türkiye'de kadın olmak
Next (2) - Last Page (155)

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

nasil anlatsam, nerden baslasam... turkiye'den siktir olup gitmek eylemini hayata gecirmemi saglamis olan sey bu. dusunuyorum da, erkek olsaydim bu kadar tak etmeyebilirdi canima gercekten. dolar dolar hincimi macta karsi takim taraftarina kufrederek, sahaya ayran atarak cikartirdim. o hafta hali sahada biraz daha agresif oynayarak, orta duzey yoneticisi oldugum skindirik ithalat ihracat firmasinda yeni ise girmis kizcagiza bagirarak rahatlardim falan. ama yok, olmadi, olamadi. ben turkiye'de kadin olmanin yukunu tasiyamadim.

en kotusu 10-18 yas arasiydi sanirim. bunlar cocukluktan, gucsuzlukten cesaret aliyor cunku. toplu tasima araclari kabustu. minibuste yanimda oturan adam elini bacagima mi koymasin, otobuste arkamda duran kicimi mi avuclamasin... o kadar kucuksun ki ne yapacagini bilemiyorsun cunku. ne yapilir? kazik kadar adam. o da buna guveniyor zaten.

lisede dershaneden donuyorum bir aksam, hava erkenden kararmis. iki sokak arasinda patika gibi bir yol var kullandigim. ordan gecerken baktim ortasinda biri duruyor. hic goz temasi falan kurmadan hizli hizli gecicem yanindan, yere bakiyorum. tam yaklastim, "pardon bakar misin" dedi. durdum "efendim" dedim. "bir tutabilir misin" dedi. "ha, ne" diye ne dedigini anlamaya calisirken baktim ki fermuarini acmis cukunu sivazliyor. 1-2 saniyeligine beynim durdu heralde olayin sacmaligindan. hicbir sey diyemedim, adimlari hizlandirarak eve vinladim, o yolu da bir daha kullanmadim.

bir keresinde yine lisede taksiyle eve donerken taksici sozle taciz etti. korkudan kendi evimin onunde inemedim, 2 sokak yurudum. inerken "hadi iyisin ellemedim" diye teselli etti beni sagolsun.

o lise etegini giydigim 7 sene boyle irili ufakli olaylarla gecti. beyoglu'nda bir okulda okuyordum. uc toplu tasima kullaniminin ikisinde bir sacmalik cikmistir. bir ara alistim galiba, otobuste falan kose kapmaca oynuyodum sadece. maksat olay cikmasin, basim agrimasin. elliyor mu, mincikliyor mu? hop orta kapiya dogru. yine mi olmadi? arka kapi. biri kalkarsa da oturursam super cunku yanimdakinin taciz etme olasiligi daha dusuk bir otobus dolusu adama gore.

beyoglu'nda gecen 7 sene sonunda lise eteginden kurtulmamla beraber benim uzerime bir, cok afedersiniz, "seni skerim, gelmisini de skerim, gecmisini de skerim" aurasi geldi. ha neyime guvenip geldi hic bilmiyorum. bir ara falcata alip cantamda tasimayi planliyodum ama sonra bulunursa basim belaya girer diye korktum almadim. degisen tek sey artik giymedigim uniforma ve insanlara attigim dik, korkusuz bakislar yani. hani eli bir yerime degse "napiyosun lan sen" diye olay cikaracagimin mesajini vucut dilimle veriyorum. bundan sonra duruldu gibi elle tacizler. bi de ben araba falan aldim. derken...

2005 yilinda (artik is hayatina falan atilmisim, 22 yasindayim) istanbul'un en meshur salonlarindan birine dovme yaptirmaya gittim. sirtimin asagilarina bir yerine dovme yapiyoruz. eksi sozluk'te taciz hikayelerini okuyup cukunu sivazlayan tek hucrelileri tatmin etmemek icin kisa kesicem. dovmenin yarisinda dovmeci arkadas "bi sorunumuz var, ben erekte oldum, bu sekilde devam edemem" dedi. benim sorunum da boyle absurt, tamamen olanaksiz oldugunu dusundugum olaylar olunca mavi ekran vermem. "bana yardim eder misin bununla" dedi kabaran pantolonunu gosterip. ben bu esnada sirtimda ne asamada oldugunu goremedigim dovmeyi dusunuyorum, "simdi kalkip gitsem bunun basladigini baskasi bitirebilir mi, ya gotume benzerse, hayatim boyu ustumde kalicak" bi yandan, "terslesem ve dovmeye devam etse sirtima 'orospu' yazsa ruhum duymayacak" diger yandan. usulca gidip tuvalette isini gormesini sonra gelip efendi gibi dovmeye devam etmesini soyledim. oyle de oldu.dusundukce hala surreal geliyor.

2011'de turkiye'nin enn buyuk telekom sirketinde calismaya basladim. en cok calisilmak istenen, turkiye'deki ik'nin kaymagini yiyen sirket hani. her sene efsane yilbasi partileri oluyor, sinirsiz ve ucretsiz alkol, herkes icip dagitiyor falan. o zamanlar daha yobazlarin eline gecmemisti sirket. gecenin sonunda bir vestiyer krizi cikti. el kadar vestiyer, 2 kisi koymuslar, yetisemiyorlar. belki 100-150 kisi vestiyerin onune yigildik. bu arada belirtmek istiyorum ki bu partide sirkette calismayan bir allahin kulu yok. yani sirket disindan karini kocani bile getirmek yasak, kapidan sirket kimligini okutmadan gecilmiyor, asiri yuksek guvenlik var. neyse itis kakis palto bekliyoruz. derken arkamdan bir el etegimi kaldirip kicimin bir lobunu avucladi. bu sefer soka girdim. yasim olmus 30 kusur, artik lise etegi giymiyorum, burasi sirket ortami, nasil ya?! hani degdi, carpti falan da degil bildigimiz avuclama eylemi soz konusu. arkami dondum bagirmaya basladim. tabii ki fail mechul. salak salak siritiyo arkamdaki hayatinda alkol almamis, beles bulunca kendini kaybetmis comar surusu. egitim cehaleti almis ama comarlik baki.

bu anlattiklarim turkiye'de kadin olmak isimli buzdaginin gorunen ucu. bunlar sadece artik olayi fiziksel/sozlu girisimde bulunmaya getirecek kadar biti kanlanmis it surusu. bir de bunlarin sadece varligi, bakislari, kendi kendine ork dilinde homurdanmalariyla insani canindan bezdirenleri var. ki artik istanbul'da dogmus buyumus, bunlarin hayvanliklarindan kacinmak icin ona gore giyinmeyi, yurumeyi, davranmayi ogrenmis olmamiza ragmen kacamiyoruz.

2013 falandi galiba. hic frapan olmayan, sadece biraz dize kadar bacak gosteren bir kiyafetle disari ciktim. gunduz. sanirim nisan falandi ve ben turk erkegine daha mevsimi gelmeden ciplak bacak gosterme gafletinde bulundum. aman tanrim... o gun bu sehirde, bu ulkede o kiyafetle bir kadin olarak dolasmanin bana hissettirdiklerini kelimelere dokmem mumkun degil. herif gozlerini bacaklarima kitlemis ama yuzunde bir tiksinti ifadesi. boyle versen beni once skecek sonra kafami tasla ezecek, oyle bir nefret. gercekten boyle seylere karsi artik derisi kalinlasmis biri olmama ragmen beni bu ve onlarcasi o gun eve gidip ustumu degistirmek istememe yetecek kadar rahatsiz ettiler. o gun, bu ulkeden siktir olup gitmeye yemin ettim ve asla arkami donup bakmayacagima soz verdim.

son olarak bir de trafikte taciz boyutu var tabii. 2010'da biriktirdigim paralarla borc harc bi tane kirmizi mini aldim. benim bu arabaya bindikten sonra trafikte belim dogrulmadi. tamponuma kadar yaslanip selektor yapanlar, ustume kiranlar, kopru trafiginde arabadan iceri kagit atanlar (ustunde telefon numarasi yaziyo) hepsini gordum. bir insan evladinin durup bana yol vermesi gorulmus olay degil, trafikte yapilabilecek ne kadar orospu cocuklugu varsa hepsine maruz kaldim. arada arabami bir iki hafta esimin kullandigi oldu, sonra ben geri aldigimda kendisi yolcu koltugunda giderken bana yapilan hayvanliklar icin "ya yemin ediyorum bu arabayi ben kullanirken bunlar hic olmuyo" dedi. cunku comar mantigina gore bir kadin kirmizi mini kullaniyosa veriyodur bi kere. ayrica kesin cebinde 20 tane mericleri olan, baba/koca parasi yiyen bir orospudur o yuzden supermarketin bize verdigi 2002 model klimasiz dobloya olan hincimizi kendisinden cikarabiliriz.

ozellikle yurtdisina yerlestikten sonra tatile geldigimde "ya biz bu ulkede nasil tecavuze ugramadan bu yasa kadar geldik" diye kizarkadaslarima sordugum cok oldu. cevap: tesaduf. yanlis yerde yanlis zamanda bulunsaydik ozgecan'in basina gelenler gayet bizim basimiza gelecek, arkamizdan "o da o saatte napiyomus orda, ne isi varmis" diye soran sabah sabah seda sayan izlemekten beyni yanmis teyzeler cikacakti.

mamafih ben yolun yarisina gelmeden gemiden atladim. yarin oburgun kizim, oglum olursa da asla bu yukun altina girsin, bu ortamda buyusun istemiyorum. 2 yildir amerika'da yasiyorum, yasadigim en buyuk taciz vakasi supermarkette 65 yasinda bir zenci amcanin evlenme teklif etmesi oldu. o istanbul'da nisan ayinda giydigim icin hayattan sogumami saglayan etegi bir ara nerdeyse her gun giydim inadimdan. hic kimse hic kimseye bakmiyor sokakta, bastan asagi suzmuyor. ayip cunku! taciz, tecavuze gelince hele hele, bilmiyorum hala bilmeyen kaldi mi ama bir seksuel iliskinin tecavuz sayilmasi icin taraflardan birinin bir kere "hayir" demesi yetiyor. mahkemede adamin gotunden kan aliyorlar, hayati kayiyor.

cok uzun oldu bu entry, bitiricem artik. medeniyet guzel sey vesselam, turkiye'de kadin olmak bir zulum. "sihtir git o ziman oronsbu, ya sev ya terkett!!" diye homurdanan sigirlara da seattle'dan el salliyorum.
565 favorites - -
gece 11 buçukta tiyatrodan çıkıp evine taksiyle dönmeye çalışırken sırayla hanzonun birinin durdurduğun taksiye atlamasını izlemek, başka üç adet sapığın bir sonraki taksiyi durdurmanla beraber 'hanfendiler nereye gidiyosanız biz de gelelim' diye yavşaması, bindiğin taksideki şoförün sana yolu bilmediğini iddia etmesi ve bozuğum yok ayağı çekerek seni kazıklaması, yeni bir sapık edinmemek adına evinden 50 m beride taksiden indiğin bir geceyi biber gazına sımsıkı tutunarak sırf tecavüze uğramamak adına bütün bunlara göz yumman ve sesini çıkaramayarak geçirmendir.

çok şükür, bu gece de tecavüze uğramadan evime döndüm. bundan sonraki geceler için pek umutlu değilim.

en iyisi bir koca bulup onun dizinin dibinden ayrılmayayım.

not: mini etek giymemiştim.

cümlemize akıl sağlığı diliyorum, esen kalın.

edit:imla
204 favorites - -
yaklaşık 15 sene önce sözlüğe girmiş, sonra yazmayı bırakıp o yaşlarda yazdığım dandik entryleri okuyunca “bu ne lan, insan utanır” diye silmiş, sonra da söyleyecek pek bir şeyim olmadığına kanaat getirerek sözlüğe arada bir okuyucu olarak uğramaya başlamış bir insanım. uzun süredir söyleyecek bir şeyim olmadı ama şu aralar dağa taşa haykırasım gelen bir şeyler var kafamda. bölük pörçük eşime dostuma anlattığım, bir araya getirince de bunu birileri duysa iyi olur dediğim bir şeyler sanırım. belki size bir şey ifade eder, belki bana da olduydu dersiniz. bilemedim.

***

yaklaşık 6-7 yaşlarında kapımızın önünde arkadaşlarımla oyun oynarken yanımıza bir “amca” geldi. uzun boylu, bıyıklı, beyaz gömlekli. neden bilmiyorum ama bu ayrıntılar kalmış kafamda. elimdeki barbie bebeği alıp, evirip çevirip “ne güzel bebek bu” dedi. sonra oğlunun hasta olduğunu ve bebeklerle oynamayı çok sevdiğini söyleyerek elimden tutup beni apartmanın içine, sonra da kömürlüğe doğru çekmeye başladı. “gel ona götüreyim seni” dedi. “bizim apartman lan orası, hem ben seni niye hiç görmedim daha önce?” diyemedim. ayrıca kömürlükte mi oturuyorsun sen birader? karşındaki büyük adam tabi, o yüzden büyük ihtimalle o haklı. sonra bebeğin elbiselerini çıkarıp başparmağını bebeğin göğüslerinde gezdirerek “ne güzel dimi, sen de böyle olacaksın büyüyünce” dedi.
niye kaçmadım? çünkü bebek adamın elindeydi.
çok mu kıymetliydi bebek, o kadar mı seviyordum? hayır. yemişim bebeğini.
ama annem bebeği göremeyince nerede olduğunu soracaktı. ne diyecektim? bir daha dışarı çıkmama izin vermeyebilirdi. bir bok yiyip apartmana girmişim artık. suç bendeydi. o yaşta kendimden büyük herkese itaat etmek üzere programlanmışım zaten. demek o yaştan içten içe anlamışım böyle durumlarda kurbanın cezalandırıldığını. ama rol kesme yeteneğim o zamandan geliştiği ve o yaşta bile bir sürü rehine temalı film izlediğim için adama bakıp gülümsedim. “senden hiç şüphelenmedim dostum, kesin gelicem seninle, rahat ol” dercesine tüm sıcaklığımla baktım adama. ben gülümseyince adam bir gevşedi. ben de o gevşeklikten istifade bebeği alıp topuklarım götüme vura vura kaçtım.
birkaç saat sonra sokağımıza geri döndüm. apartmanın kapısının önünde birilerinin içeri girmesini bekledim. ama giren kişinin dördüncü kattan yukarı çıkması gerekiyordu. çünkü biz dördüncü katta oturuyorduk. hadi diyelim biriyle girdim içeri, komşu gitti ikinci katta kapısını açtı, evine girdi. ya adam üçüncü katta bekliyorsa beni? o kadar gerizekalı değilmişim demek ki bunları filan düşünmüşüm. altı yaşında çocuğa bunları düşündürtmüşsün “amca”. bravo sana. ortadan kaybolduğum ve eve geç gittiğim için azarımı yiyerek abimle paylaştığımız odamıza girdim. bir abime bakıyorum, bir kapıya bakıyorum, bir elimdeki bebeğe bakıyorum. içimdeki huzursuzluğu hissettirmiş olacağım ki abim ne olduğunu sordu.
anlattım, çünkü sonuçta abim benden. bizim takımdan. azarlayanlardan değil azar yiyenlerden. abim ciddi ciddi çok üzüldü. hiii! filan bile demiş olabilir. “bir daha böyle bir şey olursa hemen bahadır abilere koş, gelip ağzını burnunu kırarlar,” dedi. “kırarlar mı gerçekten?” dedim. “tabi kızım niye kırmasınlar?” dedi. “bana kızmazlar mı?” dedim. “sana niye kızsınlar salak?” dedi. pratik adam, helal olsun. hala da öyledir. ağız burun kırarak çözemeyeceği sorun yoktur. bahadır abi de bizim apartmanın hemen çaprazındaki kırtasiyenin sahibi. gerçekten abi sıfatını dibine kadar hak eden bir insan. mahalle çocuklarının/gençlerinin dükkanına gelip muhabbet etmesine, avni/hıbır filan okumasına, “kaset çekmesine” izin veren tatlı mı tatlı bir abimiz.
neyse, bir daha aynı şeyin olmasına ihtimal var mı allah aşkına? olma mı? adam birkaç sene sonra bir daha geldi. üç sene filan geçmiş aradan ama adamı görür görmez tanıdım. bilmiyorum inanır mısınız ama yine aynı numarayı çekti. fakat bu sefer barbie bebeklerle değil, yandaki camcının çöpe attığı cam kırıklarıyla oynuyoruz. gözünü sevdiğimin seksenleri (ya da doksanları)! sokakta cam kırıklarıyla oynayabildiğimiz dönemler. adam benim oğlum da çok sever bunları filan diye mevzuya girdi. bahadır abiye gitmedim. sadece arkadaşlarımı toplayıp “benimle gelin, soru sormayın,” dedim ve uzaklaştım.

sonraları aklıma geldi. bu adam bunca yıl yakalanmadan başkalarının canını yaktı mı acaba? büyük ihtimalle yaktı. büyük ihtimalle ona gülümsemeyi akıl edemeyen bir çocuk oldu. bu yazıyı okuyan biri, bu adamın yaktığı canların hesabını ona değil, onu ihbar etmeyi akıl edememiş küçük bir çocuğa ya da kızını güven duygusuyla yetiştirmek isteyen ebeveynlere sorabilir. kafamız öyle çalışıyor çünkü. “oha manyağa bak,” demeden önce, “salak mısın kızım, niye söylemedin?” demek daha akla yatkın geliyor. manyaklığa alışkınız çünkü. ama salaklığa tahammülümüz yok.

sonuç itibariyle hayatımda hatırladığım ilk “neredeyse tecavüze uğruyordum” hikayem bu. ben de dahil tanıdığım her kadının en az 3-4 tane böyle hikayesi var. benden daha şanslıları ve benden daha şanssızları olmak üzere ikiye ayrılıyorlar.

***

ilkokula yeni başladığım yıllarda okuldan eve yürürken (yaklaşık 200 metrelik bir mesafe), tipinden gayet amca veyahut dayı olduğu anlaşılan, “kızım bu senin uzaktan hısmın” deseler hiç çekinmeden ellerini öpeceğim kalıpta birkaç adamın sesini duydum. şu anda duysam büyük ihtimalle pek sallamayacağım, fakat o yaşta kendimi taşla ezmek istememe neden olan pornografik bir şey söyledi bu amcalar bana. yaşım daha iki haneli rakamlara ulaşmamış bak. olaya bak.

sokağın ortasında beni sikmek istediğini cayır cayır bağırarak söyleyen insanlar olduğunu öğrenişimin ve etraftan bunu duyanların kılını bile kıpırdatmadığına ilk şahit oluşumun hikayesi de bu.

***

ilkokul beşinci sınıftayken hafta sonları dershaneye gidiyordum. bu arada küçük ve modern bir şehirde büyüdüğüm için ebeveyn denetimi olmadan, bacak kadarken bile elimi kolu sallaya sallaya gezebileceğim bir ortamda yetiştim. o yüzden yol iz biliyorum yani. herkes herkesi tanıyor, şehrin bir ucundan bir ucuna yarım saatte yürüyebiliyorsun, vs. öyle bir yer. yol üzerinde bir cami var. şehrin en büyük camisi. o yüzden de adı yeni cami. yeni camisi olmayan şehri dövüyorlar sanırım. yalnız bu caminin müthiş bir özelliği vardı. yola bakan kısmındaki duvarda şehrin ne kadar iti kopuğu varsa dizilir, karıya kıza bakarlardı. bu ‘karıya kıza bakarlardı’ kısmını o gün öğrendim gerçi. ondan önce ‘caminin önü kalabalık oluyor’ olarak biliyordum. buradan geçerken bir anda götümün ellendiğini fark ettim. o anda neler hissettiğimi sanırım kelimelerle anlatamayacağım. götümü, o güne kadar sadece annemin ve babamın yıkadığı, abimin de ara sıra tekme attığı bir organ olarak tanıyordum. bunun ötesinde bir ilişkimiz yoktu. o gün ilişkimiz yeni bir boyut kazandı ve ben bedenimden utanmayı öğrendim. arkama döndüğümde bir canavar görmeyi umuyordum ama gördüğüm kişi sınıf arkadaşımdı. hem de sınıfta hemen arkamda oturan sınıf arkadaşım. o da şaşırmış olacak ki bir anda elini çekip gülümseyerek “aa naber?” dedi. oo yiğenim bu ne tesadüf? “kusura bakma ya, senin götün olduğunu bilseydim…” anlamına geldiğini düşündüğüm bir bakış atarak yanımdan hızla uzaklaştı. ben de ilkokuldan mezun olana kadar bu arkadaşa götümü dönerek oturmak zorunda kaldım. sonuçta tanışıyorlar.

işte ilk “götümü avuçladılar” hikayem de bu oldu.

***

abimin kıyafetlerini giyerek ve üniversite yıllarına gelene kadar “kız gibi” diye tabir edilen kıyafetlerden sakınarak büyüdüm. sonuçta bıyıklarım vardı. kimi kandırıyordum. yani bu bilinçli bir karar mıydı tam emin değilim. çok geç yaşa kadar sokakta oyun oynadım. ben iki apartman arasına ip gerip voleybol oynarken, sınıf arkadaşlarım pizzacının önünde “oğlanlarla konuşuyordu”. annem benim çocuk kalmamdan hoşnuttu ama yine de “azıcık kız gibi” olmam konusunda ısrarcıydı. dolabımdaki en dar kıyafet bana üç beden büyüktü. bunun birinci nedeni sokakta oynarken bana rahatlık sağlaması, ikinci ve bence gerçek nedeni uzun bir sopayı andıran sırık gibi bedenim için yetişkin ve çocuk reyonlarında kıyafet bulamıyor oluşumuzdu. kıyafetlerin (tişört + pantolon) boyunun üzerime olması için birkaç beden büyük almam gerekirdi hep. sonra ortaokul ikide filan bir gün annemin ısrarıyla boyu boyuma uygun bir pantolonu alıp terziye götürüp daralttırdık. üstüne de güzel bir kazak aldık. giydim ben bunları. sonra annem genç kızlığından kalma güzel bir ceket verdi bana. ne güzel oldu benim kızım diye sarıldı. saçımı filan açtırdı sonra. ulan ne biçim mutlu olmuştu kadın. canım benim. yani bence de güzel durmuştu ama utandım öyle dışarı çıkmaya. nedense tanıdık birinin bana bakıp “oha mala bak, güzel olmaya çalışmış” deyip güleceğini düşündüm. aşağılık kompleksime sokayım. neyse ben bunları giyip annemle “şuraya kadar gidip gelmeyi” kabul ettim. kendimi sosyal deney gibi hissediyordum. apartman kapısından çıktık ve sanırım 50 metre filan yürüdük. annemin elime tutuşturduğu, amacını şu an hatırlamadığım iki torbayı taşıyarak başım önümde yürüyordum. ellerim dolu yani. sonra iki tane “kardeş”, kendine hayrı olmayan tortor bir motosikletle üzerimize doğru gelmeye başladı. laf atacaklar dedim. ona alışkınım. ne de olsa ortaokula giden ve memesi olan bir insanım artık. bunu çoktan hayatın bir gerçeği olarak kabullenmişim. sonra bu evel knievel kılıklı “kardeşlerden” arkadaki elini uzatıp, benim ceketin içine sokup, göğsümü canımı acıtacak kadar sıkıp geçti. bak bak bak! akrobasiye bak! bunu kesin daha önce yapmış çünkü bunun öyle denedim tuttu denilecek bir tarafı yok. üstüne çalışmış, alıştırma yapmış, hazırlamış kendini. istikrarlı bir şekilde gününün belirli bir saatini buna ayırmış, kendine bir antrenman arkadaşı bulmuş, eye of the tiger eşliğinde training montajı yapmış ve bu iki kişilik ekibin başına geçmiş. annem bana “bunlar seni yıldırmasın” der gibi baktı. ağlamamaya çalışarak henüz kat etmiş olduğum 50 metreyi tıpış tıpış geri yürüyerek eve girdim ve o kıyafetleri bir daha asla giymedim.

bir aile ferdimin önünde ilk tacize uğrayışım da böyle oldu. ayrıca bugün bile “rahat edemeyip eve dönüp üstümü değiştirdim” olayını yaşıyorum sık sık.

***

ortaokulda bize almanca kisvesi altında acayip bir ders vermeye başladılar. yani almanca demeye dilim varmıyor. dört dönem almanca gördüm, şu an ona kadar say desen sayamam. yok lan sayarım… öğretmen kıtlığı mı vardı neydi artık bilemiyorum, bize almanca öğretmeni yerine “almanca bilen bir adam” verdiler. yani kağıt üstünde eminim öğretmen olarak geçiyordu ama ‘ba beyli bala bula’nın almanca versiyonu gibi bir yöntemi vardı bu adamın. bu adam gayet rastgele bir şekilde, kafasına göre çoğu kız olan bir sürü öğrenciye “size zayıf verdim ama üzülmeyin, final sınavı yapacağım,” dedi. final ne lan? o zamana kadar bildiğim iki tane final var: şampiyonlar ligi finali ve bir kelime bir işlem finali. bu ‘final’ sınavı sırasında ben önümdeki kağıda boş boş bakarken yanıma eğilip “bilemedin mi kız?” dedi. “okuyorum hocam,” dedim. nasıl denk getirdi bilmiyorum ama mememi dürterek “kay az yana” dedi ve yanıma oturup elini bacağıma koydu. ben burada bu adamın adını söylesem en az 20 kadından “oha bizim sapık almancacı” lafını duyarım bak. o kadar meşhurdu bu adam ve bir okulda öğretmendi. sonra elini bacağımdan ayırmadan bana soruların cevaplarını söylemeye başladı. gözlerim doldu, kağıdı görememeye başladım. ellerim zaten olmuş jöle. yazamıyorum. kafamı kaldıramıyorum ağladığımı görünce kızar diye. sonra aldı kalemi birkaç şey yazdı. yanağımdan bir makas alıp göz kırparak uzaklaştı. 60 aldım o sınavdan.

emanet edildiğim bir “büyüğümün” tacizine ilk uğrayışım böyle oldu.

***

orta sondayken sınıf yönetimi zayıf bir öğretmenimiz vardı. muammer hoca. iyi bir insan, iyi bir hocaydı. dünyanın en büyük hatasını yapıp okuduğu yazılı kağıtlarını bize dağıtarak “hatalarımızdan ders almamızı” istediğini, böylece kendimizi geliştirebileceğimizi söyledi. hey yavrum hey. gelin de idealist bir hoca nasıl suistimal edilirmiş görün. kafamıza sıçayım, ne nankör çocuklarmışız. neyse. sanki önceden anlaşmışız gibi organize olduk. beş on kişilik bir grup hocanın masasının etrafına çullanacak ve hocayı soru yağmuruna tutarak oyalayacak, sınıfın geri kalanı hocanın not kırdığı cevapları düzeltecek, sonra düzelttiği kağıtları “hocam bunu yanlış kırmışsınız” diye masaya götürecek, bu böyle dönüşümlü olarak devam edecekti. sıra benim içinde bulunduğum beş on kişilik gruba geldiğinde, ben de hocanın masasına abandım. sonra götüm (yine götüm yine götüm) alışkın olmadığı bir cisimle tanıştı. arkamdan kulağıma doğru gelen bir nefes ve tanıdık bir ses duydum. sesin sahibinin adını zikretmeyelim, kamil diyelim. facebook’tan takip ettiğim kadarıyla evli barklı, yeni baba olmuş birisi. sesin içeriği “hocam sekizinci soru niye öyle” ayarında bir şeydi. fakat götümdeki cismin hem yabancı olması, hem de kamil’e ait olması nedeniyle durumun ne olduğundan tam anlamıyla emin olamadım. kukum pırlantadan olmadığı ve ortaokulda kimsenin bana ölüp bitmediğini bildiğimden kamil’e bunu konduramadım. o yüzden de “napıyosun lan?” diyemedim. “kamil’in benim götümle ne işi olur anasını satıyım?” diye düşünmekten kendimi alamadım. bedenimin tacize uğrayacak kadar değerli olmadığını düşündüm. “aman senin götüne de çok meraklıydık,” derler diye korktum. kafaya bak. sonra artık dayanamayıp kalabalığın içinden sıyrıldım ve son bir kez emin olmak için kamil’e döndüm. o da bana dönüp pis pis sırıtarak “sıcacıktı valla” deyip kanındaki arkadaşıyla birlikte bir öküz kahkahası patlattı.

ilk “bana dayadılar ama emin olamadım” hikayem de böyle cereyan etti. ne acıdır ki bu olayın çok benzeri yirmili yaşlarımdayken birkaç kez daha başıma geldi. yine bir şey diyemedim anasını satıyım. “ya öyle değilse? ya ben yanlış anlamışsam?” diye sorup durdum kendime. fakat bugün “kalp kırmak mı, yarrak yemek mi?” derseniz, tavrım çok başka olur tabi.

***

liseden mezun olduk. okul zaten bitmiş ama diplomaların hazırlanması bir ay filan sürmüş. iki arkadaşım ve ben temmuz ayının sıcağında okula gidiyoruz. karşımızdan bisikletli bir “abi” geliyor. fark ettiyseniz bunlar hep amca, abi, kardeş ve arkadaş. orospu çocuğu lafını henüz öğrenmemişim. bu abi yavaşlayarak bisikletin direksiyonunu bize doğru kırdı. biz de hala dünyanın güzel bir yer olduğunu zannettiğimizden “yol soracak herhalde” diye gülümseyerek abiye baktık. abi o sırada fermuarını indirdi ve içindeki tüm muhteviyatı adeta konuklarını sofraya davet eden bir ev sahibi edasıyla sunarak bize şu cümleyi kurdu: “yiceniz mi kızlar?” ege’de büyümemiş, dolayısıyla ‘yiceniz mi’nin anlamını bilmeyen arkadaşlar için açıklıyayım. ‘yiceniz mi’ burada ‘buyurmaz mısınız’ veya ‘almaz mıydınız’ anlamında kullanılıyor. cümle içinde kullanalım: “badılcan doldurdum, yiceniz mi?”

işte kanlı canlı ilk penis görüşümün hikayesi de bu.

***

üniversite ikinci sınıftayken, evin yakınındaki tramvay durağında oturmuş bekliyorum. tonton bir teyze gelip bana adres sordu. benden bir durak önce inmesi lazım. anlattım, hatta “benle bin, ben senle iner yürürüm” dedim. nolcak lan, bir durak. tatlı tatlı konuştuk teyzeyle. gelinine gidiyormuş, onu filan anlattı. hayırsızmış gelini. torununu göstermiyormuş, vs. henüz bu ülkenin sillesini yememişim gibi pırıl pırıl bir güler yüzle dinledim teyzeyi. sonra tramvay durağa yaklaşırken ayağa kalktım teyzeye yardım etmek için. ben ayağa kalkınca teyze bana bakıp cin görmüş gibi irkildi. şemsiyesini tişörtümün bitip kemerimin başladığı dört santimlik aralığa daldırarak “bu ne gız?” dedi. dedim göbek. kendisi de bana tane tane ne kadar orospu olduğumu anlattı. annem için de benzer duygulara sahip olduğunu vurgulayarak konuşmasını bitirdi.

bu, hayatımın en önemli kilometre taşlarından biri oldu ve benim için yepyeni ufuklar açtı. annemin gün arkadaşlarımın mememi sıkarak “kız bunlar büyümüş” demesini saymazsak ilk defa bir hemcinsimin bariz tacizine uğramıştım. ayrıca hayatımda ilk defa bana laf atan birine cevap vermiştim.

***

okul bitti ve ben çalışmaya başladım. bu türkiye’de kadın olmak mevhumu artık beni inceden inceye sarsmaya başladı. tahammülüm kalmamış. kendime hakim olamamaya başladım. her yaş grubundan ve her cinsiyetten insanla benzer deneyimler yaşadığım için artık kimsenin gözünün yaşına bakmadan dalıyorum. yolda biri gak dese saldırıcam üstüne. bir sabah işe giderken discman’imin pili bitti. discman diyorum. yılını siz hesap edin. pil almak için bir bakkala girdim. çıkarken bakkalın kapısında elinde şemsiyeyle duran bir adam, “merhaba yavrum nereye gidiyosun?” dedi. lan olum saat 7 ya! yedi! ne ara uyandın da, ne ara organlarına kan gitti? napıyosun bu saatte dışarıda? sırf bunun için saatini 6’ya mı kurdun? şehrin turbo hızına yetişemeyince, ihtiyaçlarını işe giderken yolunun üstünde gördüğün kadınlarla mı gidermeye kadar verdin? nedir? bunların hiçbirini demedim ama kibarca “ebenin amına gidiyorum” dedim. tam “vay be, lafı ne güzel koydum” diye düşünürken, adamın kekeleyerek adımı söylediğini duydum.

bana taciz şakası yapmaya çalışan arkadaşıma ilk ve son kez küfredişim de böyle cereyan etti.

(arada güzel şeyler de oluyor lan, çok şey yapmayın)

***

sonra pırlanta gibi bir adam bulup evlendim ben. eşim böyle olaylara artık birinci elden şahit olmaya başladı. ama bende sular durulmuyor. sinir küpüyüm. ben anlattıkça yavaş yavaş eşimin yüzünde “ya tamam feminizm, kadın hakları eyvallah da artık kafa sikiyosun” ifadesi belirmeye başladı. bir de şöyle bir şey fark ettim. bizi seven erkekler bunları sürekli duymaktan sıkılmıyor belki ama bunların onlara her gün hatırlatılması zemberek gibi kurulmalarına neden oluyor. çünkü böyle şeyleri duyunca “bizimle paylaştığı için arkadaşımızı alkışlıyoruz” diyerek sadece dinlemek, sarılıp “yanındayım” demek üzere yetiştirilmedi bu adamlar. bir şey yapmak zorundalar. engel olmak, cezalandırmak, bir şekilde aksiyona geçmek zorunda hissediyorlar kendilerini. yapamayınca da bize kızıyorlar. onların işi de zor lan. cidden anlıyorum. çaresiz hissediyorlar kendilerini.

bunun üzerine ben de hayatımın bu vazgeçilmez gerçeğini kendi içimde yaşamaya kadar verdim. ama yavaştan da tırsıyorum, artık eskisi kadar cevap vermiyorum atılan laflara filan.

bir gün limon lazım oldu. üşengeçlikten eşimin paltosunu sırtıma geçirip bakkala gitmek üzere tam kapının önüne çıktım ki önümden bir hayvan arabası geçti. hayvanın biri kullanıyor yani arabayı bağırta bağırta. o kadar paltonun altından kadın olduğumu nasıl anladı bilmiyorum ama önümden geçerken camdan sarkıp pipili memeli bir şeyler söyledi. nasılsa duymayacağını bildiğim için bir şey söylemedim ama elimi kaldırarak bir hasbinallah hareketi yaptım. cem yılmaz’ın “ne alakası var ya” hareketi gibi bir şey. vay sen misin onu yapan? adam arabanın frenini cayır cayır öttürerek 20 metre ötemde durdu. el frenini öyle bir çekti ki büyük ihtimal elinde kaldı fren. kapıyı açıp hızlı adımlarla t-1000 gibi üzerime yürüdü. gırtlağımdan tutup beni duvara çarptı bir güzel. kaşındığımı, bir an önce evlenmem gerektiğini, yarak istiyorsam kendisinin bu konuda bana yardım edebileceğini özetleyen şık bir kompozisyon sundu bana. sonra da “yatırıp sikeyim mi seni şimdi burada?” diye makul bir soru sordu. sanırım retorik bir soruydu çünkü elini boğazımdan gevşetmemişti henüz. “yok abi sağol” diyemedim. yaklaşık beş saniye durduk öyle. mahalle kültürü diyorsunuz ya? öyle bir yerde oturuyordum işte. bakkal, manav, komşuluk öldü mü, bilmem ne. o beş saniyelik duraklama anında etrafıma bakmayı akıl ettim. camlarda bizi izleyen yaklaşık bir 10 kişi var. yarısını tanıyorum. limon almaya gideceğim bakkal kapıdan bizi izliyor. kendisi hacı. kimse gıkını çıkarmıyor. adam beni kaldırıp kaldırıp tekrar vurdu duvara. bakıyorum. yok. hala bakıyorlar öyle. adam elektriğini bir güzel attıktan sonra o güzel arabasına binip gitti.

durum değerlendirmesi yaptım. eve gideyim desem elimde limon yok. eşim “limon almaya çıkmamış mıydın?” derse ne diycem? dayanamam anlatırım. o da sinirlenir, adamı bulmaya çalışır. bulabilirse kan çıkar. bulamazsa “sen de ne cevap veriyosun adama ya?” gibi öküzce bir şey söyler, bana ağzını kırdırır. ev olmaz. kafamı kaldırıp camdakilere “kitlelerin suskunluğu” temalı küçük bir tirat atsam? yüz yüze bakıyoruz gerek yok. zaten ağzımı açsam ağlarım. yürüyeyim biraz açılırım desem? dizlerim titriyor, altıma sıçmak üzereyim. o da olmaz.

sonuç itibariyle bakkala gittim ben. limon aldım hacı bakkaldan. camlardan beni izleyen gözler eşliğinde elimde limonla kös kös eve geri döndüm. kendimi banyoya kilitleyip aşağı yukarı yarım saat ağladım. bir hafta boyunca evin önünden çöp arabası geçse yerimden zıpladım.

sanırım bu, hayatımda ilk defa böyle şeylerin kimsenin sikinde olmadığını, yapayalnız olduğumu, bunun hep böyle süreceğini, direnmenin faydasız olduğunu doldu dolu idrak ettiğim, yani pes ettiğim an oldu.

***

bunlar taciz günlüğümün birkaç satır başından ibaret. istanbul’un bir ucundan bir ucuna takip edildiğim de oldu, polise sığındığımda gecenin o saatinde dışarıda ne işim var diye kışkışlandığım da oldu. toplu taşımayı ve taksileri hiç anlatmıyorum. bir de eşimin dostumun başına gelenleri anlatsam internet biter. öğrenci evimizin camından girmeye çalışan mahalle delikanlıları, masanın altından suratımıza bakarak kendini sıvazlayan yetmişlik dedeler filan, parmak masajı yaptıktan sonra “anlatsan kimse inanmaz ki” diyerek sırıtan doktorlar, “kirayı dert etmeyin kızlar, çaresi bulunur” diyen ev sahipleri. bence bu yazıyı bile otuz bir çekerek okuyan birileri vardır mutlaka.

nedense buraya bir not düşmek istiyorum. ben güzel bir kadın değilim. olayın bununla bir ilgisi yok. güzel olmaya, gösterişli giyinmeye, yani “aranmaya” gerek yok. bikini giyerken de tacize uğradım, eşofman giyerken de.

bir de bunlar sadece taciz kısmı. müdürü olduğum halde “sen kızsın bu işleri sen daha iyi yaparsın” diye sorumlu olduğu sekretarya işlerini bana kakalamaya çalışan ofis çalışanları, imam nikahını kabul etmedim diye beni iffetsizlikle suçlayan akrabalar, “sen tabi kadın olduğun için daha duygusalsın o yüzden liderliğe uygun değilsin” diyen öküz patronlar, “ne güzel ya kocan izin veriyor böyle gezmene” diyen iş arkadaşları, kendini bırakınca tipsiz, kendine bakınca kaşar olduğunu ima eden “arkadaşlar”, çok mutaassıp ve geleneklerine bağlı olup utanmadan herkesin ortasında “çocuk yap artık” diyerek sana yumurtalıklarının ve eşinin performansının hesabını soran teyzeler, bakire misin yerine evli misin diye soran jinekologlar.

bitin artık lan. bitin. sizin yarattığınız kalabalık yüzünden insanları göremez oldum.

yazamayacağım artık, sinirim bozuldu.

edit:
bu yazıyı yazdıktan sonra erkek yazarlardan aldığım iki türlü mesaj var:
1. bıktık mağduriyetinizden/kafa sikiyorsunuz
2. özür dileriz/allah belamızı versin

iki tarafı da anlıyorum. neden böyle konuşmak zorunda hissettiklerini de anlıyorum. ama ikisi de doğru tepki değil. sanırım benim hatam, başıma gelen bu tip olayları anlatırken, dünyanın nasıl üstüme üstüme geldiğini dile getirirken kimi suçladığımı, kimi sorumlu tuttuğumu açıkça ifade edememiş olmam.

bunu daha nasıl vurgulu bir şekilde söyleyebilirim bilmiyorum ama bu bir erkek suçu değil. dünya nüfusunun yarısından fazlası kadın ve buna rağmen kadınlar hala baskı altında yaşıyorsa bunların hepsinin “erkek milletinin” başının altından çıktığını düşünmek kötü niyetlilik ve dar kafalılık olur. bu bir zihniyet sorunu. “senin de ne işin vardı orada o saatte” lafını hem erkeklerden hem kadınlardan duydum ben. bu ülkede kadınların bu tür muameleye maruz kalmasını kabul etmeyen, bizi seven ve bize saygı duyan erkek sayısı, istisna olamayacak kadar fazla. bunu kabul eden ve hak ettiğini düşünen, bu yüzden de kendisi gibi olmayan hemcinslerini fişleyen kadın sayısı da istisna olamayacak kadar fazla. hiçbir kuralın bu kadar çok istisnası olamaz.

birçok erkek okur, bu yazıyı okur okumaz kendisine saldırıldığını hissettiğinden savunmaya geçmek ve onurunu korumak istiyor. ben “siz kadınlar” kalıbından ne kadar nefret ediyorsam, onların da “erkek milleti” lafından o kadar tiksinmeleri normal. ama ben mağduriyetimin müsebbibinin bir cinsiyet değil, hastalıklı bir düşünce şekli olduğunun farkındayım. umarım siz de farkındasınızdır.

sorumlusu olmadıkları insanlık suçları için benden özür dileyenler de hata ediyor. çünkü kendinizi ait görmediğiniz bir grubun suçlarını üstlenmek zorunda değilsiniz. kadınlara kötü muamele edilmesini kınadığınız için size teşekkür edecek de değilim. çünkü zaten yapıyor olmanız gereken bir şeyi yapıyorsunuz. böyle devam edin ama o “adamların” yaptığı şeylere ortak değilseniz kendinizi onlarla aynı grupta değerlendirmeyin.

bir de “cinsiyetçilik kadın mağduriyetini yüceltmek için götten uydurulmuş bir kavram” diyen birine şunu hatırlatın: bir erkeğe hakaret etmek, onu küçük düşürmek istiyorsanız, genelde onu bir kadına veya eşcinsel bir erkeğe benzeterek (karı gibi, kırık, vs.) bunu yapıyorsunuz. bu hatırlatmayı yaptıktan sonra da ağzına kürekle vurun.

diyeceklerim bu kadar.

edit 2:
tamam, çok sert bitirmişim ama son bir şey daha söylemem lazım. bu yazı ekşi şeylerde şu başlıkla yayınlanmış: çocukluğundan bu yana taciz ve şiddete maruz kalmış birinin ağzından: türkiye’de kadın olmak. sabah programı alt yazısı gibi.

yazıyı bu başlık altında okuyan okur kardeşlerim de bunu başına gelmeyen kalmamış zavallı bir ablamızın hikayesi olarak okuyor ister istemez.

ekşi şeylerin editoryal işlerinden kim sorumlu bilmiyorum ama bu yazının yazılma sebebi ve anlatmak istedi şey bu değil. gün yüzü görmemiş, bahtsız bir sansa stark hikayesi anlatmadım ben burada. bu ülkedeki kadınlar bunları her gün yaşıyor. benim dayımın kızı yaşamıyormuş ama diye gelmeyin bana. yaşıyor. ama sen görmek istemiyorsun. çok acayip ve inanılmaz hikayeler değiller. sabah programına çıkarılıp vah vah diye ağlanacak şeyler değiller. gün içinde şahit olduğumuzda dönüp bakmadığımız, rutin olarak gördüğümüz, hayatın gerçeği olarak kabullendiğimiz olağan şeyler. son kez söylüyorum: evet, her kadın yaşıyor bunu. ya da ben yaşamayanına denk gelmedim. eğer genel bir sorun olduğunu düşünmesem, sadece benim gibi şanssızların başına gelen bir şey olduğunu anlatmak istesem “türkiye’de kadın olmam” diye başlık açardım.

yazıyı türkiye’de kadın olmak başlığı altına yazdım. çünkü türkiye’de kadınım. o kadarını biliyorum. izlanda vatandaşlığı verin oranınkini yazayım. ayrıca evet, libya’dan filan iyiyiz. aferin bize, yine bir suudi arabistan değiliz. övündüğümüz şeye bak.
470 favorites - -
mahallede top oynamak isterken, ama bunun nedenini kendin bile bilmezken; bisikletten düşüp dizlerini kanattığında anneannenin "bisiklet tepelerinde ne işin var senin oh olsun erkek fatma" dediğinde farkettirmeden başlar kadın olmak. yedi yaşındaki bedenine inat bilge aklın kavramıştır terazinin erkeklerden yana bastığını, erkek olmak daha avantajlıdır ama sen el kadar şaşkın, kafası karışık bir kadınsındır. ilkokulda saygınlık kazanmanın yolunu erkeklerin ettiği küfürlere, küfür ederek karşılık vermek olduğunu düşünürsün. ancak ilk küfürünün tadı hala ağzındayken anlarsın sana verilen rol bu değildir; küfür ağzına büyük gelmiştir.
yavaş yavaş geçer zaman, ergenliğe doğru koşar adım... memelerin çıkmaya başladığında utançtan ne yapacağını şaşırırsın, göğüs kafesinde bandajlar, bol tshirtlerle beden derslerine girersin, koşarken zıpladıkları belli olmasın diye kambur durursun. çok sonra anlarsın bir çok kadının kamburluğunun, kendine güvensiz duruşunun sütyenli ilk beden dersinden kaldığını.
boyun, bacakların uzar, belin incelir. (on sene sonra bu haline geri dönmek için kendine ne eziyetler edeceğini bilmeden, utanırsın kendinden) üstelik bu değişimin farkında olan birtek sen değilsindir, yolda yürürken, denize girerken, bakkaldan ekmek alırken bakışlarda bir tuhaflık hissedersin. yıllardır abi, amca dediğin adamların gözündeki ince şeytanlığı yakalarsın.
erkekler ağızlarının suyu aka aka her yerde 31den bahsederken, sen seksi iğrenç bulursun. aşkın en ilkel versiyonları kanında yavaş yavaş dolanır belki de aşık olabileceğin en ilkel adamı o zaman bulursun. bana kaşar derler diye kimseyle çıkmasın, ama kaşarların pervasızlıklarına, onların göğüslerini saklamadan salına salına okulda dolanmalarına, sen saçlarını sıkı sıkı örürken, onların rüzgarda uçuşan saçlarına imrenirsin. kadın olmak istersin, birden büyümek, hemen bütün bu saçmalıklarla başa çıkabilecek kadar güçlü olmak istersin. en azından öyle görünmek... annenin fondötenlerinden aşırıp sivilcelerine boca edersin, üstüne kendi paranla aldığın turuncuya kaçan ucuz pudralar sürer, hilkat garibesi bir halde aynanın karşısına geçer; işte budur! dersin. dünyanın en kafası karışık palyaçosu olarak okula gidersin bir süre. sonra birgün annen seni görür ve demediğini bırakmaz, komik göründüğünü, neden böyle birşey yaptığını sorar. herşeyden nefret ediyorum dersin, kimse beni anlamıyor dersin..
okula giderken otobüste hayatının ilk fortçusuyla tanışırsın. don giymemiş bol kot pantolonlu adam bomboş otobüste seni takip eder. nereye gitsen kıçına yapışır, utancından, şaşkınlığından ne yapacağını şaşırırsın. durumu gören amcalar kafasını çevirir, aman bulaşmayalım bakışıyla ilk kez orada tanışırsın. bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı kelimenin tam anlamıyla otobüsün içindedir. ilk durakta iner ağlaya ağlaya, ağzına geleni saya saya okula gidersin.
ilk kez regl olduğunda annene "sakın bana vurma" dersin. sınıftaki arkadaşların tokat yemiştir çünkü. annen salaklaşma der, güler. ancak durum bir çoğu için böyle değildir. regl olur olmaz okuldan alınan arkadaşına, pedden önce türban alınan arkadaşına üzülürsün.
kıyafetlerinle derdin o zaman başlar. etek, şort giydiğinde, askılı elbise giydiğinde, azıcık dar bir tshirt giydiğinde rahatsız olursun. otobüse binemezsin, vapura binemezsin. dünyada gördüğü ilk kadın senmişsin gibi sana bakan adamlar gözleriyle bir güzel seni soyarlar, sonra vapurun ortasında ırzına geçip üzerine demli çay ve sigarayla keyif yaparlar. bir süre sonra onları görmeme, "bok mu var da bakıyosun?" deme refleksi geliştirirsin.
ilk öpücüğün hiç de o filmlerdekine benzemez. daha çok vicdan azabıdır hissettiğin.
erkeklerin apoletlerinde yattıkları kadın sayıları olur o zaman anlarsın. erkekler yattıkları kadını, onu evire çevire nasıl becerdiğini arkadaşlarına ince ince ayrıntılarıyla anlatırken, kadınlar herşeyi içinde, kendinde yaşamak zorunda bırakılır.
türkiyede kadınsan geceleri yaşayamazsın mesela...
ondan sonra yanında erkeği (babası, kardeşi, kocası, sevgilisi, arkadaşı) olmayan kadın minibüse bindiğinde, istisnasız herkes tarafından tek tek süzülür. acaba nereden geliyor, acaba nereye gidiyor soruları kafalarda dolanır.. dolanır..
gece bir kapkaç, taciz yaşanmışsa, karakolda o saatte orada ne işin vardı diye sorulur. sen gece sokakta dolanan, onun bunun nefsini uyandıran bir "yollu"sundur. öyle ya dişi köpek kuyruk sallamazsa... derdini anlatamazsın, sizi ilgilendirmez diyemezsin.
eğlenmek için bir yere girerken çantanda silah bulunması, prezervatif bulunmasından daha saygındır.
erkek arkadaşın yan koltukta sen araba kullanırken sizi bariyerlere sürükleyen adam bulunamazken, sen günlerce komada kalırsın. ölsen de biri kadın iki kişi öldü denir haberlerde.
iş yerinde seninle aynı işi yapan erkek meslektaşından daha az maaş alırsın ve tek neden onun ev geçindirdiği senin ev geçimine katkıda bulunduğundur. erkek dünyasında tutunmaya çalışan, didinen, yırtınan bir ucube haline gelirsin zamanla. çocuk doğurduğunda yavaş yavaş kapıyı gösterirler, "herşey için teşekkür ederiz, ileride yine çalışmak ümidiyle.."
türkiyede kadın olmak...
kocaman bir ikiyüzlülüğün, namussuzluğun en kırılgan öznesi olmaktır. babanın, dedenin, amcanın, abinin tecavüzüne uğrayıp "komşunun oğluyla konuşuyorlarmış namussuzlar" gerekçesiyle öldürülmektir. tecavüze uğrayıp hamile kaldığında yaşadıklarını derin bir solukla içine çekip, öz kardeşinin kurşunuyla ölmektir. namus senin bacaklarının arasındadır çünkü.. bacaklarını isteyerek açmanla, bacaklarının zorla açıktırılması arasında fark yoktur onlar için. bacaklarının arası o kadar önemlidir o kadar önemlidir ki, okula bile kampanyalarla gidersin o da baban herşeye rağmen kalbini temiz tutabilmiş biriyse.
bazı kadınlar için iyi kader çoğu zaman görücü usulüyle evlenilmiş kocadan az dayak yemek, şanslıysan hiç dayak yememektir. ha birde erkek çocuk doğurmaktır. evlenmeden önce kuramadığı iktidarı, hiç değilse oğlunun üzerinde kurmak ister, o nelerden, kimlerden çektiğini unutan kadın onlardan biri olmak ister bir oğlan doğurarak. bükemediği eli öper, oğlan doğurarak, "erkek" olmak ister. alem buysa, kral o'dur.
10 yıl sonra gelen zorunlu edit: sevgili ekşi sözlük okurları, 10 yıl önce yazdığım bu entry'i kaynak göstermeden ve üstelik kendi imzası ile blog'unda, sosyal medyadaki sayfalarında, gazete köşesinde, haber portallarında vs. paylaşanlar, yapmayın etmeyin. bu emeğe ve bana, okurunuza saygısızlıktır, yapmayın. bundan sonra gördüğümü gördüğüm yerde çok pis rezil edeceğim, haberiniz olsun.

ifşa editleri:
hırsız 1: http://www.doguses.com/…iyede-kadin-olmak-1881.html
hırsız 2: http://www.sanalbasin.com/…-isyan-ediyorum-8714458/
hırsız 3: http://esekkafalierol.tumblr.com/post/75468207869

devam

http://www.mersinportal.com/…de-ozgecan-h16324.html
http://www.polatliistiklal.com/…&id=13398&itemid=39
http://www.mersinsonhaber.com/…lda_kadın_olmak.html
http://zelalinsedefkutusu.tumblr.com/…elated_post=1
http://kadinlaryaziyor.blogspot.com.tr/…-agrlg.html
146 favorites - -
bundan seneler once, her genc hanimin hacilara hocalara gittigi bir donem vardir ya, evet o donemimiz.* mahallemizde bi' hoca var. iste, yaziyor, ciziyor, muska yapiyor, okuyor, ufluyor, yildizname filan bakiyor. cahiliye zamanlarim. merakliyiz da, gidip geliyoruz ergen kizlar iste*.

ilk defa orada gordum. orta boylu, kir sacli. biyiklari sigaradan sararmis, sessiz bir adam. dun gibi aklimda yuzu. nasil solgun, icine cokmus gibi. ulan hadi biz gelecek merakimiza yenilip geliyoruz buraya, bunun ne isi var diye dusunuyorum. neyse, bir kac defa daha goruyorum adami, her seferinde biraz daha ufaliyor sanki, kuculuyor. hocanin karisina soruyorum; agzinda biseyler geveliyor ama hic net bisey soylemiyor.
bir kac gun sonra, gazetede goruyorum adamin resmini, meger evden kacip evlenen kizini, barisma bahanesi ile cagirip, bos bir araziye goturup, kizin kendi corabi ile bogup oldurmus. daha vahim olan, kizin hamile olusu. uzun zaman sokunu atlatamadim. bir babanin oz kizini, bos bir arazide, kendi corabi ile bogusu.. insan en cok kimin yaninda korkmaz ? babasinin demek isterdim ama, elleri ile o corabi cikartip babasina verip, onu bogmasini bekleme ani hala kanimi donduruyor..

ve ayni adam, hocaya ona gorunmezlik buyusu yapmasi icin gelip gidiyormus...

bu daha mi aci sanki ?

turkiye'de kadin olmak gecenin karanliginda oz babaniz tarafindan kendi corabinizla bogulabilme ihtimalinizin olmasi da demekmis..
26 favorites - -
sindirilmektir.

3-4 saat önce kadıköy'den marmara üniversitesi'ne doğru yürüyordum, kuyubaşı minibüs caddesindeydim, telefonuma turkcell'den bir mesaj geldi, güneş ışığı ekranı parlattığı için mesajı okuyamadım. hemen caddenin köşesinde bulunan bir motorsiklet mağazasının yanındaki duvara oturdum ve mesajı okudum, bu olay 30 saniyeyi bulmamıştır sanırım arkamdan birinin "hanımefendi, hanımefendi" diye seslendiğini duydum, üzerime alınmadım, tekrar "hanımefendi" diye seslenince dönüp arkama baktım, büyük ihtimalle mağazanın çalışanı olan 28-30 yaşlarında üç adam, mağazanın yanına yerleştirdikleri bir masada oturuyorlardı, adamlardan az önce bana seslenen "gelin burada oturun" dedi. ne dediğini anlamadım önce, "efendim?" diyebildim sadece, "orada rahat edemezsiniz, buyrun yanımıza gelip oturmak istemez misiniz?" dedi, diğerleri de gülüyorlardı. "hayır teşekkürler, bir mesajı kontrol ettim ve gidiyorum zaten." dedim ve kalktım gittim.

daha dün kadın sürücüyü evire çevire döven taksici videosunu izlemiştim. adama cevap veremedim, biraz daha yürüdüm, çok sinirliydim, çok rahatsız olmuştum, çok çaresiz hissetmiştim, başka bir duvara oturdum ve ağlamaya başladım. kafamda tek bir soru vardı:

"neden?"

kimseyi rahatsız edecek bir şey yapmadım, anormal bir görünüşüm yoktu, adamın sözlerinin birkaç nedeni olabilirdi:

1. dükkanın olduğu binanın duvarına oturmamdan rahatsız olmuş olabilirdi. bu mantıklı değil, dükkan seviyesi yoldan en az 1 metre yükseklikte ve benim oturduğum yerden en az 5-6 metre uzaktaydı, ayrıca bulunduğum konum dükkanın önüne değil, yanına denk geliyordu, yani dükkanın önünü kapatma gibi bir durum sözkonusu değildi.
2. kibarlıktan davet ediyor olabilirdi. bu da mantıklı değil, duvara oturduğumda 6-7 metre gerideki masayı ve adamları görmemiştim. 30 saniyelik sürede ısrarla hanımefendi diye seslenmesinin ve beni masaya davet etmesinin hiçbir görgü kuralıyla bağdaşacak yanı yok, ayrıca gülüşmeleri de davetin kibarlıktan kaynaklanmadığını ispatlıyor.
3. taciz ediyor olabilirdi. ben gayet averaj bir kadınım, asla bir görenin dönüp bir daha baktığı bir kadın olmadım. yürüyüşüm, konuşmam, giyinişim sadedir. burada söylemeye çalıştığım şey "gösterişli kadınlar tacizi hak eder" değil kesinlikle. sadece dikkat çekecek, etkilenilecek bir özelliğim olmadığını dile getirmeye çalışıyorum. üzerimde uyduruk bir bluz, uzun kollu bir hırka, altımda dandik bir kot pantolon ve spor ayakkabılar vardı. ne takı, ne makyaj ne de parfüm... yani bu davetin bir beğeniden kaynaklandığını düşünmüyorum.
4. cinsellik barındırmayan taciz. taciz dediğimiz şey ille cinsel taciz değildir. bir kişiyi durduk yere huzursuz edececek davranışlarda bulunmak da tacizdir. en çok aklıma yatan da bu... belki en kötüsü de bu... 3 kişiydiler, ben de tek başımaydım. ufak tefek bir insanım ben. bu adam beni korkutacağını biliyordu, kendimi rahatsız hissetmemi istedi, çünkü bunu yapabilirdi. davranışının hiçbir sebebi yoktu, sadece birinin gözünde korkuyu, çekingenliği görmek istedi. sadece rahatsız etmek istedi. sadece o anda kendimi ezik hissedip oradan kaçmamı istedi ve başardı, başarırken de güldüler.

25-30 metre ötede, adamların beni göremeyeceği bir yerde oturup ağladım. kendime kızdım neden cevap vermedim diye. polise gitmek istedim, anlamsız geldi. bir arkadaşımı aradım, anlattım, teselli etti beni. aklıma gelen bir tek şey vardı, oraya geri dönmek, o masaya oturmak ve "neden?" diye sormak... bir erkeğin arkasına saklanmadan gidebilmek istedim oraya, kavga etmeden, bağırıp çağırmadan, yol boyunca kafamda bin defa canlandırdığım gibi beyinlerini pompalıyla uçurmadan... sakince ve ağlamadan... sebebini duymak istedim. dönmedim, bastım eve gittim, iki çocuğumla parkta oyun oynadım ama hazmedemedim...

uzun saçları vardı adamın, muhtemelen benim gibi beyoğlu belediyesi'nin ikili koltuk yasağına sinirlenmiştir duyunca. belki sansüre karşı yürüyüşte bulunmuştu o da benim gibi. muhtemelen her yılbaşında taksimde yaşanan taciz olaylarından nefret ediyordur. belki de ekşisözlükte yazardır. belki facebook'ta ortak arkadaşlarımız vardır. arkadaşlarımdan birinin aracılığıyla tanışsam fikirlerine saygı duyacağım erkek bir feminist diye adlandırırdım belki onu... zaten en çok acıtan kısmı da bu; yürümekten korkacağınız yollar, yolda gördüğünüzde kaçınacağınız, başınıza bela olacağını şıp diye anlayacağınız tipler vardır, tedbirli olursunuz, bir şey yapmaya kalkıştıklarında kendinizi hazırlıklı hissedersiniz ve işiteceğiniz laf son derece edepsiz de olsa canınızı yakmaz. ama öğleden sonra saat 3'te kuzeninize ya da en yakın arkadaşınıza benzeyen bir adam sizi seviyeli bir şekilde taciz ettiğinde hayata dair umudunuzu yitirirsiniz.

ben bu memlekette nefes alamıyorum, "neden?"lerime "çünkü"ler bulamıyorum.
15 favorites - -
33 yaşımdaydım fatih'te bir arkadaşıma ev bakıyorduk, bir emlakçı bize ev kiralayabilmesi için referans olacak abi, baba vs. netice itibariyle bir erkek getirmemiz gerektiğini söyledi mevzuyu kavrayıp deli herhal diyerek çıktık oradan ama adam deli değildi tabii dünyaya bakışı buydu.bu derin aşağılamayı ve yok sayılmayı unutmayacağım.türkiye'de kadın olmak seçmediğin bir aidiyet yüzünden hor görülmek demektir.
2 favorites - -
ülkemizde kadına düşen görevler anlaşıldığı kadarıyla şöyle özetlenebiliyor:

1. kendini kocana sakla ve evlen.
2. kocana en az 3 çocuk (mümkünse erkek olsunlar) ver.
3. sezaryen harici şekilde bunları doğur.
4. ama o sırada evde otur. doğurmaya hastaneye gidebilir misin orasını daha anlamadım.
5. mümkünse regl olmadan doğurgan ol çünkü ayıp yani ama mümkün değilse bunu doğal bir şey gibi değil de saklanması gereken bir utanç gibi yaşa.
6. kürtaj ve doğum kontrolünü unut, hiçbir koşulda aklından dahi geçirme.
7. açık saçık giyinme, sen meyve gibi bir şeysin, insan değilsin, insanlar (erkekler) meyvenin kabuklusunu sever, unutma.
8. açık saçık giyinirsen tecavüze uğrama çünkü uğrarsan haksız olursun, pantolon giydiysen, mini giydiysen, içki içtiysen vs. tecavüzcüye haklı olarak indirim yapılır.
9. sen çocuk olmayacaksın, doğduğundan itibaren kadınsın. ona göre davran, ağır ol, fazla kikirdeme, mesela 13 yaşında kendi isteğinle onlarca erkeğin tecavüzüne uğrama.
10. sen meyve olduğun kadar dişi köpeksin de, ona buna kuyruk sallama! zavallı, kendi halinde sapık ve tecavüzcüleri tahrik etme.
11. gece çıkma, içki içme, kızlı erkekli ortamlara girme, bir erkekle bankta yan yana oturma, öpüşmeli film filan da seyretme.
12. kafanı örtmen hakkında da, açman hakkında sana fikrin sorulmayacak, hep erkekler konuşacak, söz hakkın varmış gibi davranma.
13. menopoz konusunda bir açıklama gelmedi henüz ama sanırız o da faiz lobisinin işi olmalı, doğurganlığımızı elimizden alıp ülke ekonomimizi bozmak için. o nedenle mümkünse menopoza da girme.
14. ha bir de vajina deme, ayıp.
15. feministsen çirkinsin. lezbiyensen erkek bulamamışsındır. sevgililerin olduysa motorsun. olmadıysa kezbansın. bekarsan, boşandıysan, dulsan eksiksin. çocuğun yoksa bir işe yaramazsın. hani hobi olarak uygun bir şeyler yap elbette ama var oluş sebebin bir erkeğin karısı ve çocuklarının annesi, başka da bir işin yok, bunu unutma.
16. bu memlekette bir kadın olarak, %50 ile azınlıksın. hayatın zor olacak, bunu unutma, kafayı üşütmeden yaşamaya çalış ...
25 favorites - -
üç yıldır tek bir kelime bile yazmamışken bu başlığa yazmaya ihtiyaç duymak istemezdim.
ne yaparsak yapalım, hangi başarıya ulaşırsak ulaşalım, hangi hataya düşersek düşelim, trafikte kaza yapınca suç tamamen ara yoldan çıkan erkek sürücüde bile olsa bizim saçımıza, stilettomuza, eteğimize bakıp yargıya varılıyor.
başarılı olmuyorsun, suçlu olmuyorsun, hatalı veya hatasız olmuyorsun, her zaman -kadın- oluyorsun.
ve sokaktaki herhangi bi adam, hayatta hiç bir şey başaramamış, neden yaşadığını hiç düşünmemiş, bişiy yapabilmek için hiç bir çaba sarfetmemiş, daha ortaokulda okulu bırakmış bi adam senden üstün olduğunu, sırf kadınsın diye senin ona ihtiyacın olduğunu onu isteyeceğini ve zavallı olduğunu düşünüyor.
yanında uyuduğun kocan da sevgilin de öyle düşünüyor. baban da öyle düşünüyor.
bi kısmımız hayatımızın bi kısmında bu adamlardan olmayan bi adama sahip olabilecek kadar şanslıyız. ama çoğumuz değiliz.

polikliniğime muayeneye gelen bir adam peşime takıldı, kaşede gördüğü ismi sosyal medyada aratıp defalarca rahatsız etti, yetmedi telefonumu buldu ve iş yerimi bildiği için dinlemezsem kaçırmakla tehdit etti. haftalardır hayatım alt üst oldu. sabah işe gidebilmem için gelip biri alıyor, akşam başka biri eve bırakıyor, istediğim gibi markete bile gidemiyorum. adam keş, eroinman, bir sürü sabıka kaydı var.

polise koruma tedbiri için şikayette bulundum.
sanırım o zaman herşeyi anladım. öncesinde 183 ü arıyorsunuz, kadın danışma -destek- hattı. bana kaç kadının tecavüze uğradığını kaç kadının dayak yediğini yalnız olmadığımı söyledi bir kadın. sesi lanet olsun niye aradın diyordu. o sırada kocam öldüresiye dövmüş ve ona ihtiyacım var da olabilirdi. bi gün sonra bi telefon geldi. kadın şubeden. kaba bi şekilde adam sana tecavüz mü etti dedi ilk cümle olarak. inanamadım. hayır diye mırıldandım. ee dövdü mü yani ne? dedi.
tecavüz edilmemek için yapmış olamaz mıyım dedim, boş yere yani dedi.
sizin kızınızı tehdit etseydi dedim. klişe bi cümlenin bu kadar işe yaraması garip. biraz değişti sesi. kendimi tanıttım, kusura bakmayın hocam hep gerekli gereksiz arıyorlar da dedi.
farkettim ki herhangi bi sebeple biraz az eğitim görmüş olsam tecavüze uğramam da değersizleşecekti. gene kalıplar. bu ülkede henüz tecavüz edilmediyseniz kimsenin umrunda olmayacağınızı bugünlerde çok net gördüm.

sapık için koruma tedbiri çıktı. sadece üç ay. yani 93. gün adam gelip bana tecavüz edip öldürebilir. sonra takım elbisesini giyer. ve ceza indirimi alır.
bu arada evli olmayan kadınların bi kaç ay öncesine dek koruma kararı çıkartamayacaklarını biliyor muydunuz?
bu arada,
sapığın beni bulmak için polikliniğimi basmasına artık gerek yok, çünkü polis arkadaşlar tebliğ edilecek dosyaya şu adresli evde yaşayan diye başlayan bi koruma kararı yazıp çoktan eline vermişler. bi sabah evimden çıktığımda kaçırılabilirim, ölebilirim, tecavüze uğrayabilirim.
adamı sabah sırıtan bi halde hastanenin duvarına yaslanmış gördüm.
n'apabilirsin?

sadece biz kadınlar -kadın- olmaktan, nazlanmaktan, flörtten, kendini zayıf göstermekten ve size muhtaç olmaktan ibaret değiliz. bu kadar basit değiliz. lütfen siz de olmayın.
89 favorites - -
dayağı , şiddeti , hor görülmeyi, bir kenara bırakırsak bizim üst komşu dilek abla olmaktır.

dilek abla lise mezunu, 15 yıldır aynı evde oturuyor, evleri kendilerinin. kocasının düzenli bir işi var, bir de oğlu var. zamanında çankaya belediyesinde memur olarak çalışmış bir süre, evlenme bilmem ne derken 1-2 yıl çalıştıktan sonra bırakmış işini , evinin hanımı olmuş.

sabah temiz hava almak için açtığım pencereden dilek ablanın sesini duyarım. pencere kenarına kahvaltı hazırlar, çatal-bıçak sesleri karışır birbirine..bir de inceden gelen kızarmış ekmek kokusu. her sabah aksatmadan kahvaltı hazırlar eşine-oğluna, sonra da yolcu eder onları.

her öğleden sonra markete gider dilek abla..günlük alışverişini yapar. iki haftada bir güne gider, kapıda insan gördü mü de, yarım saat konuşmadan duramaz. akşam üstü kavrulmuş soğan kokusu gelir mutfaklarından.. eğer yaz mevsimiyse de kızartma kokusu sarar apartmanı. kocası her akşam 7'de gelir, aksamaz. havalar iyiyse balkonda yerler yemeklerini, değilse de mutfaklarında. ne bir gürültü -bağırış gelmiştir evlerinden, ne de kahkaha sesleri. haftasonları kaynanasına giderler dilek ablalar. önceden kocasının yanına kuruldurdu arabada, artık oğlan büyüdü o oturuyor öne.. dilek ablaya arka koltuk kaldı.

8 yıldır komşuyuz dilek ablayla, 8 yıldır bu düzen içinde gidiyor. biz neler yaşadık diye düşünüyorum şu son 8 yılda.. ne cinnetler çıktı evden, ne gürültüler koptu, ne olaylar oldu, ne kahkalar duyuldu. kimi zaman onların evlerinin güvenli sakinliğinde olmak istedim, kimi zaman onlardaki bu tekdüzelik beni korkuttu.. sanki dünya yıkılsa, savaş çıksa bile dilek ablaların 8 yıldır gözlemlediğim o güvenli sakinlikteki evleri bozulmayacak, dilek abla yine öğleden sonra alışverişine çıkacak, en acelem olduğu anda beni yarım saat kapıda tutacakmış gibi.

bi aralar bebek yapmak istedi dilek abla.. 'büyür gider, değişiklik olsun, renk gelsin..' dedi. bir zerreydi dilek abla... tam da erdem tepegöz'ün anlatmak istediği gibi*. o olmasa dünyada farkında bile olmazdınız, şimdi gitse yine farkında olmazsınız. ama oğlu için, bir dünya dilek abla.. kocası için de.

ne kişisel tarihinize, ne de toplumsal tarihe birşey katamadı dilek abla.. ne bir girişimciliğe imza attı, ne bir şiddet mağduru olup kadın ayaklanması yarattı. 3.sayfa haberi olmaktan da çok uzaktı hikayesi.. dilek ablanın hikayesi , aslında algıda seçicilik yaratamayacak kadar sıradan, fakat türkiye'de yaşayan kadınlarının %85'ine ait olan güvenli sakinliğin hikayesi.

yaz aylarında kızartmanın arkasına karpuz kesen kadınlardır bunlar. içten içe her gün bir mucize beklerler bu yaşar gibi yapılan ölülük halinden.
15 favorites - -
Next (2) - Last Page (155)