----------- otobiyografik entari ------------
bundan 17 sene evvel. yer amasya.
yatılı okula yeni başladığım dönem, yatılı okullarda halıflexler, büyük çamaşır makinaları olmayan, erkek çocuklarının şipidi terliklerle koridorda uzun eşşek oynadığı yıllar...
çamaşırhanede; gündüz kızları etkilemek için jöleleyerek diktikleri taş gibi saçlarını sıcak suyla açtıktan sonra, çoğu ergen o günün çoraplarını, gömlek yakalarını yıkardı. bir de yakın illerde evi olmayan, her haftasonu annesine çamaşır götüremeyen çocuklar olarak biz; eşofmanlarımızı ve diğer çamaşırlarımızı da orada yıkardık.
hiç unutmam, babam beni okula kaydetmeye getirirken istasyon caddesinde bir kuru temizlemeci bulmuştu. makine başı 4 tl'ye çamaşır yıkanan bir yerdi. babamdan toplam 60 lira aylık aldığım bir dönemden bahsediyoruz. "yıkat" dedi, "sakın elinde yıkama buraya ver, ben para gönderirim sana". sonra gitti babam.
dinlemedim. biz babamızı dinlemeyince yaramazlık yapamazdık. babamı dinlemedim ve çamaşırlarımı elde yıkadım. kalınca bir eşofmanım vardı. onu da yıkadım elimde. sonra demir ranzanın başlık kısmına astım getirip. yatakhane ortamını bilenler hatırlar, öyle içeri soğumasın falan diye çok havalandırılmaz koğuşlar, ya da belki çocuklar bilmez camın açılması gerektiğini. bilmiyorum.
ertesi akşam geldim, eşofman kalın olduğu için, havasızlığın da etkisi ile kuruyamamış. böyle nemli bir koku kalmış bir de üzerinde. idare ederim deyip giyiverdim. hiç unutmam, giydim ama içime bir türlü sinmedi.
sonra akşam etüdü başladı. bizim suluovalı fırat vardı, onunla yan yana oturduk etüdde. pazartesi akşamı, fırat evden yeni gelmiş, annesi çamaşırlarını tertemiz yıkamış. ulan çocuk kolunu kaldırıyor, çiçek kokusu geliyor burnuma. sağa dönüyor, yumuşatıcı kokusu, sola dönüyor kır çiçekleri.
yatılı okulda annemi en çok özlediğim zaman ne zaman diye sorsalar, süphesiz o anı söylerdim. bir çok şeyi arzulayacak yaştaydım belki ama, en çok o temiz çamaşırları arzulamıştım.
sonra zaman geçti, çamaşır makinesi alındı, biz de çamaşırlarımızı yıkadık, kurutma makinelerinde kuruttuk. belki fırat'ın eşofmanları gibi çiçek kokmadı ama rutubet kokusu da olmadı.
büyüdük üniversite, iş, evlilik derken bugünlere geldik.
şimdi çamaşır işleri ile evde bizzat ben ilgilenirim. o çamaşırları ipten topladıktan sonra, bir savaşçı edası ile misafir odasına götürür, orada hiç kaldırmadığımız ütü masasının üzerine bir kurban gibi yatırırım. buharlı ütü kızıştığı zaman, hani hastanedeki hemşirenin şırıngayı hazırlaması gibi pıslatırım onu: pıııssst pısssst!
basarım ütüyü kollarına, bacaklarına, en kalın kıyafetlerimin. pıssssstiivvv! tüm oda yumuşatıcı kokana kadar basarım. kıyafetlerden yumuşatıcı kokusu yükseldikçe, çocukken eksik kalmış bir şeyleri tamamlarım. o melankoliyle o günü, o haftayı, son ütümden bu yana geçen zamanı mülahaza eder, meditasyon yaparım adeta.
bazen eşime, çoğu zaman kendime yardım etmek için evde ütüyü ben yaparım.
ütü yapmak, yüzlerce çocukluk yaralarımdan hiç değilse birine derman olur. ve ben en şairane iç sohbetlerimi hep ütü başında yaparım.
----------- otobiyografik entari ------------