gelişmemiş ülke olduğumuzun başka bir kanıtıdır.
dünyanın gelişmiş şehirlerinde sokaklar, meydanlar ve otoparklar sadece beton parçaları değil; şehir ekonomisinin ve düzeninin birer parçasıdır.
londra'da, amsterdam'da, tokyo'da, berlin'de ya da los angeles'ta sokağa arabanı bırakmak istiyorsan, para ödersin. çünkü o alan “kamusal”dır, yani aslında senin değil hepimizin malıdır.
ve bu ülkeler bunun farkındadır:
kamusal alan değerli bir kaynaktır. her metrekare planlı, fiyatlandırılmış ve ölçülüdür.
bir arabanın park ettiği alan ortalama 12 metrekaredir.
londra belediyesi bu alanı saatlik £4–6 arasında kiralar.
amsterdam'da merkezde park ücretleri saatte €7,5'a kadar çıkar.
san francisco'da sokak parkının saati $5–8, aylık izinli park ücretleri ise $300–400 civarındadır.
bu ücretler keyfi değildir.
amaç iki yönlüdür:
1. kamusal alanın hakkını korumak.
2. trafik ve araç sayısını dengelemek.
yani bir taşla iki kuş:
hem şehir gelir elde eder, hem de insanları arabalarını rastgele bırakmaktan caydırır.
sonuç: daha düzenli şehirler, daha az tıkanan sokaklar, daha az stresli sürücüler.
türkiye'de ise tablo tam tersidir.
sokaklar “ortak mal” değil, “kim erken gelirse onun malı” gibi görülür.
her kaldırım, her köşe, her park alanı “bedava otopark”tır.
ama kimse şu soruyu sormaz: bu bedava gerçekten bedava mı?
değil.
bu sistemin maliyeti çok büyük.
sokaklar tıkanır, yaya güvenliği azalır, toplu taşıma verimsizleşir, şehir trafiğe boğulur.
istanbul'da her gün ortalama 8 milyon araç hareketi gerçekleşiyor. bunların büyük bölümü park yeri arayan araçlar.
trafik araştırmalarına göre büyük şehirlerde toplam trafik yoğunluğunun %25'i park yeri arayan araçlardan kaynaklanıyor.
yani “arabamı bir yere bırakayım” diyen milyonlar, aslında hepimizin zamanını çalıyor.
bir de işin ekonomik yönü var.
basit bir hesap:
istanbul'da 1 milyon arabanın sokağa ücretsiz park ettiğini varsayalım.
her biri günde ortalama 8 saat boyunca kamusal alan işgal ediyor.
bu alanı londra'daki gibi saatlik yalnızca ?50 ile fiyatlandırsak,
şehir günde 400 milyon tl, yılda 146 milyar tl gelir elde ederdi.
bu parayla neler yapılabilir?
toplu taşıma ücretsiz hale getirilebilir, mahalle otoparkları yapılabilir, yollar onarılabilir, kaldırımlar yenilenebilir.
ama biz ne yapıyoruz?
kamusal alanı bedava dağıtıyoruz.
sonra da “şehir niye bu kadar düzensiz?” diye şaşırıyoruz.
düzenli şehirlerde arabayı park etmek, sorumluluk gerektirir. sadece “yer bulmak” değil, o alanın değerini ödemektir.
bu yüzden tokyo'da sokağa araba park etmek neredeyse imkânsızdır;
her sürücü aracını satın almadan önce özel park alanı göstermek zorundadır.
amsterdam'da 2 saatten fazla park etmek yasaktır üstelik parayı ödemiş olsan bile.
çünkü amaç sadece gelir değil, hareketliliği teşvik etmektir.
türkiye'de ise hâlâ “arabamı nereye koyacağım?” sorusu sorulur.
halbuki asıl soru şu olmalı:
kamusal alanı kimden çalıyorum?
sonuç olarak “bedava otopark” sadece şehir düzenine değil, ekonomiye de zarar verir.
bu yaklaşım:
• kamusal alanı değersizleştirir,
• gelir potansiyelini sıfırlar,
• trafiği arttırır,
• toplu taşımayı caydırır,
• ve en önemlisi: bireysel çıkarı, toplumsal faydanın önüne koyar.
gelişmiş şehirlerin farkı teknoloji değil, alan bilincidir. bir şehir ne kadar medeni olursa, sokağı o kadar düzenli olur.
bedava otopark, aslında bedava düzensizliktir.