kişisel hikayelerdense bir temanın gerisinde birçok hayatın hikayesinin yer aldığı sinema, dizi, roman gibi şeyler beni daha çok içine çeker. panoramik bir görüntünün içinde arada sırada öne çıkan detaylara bayılırım.
the wire'ı da böyle bir beğeni ile izledim. açıkçası mest oldum.
ilk sezonda uyuşturucu ticareti ve sokak, ikinci sezonda liman, üçüncü sezonda siyaset, dördüncü sezonda eğitim ve beşinci sezonda medya öne çıkan tema oldu. ve tüm bunların gerisinde baltimore şehri. aşina simalar ve bunların kavgası, öyküsü ile tadı damağında kalan bir şaheser oldu.
tarihin en kaliteli dizisi
son saniyede düğmeye basıp dünyayı kurtaran kahramanların olmadığı dizidir.
işten gelince dönsün, kafam rahatlasın dizisi hiç değildir.
standart insanlar 1.sezon 3.bölümde elenirler.
ne olay kurgusunu anlarlar, ne 4.sezondaki 1.sezon bağlantısını.
onlar için hayatın içinden dizi diye bahsedildiğinde sadece torbacılar aklına gelir bu kişilerin.
gümrükler, sendikalı işçiler, okullar,yargıç seçimleri, belediye, basın, emniyet teşkilatı, polislerin özel hayatında ne yaptığı, kahramanların bile ilkokullu bebeler tarafından katledilebileceği, şehrin suça bulaşanları için en önemli haberin gazeteye konmaması işlenir. bu standart dizi izleyicileri , ezbere yorum yapılıyor diyebilirler.
kim yorum ezberletmiş seyirciye, seyirci ezber yorum yapmazsa evine haciz mi gelecek? bu ulaştıkları temelsiz fikri açıklama gereği bile duymaz bu standard kişiler.
özet: öyle bir dizidir ki, kişiyi yakalarsa gelmiş geçmiş en iyi dizisi artık "the wire" olur.
herkese hitap etmiyor, politika, siyaset, olaylar arası bağlantı sevmeniz ve buna sabredebilmeniz lazım. anlatanın hiç acelesi yok çünkü.
büdüt: polis aracanı çalıp dünyayı dolaştırma fikridir sendika kardeşliği.
polis bölge müdürü olup, polis aracının çalındığını çaresizce kimseye söyleyememektir the wire.