konuşma 54 yıl önce olmasıyla, gerçeklerin ve doğruların ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, zamansızlığını ve önlenemezliğini ispat ediyor.
en can alıcı paragraflardan birini de buraya bırakayım uzun diye hepsini okumak istemeyen dostlara: "(…) onlar fakir fukaranın her şeyini sömürdükleri gibi dinini de sömürürler. onları kandırmak için biz allah ile kul arasına girmeyiz. müslüman dini fakir fukaradan yanadır, zenginlere karşıdır. bizler din sömürücülüğü yapmamak, allah ile kul arasına girmemek için bunu bile söylemeyiz. işin aslı astarı şu: biz diyoruz ki işçi perişan! aldığı para kendini geçindirmiyor! hakkını alamıyor! onun hiç bir istikbali yok! emekli maaşı yok, köylünün de toprağa muhtaçlığı var, okula, suya, ışığa muhtaçlığı var. (…) biz bu gerçekleri söylüyoruz. karşımıza çıkıp da sizin söyledikleriniz doğru değil diyemiyorlar. (…) “bunlara kulak asmayın, bunlar dinsiz bunlar komünist sözlerdir” diyorlar. bu büyük gerçekler karşısında diyecek başka hiçbir sözleri yok, olamaz da! “işçi, köylü çalışıp çabalıyor. ağalar beyler! siz yan gelip yatıyor, onların kazancını yiyorsunuz” diyoruz. buna karşılık, bu dünyanın en büyük doğrusuna karşılık, ne diyebilirler? elbet iftira edecekler, size sövecekler. tek silahları bu! var mı ellerinde başka bir kozları?" görünen o ki 54 yılda pek bir şey değişmemiş ülkede.
"işçiler, köylüler, arkasız memurlar, esnaflar, topraksızlar, kazanında et yerine dert kaynayan analar! yani alın terinden, göz nurundan başka servetleri olmayanlar! size söylüyorum. sözüm sizedir! bir seçim daha geldi çattı. gene partiler senden rey [oy] istemeye çıktılar. gene binbir yalan dolanla göz boyamaya, senin alın terini, göz nurunu çalabilmek için bin dereden su getirmeye başladılar. biz geçen seçimde de karşına çıktık, buradan sana seslendik. türk tarihinde ilk defa sana fakir fukaranın, yoksulun, emeği yenmişin, hor görülmüşün sesini duyurduk. “yeter gayri çektiğimiz bunca acılar, bunca yoksulluklar, yeter gayri!” dedik. sebebini de bir bir söyledik. seni bir lokma ekmeğe, bir karış toprağa hasret kılan bu zengin partileridir dedik. artık aldanma, onlara rey verme, kendini de memleketini de bunların elinden kurtar dedik. sanki biz böyle dememişiz, doğruyu söylememişiz gibi götürdünüz de reylerinizi o zenginlere verdiniz. hem de zengin partilerinin en azgınına teslim ettiniz hükümeti. teslim ettiniz de başınız göğe erdi. alın işte, alın işte! sekiz aydır hükümetteler. gördünüz mü marifetlerini? alın işte! alın işte size mübarek olsun! çiçek edip de başınıza sokun! sekiz aydır meclisi bir dövüş meydanına çevirdiler. fiyatlar fırladı ki ardından ulaşılmaz. sen gittikçe yoksullaştın, zengin gittikçe zenginleşti. hükümet bunların elinde kaldıkça bekle arkadaş, bekle köylü, bekle işçi daha beterin beteri var. görünen köy kılavuz istemez, bunlar bu vatanı beladan belaya sokacaklar! hele azıcık bekleyin.
ama dur demek de elinizde. bir tek reyin başında, reyini onlara verme! bu memleketin kurtulması da yıkılması da sana bağlı. bir iyice düşün. işte buradan sana söylüyorum. yoksul bir köylü çocuğu olarak, işçinin köylünün yazarı olaraktan sana gene sesleniyorum. bu demokrasi büyük bir nimettir. sen bir tek reyle kendi alın yazını da, memleketin alın yazısını da değiştirebilirsin. ama bir tek reyinin kıymetini bilmen gerek. bu bir tek rey üstünde günlerce düşünmen gerek. bu bir tek rey, bir milleti batırır da çıkarır da. işte gördün verdiğin reyin sonucunu. memleket uçurumun ucunda. bütün kötülüklerin başı, zenginlerin gittikçe zenginleşmesi, fukaraların gittikçe fukaralaşmasıdır. bunu da yapan işte rey verip de (…) getirdiğin zenginlerin partisidir. onlar binlerce dönüm toprağa sahip, senin bir mezarlık toprağın da yok. onların kat kat apartmanları var, sen derme çatma bir kulübeyi bile bulamazsın. onlar kuş tüyü yatakta yatarlar, sen kuru yeri bile bulamazsın. onların sofralarından kuş sütü eksik değil, senin sofran mırmırık çorbasını bile görmez. sen çalışıp çabalarsın, çoluk çocuğunun karnını doyuramazsın, o yan gelip yatar elini ılıktan soğuğa vurmaz, bir eli yağda, bir eli baldadır. bir de sen götürür arkadaş, üstelik reyini bu padişah hayatı sürenlere verirsin. olur mu?
benim bu fukara kısmının gidişine de davranışına da aklım ermedi gitti! dünyanın neresinde görülmüş fakir fukaranın zenginlere, kendi kanını somuranların partisine oy verdiği? bu ne acayip iştir? bu ne akıldır? bütün dünyanın her yerinde fukaralar kendi partilerine, zenginlerse kendi partilerine rey verirler. bizim türkiye’nin fukaraları başka! dünyaya yeni bir icat çıkarıyorlar. götürüp de reylerini zengin partilerine veriyorlar. bütün dünyada şunu herkes bilir ki, zengin zenginden yana, fukara fukaradan yana yolda. bunu bilmeyecek, bunu düşünmeyecek ne var? bunu düşünemeyecek bunu anlamayacak bir şey yok ya! bana öyle geliyor ki bu zengin partileri bizim işçiyi, köylüyü bir iyice şaşırtıyorlar. köylüler, işçiler işi anlayıp da uyanmasınlar diye işi karman çorman edip milletin aklını karıştırıyorlar. bize akla hayale gelmedik iftiralar ediyorlar. üstümüze en iğrenç yalanları kusuyorlar. bize komünist diyorlar, bize dinsiz diyorlar. yalan söylüyorlar! alçaklık ediyorlar! ben size buradan sesleniyorum. türk milletine sesleniyorum: türkiye işçi partisi bir komünist partisi değildir. onun programı bir komünist partisi programı değildir. komünistlik, işçiler ile köylülerin el ele vererekten, isyan çıkarmaları, zengin hükümetlerini devirip iktidarı zorla ele geçirmeleridir. işçi ve köylü diktatoryasını kurarak, bütün öteki partileri kapatmalarıdır. türkiye işçi partisi’nin istekleriyle bu taban tabana zıttır. türkiye işçi partisi, anayasa ilkeleri içinde kurulmuş, demokrasiye, halkın oylarına inanmış, bir emekçi partisi, emekçilerinin tümünün partisidir. türkiye işçi partisi iktidara reyle gelir, iktidarı halkın reyiyle bırakır. (…)
türkiye işçi partisi yüz kere, bin kere her yerde her zaman söylemiştir: türkiye işçi partisi dine karşı değildir. işçiler köylüler niçin dine karşı olsunlar? bunun bir sebebi var mı? (…) onlar fakir fukaranın her şeyini sömürdükleri gibi dinini de sömürürler. onları kandırmak için biz allah ile kul arasına girmeyiz. müslüman dini fakir fukaradan yanadır, zenginlere karşıdır. bizler din sömürücülüğü yapmamak, allah ile kul arasına girmemek için bunu bile söylemeyiz. işin aslı astarı şu: biz diyoruz ki işçi perişan! aldığı para kendini geçindirmiyor! hakkını alamıyor! onun hiç bir istikbali yok! emekli maaşı yok, köylünün de toprağa muhtaçlığı var, okula, suya, ışığa muhtaçlığı var. (…) biz bu gerçekleri söylüyoruz. karşımıza çıkıp da sizin söyledikleriniz doğru değil diyemiyorlar. (…) “bunlara kulak asmayın, bunlar dinsiz bunlar komünist sözlerdir” diyorlar. bu büyük gerçekler karşısında diyecek başka hiçbir sözleri yok, olamaz da! “işçi, köylü çalışıp çabalıyor. ağalar beyler! siz yan gelip yatıyor, onların kazancını yiyorsunuz” diyoruz. buna karşılık, bu dünyanın en büyük doğrusuna karşılık, ne diyebilirler? elbet iftira edecekler, size sövecekler. tek silahları bu! var mı ellerinde başka bir kozları?
işte bu zenginler -avrupa, amerika zenginlerinin türkiye’deki bekçileri seni en can alıcı yerinden vurdular: senin karşına bir kır at çıkardılar. “sen kır atı iyi bilirsin, kır at sana hayinlik etmez” dediler. ama yazık ki bu kır at senin bildiğin ‘kır at’ değildir. bu kır atın dizgini amerika’daki morison firmasının türkiye bekçisi süleyman demirel’in elindedir, binicisi de amerika’dır. bu kıratın binicisi amerika’dır. süleyman demirel kıratın sadece bir seyisidir.
yoksulluk, topraksızlık, sürünmek… insanın alın yazısı bu değildir. yoksulluğu perişanlığı ancak işçiler ve köylüler memleketten söküp atabilirler. zenginler ve onların partileri bu memlekette hiçbir zaman iflah etmedi, hiçbir zaman iflah etmeyecekler. onlar bu memleketin başında kaldıkça gün günden kötü gelecek, bunu böylece bilesiniz, duyduk duymadık demeyesiniz. türkiye işçi partisi söylemedi demeyesiniz. emekçiler! kardeşlerim! türkiye, yeraltı-yerüstü zenginlikleri bakımından dünyanın en zengin memleketlerinden birisidir. perişanlığı da bu zenginler, bu vurdumduymazlardan dolayıdır. er geç türkiye, zenginlerden de, onların partilerinden de kurtulacaktır. köylüler, işçiler, (…) sizler kurtaracaksınız türkiye’yi. reylerinizle. bugün değilse yarın bizi anlayacak, türkiye işçi partisi’nin adamları bu vatanı canlarından fazla seviyorlar diyeceksiniz. bize inanacaksınız! doğru yolu bulmaya, akı karadan ayırt etmeye mecbursunuz! bu böyle sürüp gidemez! türkiye bunca geriliğe, türk halkı bunca yoksulluğa layık değildir!
emekçiler! kardeşlerim! türkiye işçi partisi ile birlikte el ele! el ele! el ele! güzel ve aydınlık günlere doğru!”
bu insanlar ömürlerini feda ettiler halklarını eğitmek, onları refah içinde yaşatmak için. enver gökçe, yaşar kemal, ilhan başgöz ve daha niceleri. hepsinin tek umudu köylüydü, işçiydi. emek sömürüsüne karşı çıktılar, parti kurdular, halka seslendiler, onlara anlattılar söylediler. bugün anlaşılmazsak bile yarın bizi anlarlar, bizi bilirler, seçerler dediler.
ben dünya tarihinde kendi evladını bu kadar hiçe sayan, onu dinlemeyen, okumuşunu hor gören ve hatta ona zulmeden başka bir halk görmedim. cahilliğe böyle sarılmış, devletçi, dinci otoritelerle beynini kiraya vermiş başka bir halk var mıdır? yüzyıllarca yıl padişahın ümmetinde, boyunduruğunda yaşamış halkın şimdi kendi hakkını tayin etmesini 100 senede anlatamadık. yok anlatamıyoruz, hala osmanlıcılık diriliyor, sorsan memleketin yarısı osmanlı geri gelsin istiyor. malumu da padişah yapacak. zaten damadı da bakan oldu padişahlıktan farkı nedir bu memleketin halinin?
ama yok ikna edemedik, olmadı yapamıyoruz. çok sevdiler sizi, bu memleketi vatanı toprağı, bu ülkenin pınarlarını ovalarını dağlarını çok sevdiler, yalçın tepelerindeki çiçekleri, kokularıyla binbir cümbüşüyle insanını çok sevdiler. okudular, yazdılar, ülkeden büyük insanlar oldular.
yine ikna edemiyoruz, bugün de. biz türklerin makus talihi mi olmuştur artık bu? benim halkımın da yüzü gülmeyecek mi? bu nasıl bir cezadır, neden neden akıllanmıyorsunuz neden dinlemiyorsunuz? size aynı lafı 50 senedir söylüyoruz niçin düşünmüyorsunuz?
yok komunist bunlar, dinsizler, camiyi ahır yaptılar, ezandan bella ciao çaldılar, bir sürü dalavere. bir sürü yalan dolan iğrençlik. sizin cüzdanınızı çalıyordu şimdi ruhunuzu çalıyorlar. bir sokakta çocuğunu güvenle gezdiremezsin, geleceğe umutla bakamazsın yarının ne olacak belli değil, polisine bile güvenemezsin okul bahçesinde kendi kendine çiçek budayan yaşlı başlı öğretmene zorbalık eder, eylemci diye aldığı genç kızların polis arabalarında ırzına geçer. uyan artık be uyan ! bu memurlar bu hükümet devlet bunlar kimdir, necidir? senin malına ırzına ruhuna temessül etmek isteyen zenginlerin silahıdır bunlar. sen ağzını açma diye asker gönderir, paranı çalmak için binbir tane vergi bindirir, toprağını satar fabrikanı satar ağacını satar. öyle fakirleştin ki çocuğuna bir gofret alamazsın şimdi. evladın gözünün içine bakar, isteğini yapamazsın. o da seninle aynı kaderi yaşayacak, onun da yüzü bu çamurdan çıkmayacak. dış borç olmuş 170 milyar dolar, ekonominin çarkı durmuş, ihtiyaç akçen bitmiş, katili sapığı sokağa salınmış gazeteciler içerde, ağzını açsan hakkını arasan polis kapında. işte yaşar kemal'i dinlemeyen yığınların yıldan yıla bizi götürdükleri sonuç bu.
çok güzel bir ülkem vardı. yemişiyle, toprağıyla kokusuyla insanıyla. artık öteki dünyada cennete gitmeye hak kazanırsam allah'tan güzel bir türkiyede simülasyon istiyorum. öyle hasret kaldım ki.