özal'ı bir tür kahraman, vizyonlu bilmem neyli büyük siyasetçi olarak görenler için bir hatırlatma yapmak lazım. 1980'de türkiye'nin 24 ocak kararlarıyla ve akabinde 12 eylül askeri darbesiyle ekonomide daha liberal politikalara geçmesinin arkasında özal'ın vizyonu falan yoktu. özal bu iş için uygun insan olduğu için seçildi.
1970'lerin sonunda petrol krizi vs. derken batılı ekonomiler daralmaya gitmişti. stagflasyonla sonuçlanan 70'ler ekonomik krizlerinden çıkış için (aynı 21. yüzyılda iki kez yapıldığı gibi) hesabı dünyanın geri kalanına ödetmenin bir yolunu buldular. margaret thatcher isimli odun ve sonradan onun dümen suyuna giren kovboy filmlerinin aranmayan kahramanı ronald reagan önderliğinde başlatılan neoliberalizmden bahsediyorum.
özetle serbest ticaret, serbest piyasa, özelleştirme, regülasyonların kaldırılması ve kamunun küçülmeye gitmesi şeklinde özetlenecek bir ekonomik değişim sürecine girildi. thatcher'in yanında danışman olarak nobel ödüllü amarigalı
milton friedman isimli iktisatçı vardı. friedman'a hayranlık duyan vs. çok insan var ama iktisat teorilerinin sınavı gerçek dünyada verilir. lafta kulağa çok güzel gelen teorilerin uygulanması mümkün değilse beş para etmez. friedman'ın devlet tecrübesi askeri diktatörlükle yönetilen şili'den ibaretti ve bazılarının mucize olarak ifade ettiği şili tecrübesi halk için gayet de cehennem gibiydi. şili anca 1990'larda yoksulluğu azaltmak için, friedman'ın hiç de taraftar olmadığı, sosyal devlet politikalarına dönünce götü topladı. yani friedman'ın vaazını verdiği politikaların uygulandığı ilk örnek bile kötüydü. sonuçta güç sahipleri daha güçlü ve zengin, halk daha fakir oluyordu.
bunun özal'la ilgisi şu: dünya bankası, imf gibi kuruluşların kontrolü abd ve ingiltere'deydi. borçlu 90 ülkeden ekonomilerini yeniden yapılandırmaları ve bugün neoliberalizm olarak bildiğimiz sisteme geçmek için yukarıda sıraladığım serbest piyasa vs. gibi konularda dönüşüme başlamaları istendi. sen istiyor borç, geçecek neoliberalizme. özal da bunun türkiye komiseri olarak işe koyuldu. kendisi bu sistemin ülke yararına olacağına yürekten inanıyordur, inanmıyordur onu bilemem ama sonuçlara baktığımızda, dünyanın her yerinde olduğu gibi gelişmiş teknoloji, üretim kapasitesi ve çeşitliliği olan sanayileşmiş ülkeler serbest piyasa diye "gelişmekte" olan ülke pazarlarını ele geçirdi. olan biten budur. borçluluk esasına göre süren ekonomik yapı nedeniyle de bu ülkeler borç sarmalına girdi ve elleri kolları bağlı kaldı. borcu batılı ülkelerden alıp batılı ülkelerden mal alıyor, sonra da borcu ödemek için yine borç alıp yapılandırmaya gidiyorlardı. bunu karşılamak için de halkın alım gücünü düşürüp vergileri artırıyorlardı. tanıdık gelmiş olmalı. bu dönüşümün son ayağı önce tansu çiller'le ab'ye üyelik olmadan gümrük birliği, sonra da babacan, şimşek ve rte kombosuyla ithalata ve borca dayalı ekonomiye geçişi ile tamamlandı.
her şey kötü olmuştur, hiçbir iyi yan yoktur denemez. her zaman iyi ve kötü sonuçlar birlikte gelir. burada mesele hangisi ağır basıyor? elbette bir sürü olumlu sonuç alındı ama bu iş o kadar aceleci ve düşünmeden yapıldı ki bütün yük halkın sırtına yüklendi. ülkenin ahlaki çöküşü soruluyor ya işte o ahlaki çöküş herkes başının çaresine baksın, yeni sisteme geçiyoruz denmesiyle zirveye çıktı. friedman'ın vaazlarının aksine yeni zenginler bizzat özal'ın seçtiği prensler arasından devlet kaynakları akıtılarak yaratıldı. aynısını akp de yaptı. e bu friedman'ın suçu mu? değil. ama dediğim gibi teori uygulamada karşılığı olmayan bir şeyse anlamsızdır. devlet ülke savunması ile ilgilensin der mesela hazretleri. savunma için silah lazım, asker lazım, askeri tesis lazım, personel lazım. silah ve tesisler için teknoloji ve para lazım. işi yapacak olan kim? devlet ihale verecek, birileri yapacak. kim seçiyor bunları? siyaset. friedman kendisi siyasetin güvenilmez olduğunu söylüyor zaten. eh birileri karar alıp uygulayacağına göre kimi seçerler? siyasetçi kendisi için iyi olanı seçer. icabında araya aracılar girebilir, bayrak asanlar çıkabilir, aile ilişkileri girebilir falan. regülasyon olmasın demek kolay. yolsuzluğu, tekelleşmeyi regülasyon olmadan nereye engelliyorsun acaba?
her neyse konu özal :) özetle bu adam yüzme bilmeyen ülkeyi hiçbir önlem olmadan okyanusa atmış kişidir. henüz boğulmadık ama çırpınmaya devam ediyoruz, çırpındıkça da zayıflıyoruz, güçten düşüyoruz. ne yüzebiliyoruz ne karaya çıkabiliyoruz ne de batıyoruz. bir zamanlar italya, ispanya olacak diye bakılan türkiye, bugün pakistan olur mu sorularıyla anılıyor. özal vaktiyle bir gecede yapılan geçiş sayesinde ve bu geçişin bekçiliğini yapan askeri darbe ortamında istediği gibi at koşturdu ama ülkenin başına 40 yıldır çözemediği sorunları bela etti. devlet adamı, olası problemleri ve bunların yaratacağı etkiyi hesaba katar ve halk için en faydalı rotayı çizer. bu şahıs, adnan menderes'in açtığı yoldan gidip ekonomiyi tam bir yağma ekonomisine çeviren kişidir. nato'nun ileri karakolu olan ülkenin sovyetler birliği korkusu sürerken zaten pek seçme şansı yoktu ama bu iş böyle toplumu altüst etmeden, gemisini kurtaran kaptan, her koyun kendi bacağından asılır, devletin malı deniz yemeyen domuz gibi veciz sözler hayata geçirilmeden de yapılabilirdi.
not: ırak'tan türkiye'ye göç eden kürtler uydurma diye bir konu mevzubahis olmuş. dalga mı geçiyorsunuz? saddam hüseyin döneminde kuzey ırak'ta silahlandırılmış güç olan peşmerge denen oluşum vardı. abd'nin etkisiyle saddam'a karşı ayaklanan peşmerge saddam'ın saldırmasıyla ve körfez savaşı nedeniyle özal döneminde iki kez türkiye'ye göç etti. bu konu üstüne yazılmış tezler
var. yüzbinlerce kürt ırak'tan türkiye'ye geldi. bunlarla birlikte gelen ve silahlı güç olan peşmergelerden bir kısmı daha sonra pkk'ya katıldı ve o dönem terör tırmanışa geçti.