s : kırıkkale, adana veya aksaray değil arkadaşlar. ama bu üçgenin ortasında yer alıyor.

p.s 2 : nevşehir ürgüp gençler. haha 100 kişiden tahmin geldi en çok söylenen kırıkkale oldu, buradan selamlar
494 favorites - -
yıl 2014 sanırım bu aylardayız, aralık-ocak gibi. hava istanbul'da kapalı, yağdı yağacak. saat 23:00 suları, içerenköy'de bir arkadaşım yemeğe davet etmişti onun evinden yola çıktım ankara'ya doğru.

saat 02:00 sularında uyku bastırmaya başladı kenara çektim uyudum 2 saat kadar, uyandığımda epey kendime gelmiştim. tekrar yola çıktım cankurtaran mevkii denen yerde sağda yan yatmış kırmızı alman malı bir araba gördüm. yol ıssız, hava buz gibi yağışlı. durdum arabanın arkasında indim, bir kadın ve bir erkek gözleri kapalı yüzleri kan içinde.

bana o an ne olduysa, cenaze yıkanışını 5 dk görüp 3 gün yemek yiyemeyen ben oldum adeta bir doktor. ikisinin de şah damarına elimi koyup atmadığını gördüm. 112'yi aradım, durumu anlatırken "şahıslar eks" dedim. ambulans gelene kadar da bekledim, ambulanstan inen hemşire "-sağlıkçı mısınız" dedi, "-hayır neden" dedim, "çağrı merkezimizden öyle bilgi verdiler" dedi.

hayatım boyunca soğuk kanlı olma hakkımın tamamını orada kullanmışımdır bence. sonrasında da hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam ettim. şimdi olsa yine yapar mıyım emin değilim. insan ilginç bir varlık.
248 favorites - -
türkiye’nin en ufak ve zor illerinden bir tanesinde mecburi hizmetimi yaparken yerel halktan keyifli bir arkadaş çevresi kuruyorum. emlakçı ahmet, başkan haydar, eczacı veli, nakliyatçı mazlum. hepsi 40-50 yaşlarında hayat dolu abiler. kimi zaman okey oynuyoruz, kimi zaman sohbet muhabbet, kimi zaman da kendimizce eğleniyoruz.

yaz aylarının son demlerinden bir akşam şehrin dışında kayalıklarda sohbet muhabbet edip gülüp eğlendiğimiz sırada sonraki gün emlakçı ahmet’in doğum günü olduğunu öğreniyoruz. ahmet’in klasik hareketi var, beni gördüğü anda bağırır avaz avaz “doktooooorrrr” diye. “doktoooorrr doğum günümde napıyoruz?” diyor. organizasyonu planlayıp evlerimize dağılıyoruz. ertesi gün her zamanki gibi erken kalkıp hastaneye gidiyorum, günlük mesaiyi bitirdikten sonra eve dönüyorum. koltuğa uzanıp günün yorgunluğunu atmaya başlayalı daha 15-20 dakika olmuşken ambulans sesi inletiyor sokakları. eyvah diyorum, yine birisi kaza geçirdi, kalk hazırlan sen yavaş yavaş. yanılmıyorum, hastaneden arıyorlar hemen, “hocam bir hasta intihar etmiş, ambulansla getiriyorlar bilginiz olsun”. hazırlanmışım zaten, hemen çıkıp gidiyorum hastaneye.

acile giriyorum, hastanın yanına. herkes başında, ilk müdahalesini yapıyorlar. kafasına sıkmış, kurşun sağ şakağından girmiş kafasının solundan çıkmış. solunum cihazına bağlayıp duran kalbine masaj yapıyorlar, geri dönüyor. o sırada muayenesini yapıyorum ben de hızlıca. bakıyorum, ümit yok, en temel refleksleri bile kayıp, dönmez, çok zor, dönse bile en iyi ihtimal bakım hastası...

ilk müdahale bittikten sonra hızlıca tomografiye alıyoruz. ameliyat edip de toparlayabileceğim bir şey yok, olan olmuş. hastayı yoğun bakıma çıkarmak üzere tomografiden çıkıyoruz. personel ve diğer doktor arkadaşlar hastayı yoğun bakıma götürürken kapıda onlarca insanın arasında en önde eczacı veli’yi görüyorum. durduruyor beni. “hasta nasıl” diyor hüngür hüngür ağlayarak. “hayırdır abi, yakının mı?” diye soruyorum. yüzüme boş bir ifadeyle bakarak “bizim ahmet” diyebiliyor sadece. bizim ahmet? hayat bir anlığına duruyor, herkes, herşey duruyor. kulaklarım uğulduyor, başım zonkluyor, yığılacak gibi oluyorum. nasıl bizim ahmet ya? ben muayene ettim şimdi, tanıyamadım ki!

yoğun bakıma çıkıyorum, bakıyorum, emlakçı ahmet. doğum gününde sıkmış kafasına. umudum yok, başındayım. daha sedyeden yatağına alamadan kalbi tekrar duruyor. 45 dakika masaj, faydasız. “hocam ölüm saati?” diyorlar. “18.47” yüzüne, saçına dokunuyorum. yolcu ediyorum. belki ruhu orada bir yerlerde beni görüyordur, vedalaşıyorum.

dışarı çıkıyorum, eşi, çocukları, bizim ekip; bir sürü insan kapıda. güzel bir şey söyleyemiyorum, ne diyebilirim ki? kelimeler boğazımda düğümleniyor, göz yaşları daha fazla durmuyor gözümde. ağlayarak “kaybettik” diyorum. o ana kadar onlarca kere söylemişim belki de bu kelimeyi soğukkanlılığımı koruyarak. ama bu sefer olmuyor. veli abi’ye sarılıyorum, yoksa yere düşeceğim. ne kadar ağladım, ne ara kantine oturdum, su içip kendime geldim bilmiyorum.

çok düşündüm. sedyede ilk yatarken muayene ettiğimde nasıl tanıyamadım ahmet’i diye. nasıl tanıyabilirdim ki? hayat dolu adamdı ahmet, mertti, cesurdu. korkusu yoktu. gülmeyi, eğlenmeyi severdi. gözlerinin içi parlardı. gözlerinin feri söndüğünde nasıl tanırdım ki?

sonrası, cenaze süreci, son uğurlama, bol bol hatırlama, anma, dua. ve geriye kalan belli belirsiz 1 adet foto.

mekanın cennet olsun
294 favorites - -
Next (2) - Last Page (192)