"mısır ile osmanlılar arasında savaş,
halep civarındaki
mercidabık'ta patlak verdi. mısır’ın sultânı, muhammed
kansu gavrî'ydi. savaşın sonunda mısır askerleri yenildi ve sultân gavrî, alevî illerine kaçarak dağda gözden kayboldu. (onun aşîretine bugün ‘
mehârize’ denmektedir) sultân selîm, alevî halep'e girdi. bu fırsattan yararlanan kimileri, sultân selîm'e gelip
aksak timur zamânında halep ve şam'da meydana gelen katliâmın sebebi olan alevîleri şikâyet ettiler (oysa timur kimi ulemâyı bağış ve maaşlarla kendi tarafına çekmişti). alevîlerin katledilmesinde siyasal bir yarar gören sultân selim bâzı ulemâdan alevîlerin ya da kâfirlerin katli için gereken o ünlü fetvâyı aldı. ve bu, onlar için allâh'ın hesap soracağı kara bir lekeydi. bu fetvalar
bağdat kerh'i olayına yol açmıştı; rusâfa ahâlisi, yâni bağdat'ın yarısı, diğer yarısı olan kerh'e saldırarak alevîlerin mallarını yağmalamış, kadınlarını esir almış, büyükleri öldürmüştü.
sultân selîm, on kişi üzerinde nüfûzu ya da yetkisi olan herkese bu konumunu ve yetkisini resmîleştiren ve görevlerini onaylayan ferman vereceği bahânesiyle halep'teki bütün ümerâ ve şeyhleri topladı. alevî ümerâ, mukaddemler ve şeyhler her yerden geldiler. öyle ki, sultân selîm'in önünde dokuz bin dört yüz kişi toplandılar. fetvâya dayanarak hepsini öldürdü, sonra alevîlerin din adına katledilmesini emretti!
bütün önderlerinin öldürülmesinden ve gavrî'nin kaçmasından sonra alevîler dehşet içinde kırlara kaçıp dağıldılar. ayak takımı da düzenli türk ordularıyla birlikte onların izini sürdü. alevîler batı suriye kıyı şeridi dağlarına kaçıyor, düzenli türk orduları onları izliyor ve ellerine geçirdiklerini öldürüyorlardı. o olaylar sırasında yalnızca halep'te ümerâ ve şeyhler dışında avâmdan kırk bin kişi öldürüldü. bu belâ diyârbekir, mardin, avâsım ve ardından türk alevîleri dulkadiroğullarının illerine ve geri kalan anadolu kentlerindeki alevîlere sıçradı.
şafiî mezhebine sığınmayan alevîlerin hepsi öldürülüyordu. türkler batı suriye kıyı şeridi dağlarına kaçanlara '
sürek' adını taktı ki, sürgün edilenler, sürülenler (
sürek avı: atlıların avını önüne katarak kovalaması) anlamına gelir; daha sonra bu kelime arapçalaştırılarak 'sûrâk'a dönüştü ve alevîlere uzun süre '
sûrâk', '
sevârîk’, dağlarına da
sûrâk dağı dendi. bugün de
sahyûn,
ümrâniyye ve
sâfita bucaklarında bu adla anılan kimi halep kökenliler vardır.
halep'te alevîlere yapılan zulümler giderek o denli arttı ki her tür işkence alevilere uygulanmaya başlandı.
sultân selîm, batı suriye kıyı şeridi dağlarının sarp olduğunu gördü ve alevîleri imhâ etmenin ancak kendisini mısır seferinden alıkoyacak uzun bir süreye yayılan uğraşlardan sonra gerçekleşebileceğini anladı. gerçekte alevîleri katletmesinin nedeni yalnızca siyasaldı, böylece sünnîleri kendi tarafına çekebilecekti. bu nedenle anadolu ve horasan'dan doksan bin çadır, yâni yarım milyon türk getirtti. bunları batı suriye kıyı şeridi dağlarının kalelerine ya da yüksek ve verimli mevkilerine yerleştirdi; kasıt, imha etsinler diye türk aşîretlerini alevîlere musallat etmekti. bu olay dağda bir fetret devrinin kapısını açtı.
türkler, daha çok
ebû kubeys kalesi, ümrâniyye bucağı ve
hulv dağı yörelerine yerleşti; böylece alevîler öldürülecek ve mısır yolu garantiye alınmış olacaktı. türkler aynı şekilde
büşrâğî,
siyânû köyü,
platunus kalesi,
sahyûn çevresi,
bayır ve
bucak'a yerleştiler. bugün
alîoğulları ve
kelbiye aşîretlerinin yaşadığı
ceble kasabası türklerle doldu. türkler bütün ceble ovası ve
lazkiye dolaylarını da işgâl edip lazkıye'deki alevîlere saldırdılar. kalenin batısında ve güneyinde deniz limanına kadarki bölgede oturan ve liman bölgesinin tümüyle ellerinde bulunduğu alevîler, bunun üzerine deniz tarafına kaçmak zorunda kaldı ve saldırılar sürünce hepsi de denizde boğuldu. lazkıye'de atalarının mezarı dışında alevîlerden eser kalmadı,hattâ kimileri bu mezarlar üzerinde bile hak iddiâ etti. oysa lazkıye son dönemde alevîlerin en büyük merkeziydi. ceble'ye de aynı şey oldu.
sultân selîm katliâm ve imha planını tamamlamak üzere otuz bin askerle birlikte, iki alevî kenti olan lazkıye ve
antakya'nın ortasına çadır kurmuştu; bu yüzden çadır kurduğu yere ordu (bugünkü
yayladağı) denir. orada on gün kaldı. ordu ve çevresine kemah türklerini yerleştirdi.
sultân selîm batı suriye kıyı şeridi dağlarını kendi hâline bırakıp şam'a, sonra mısır'a gitti. târih erbabının bildiği gibi katı yürekliğiyle ünlendiğinden kendisine '
yavuz' denmiştir. en ufak bir hatada ya da kendi görüşlerine aykırı bir görüş gördüğünde vezirlerini öldürür, yerlerine başkalarını atardı.
türkler
ebû kubeys kalesine
kartal kalesi,
ebû kubeys dağına da
kartal dağı adlarını verdiler. burası türk hükûmetinin merkeziydi.
buşrâğî adı da beşir ağa'nın arapçalaştırılmışıdır.
mehâlibe kalesine de
mürsel kalesi adını verdiler, bu da arapçalaşıp '
el-mürsâliyye kalesi' oldu.
alevîlerin dağı yoksuldu, kendi halkına bile yetecek kadar ürün vermiyordu; yarım milyon kişinin oraya yerleştirilmesi can güvensizliğine ve açlığa yol açtı. ebû kubeys ve ceble yörelerinin iklimi kötüydü; serin memleketlere ve karlı bölgelere alışık olan türkler hastalıklara yakalandı, açlıktan zora düştü ve dağların tepelerine sığınmış olan alevîler onlara saldırdı. zâten yurtlarını ve verimli topraklarını özleyen ve geçim yolları daralan türkler, elli yıl geçmeden helâk oldu ve şehirleri alevîlere teslîm ettiler. sonunda türklerden bugüne çok az bölge kaldı. bunlar bayır, bucak,
hısnülekrâd ve
hazzûr'da, birazı da lazkıye bazı kırsal koyleridir."