44. istanbul film festivali'nin mayınlı bölge bölümünde gösterilen the ugly stepsister filmi hakkında yazdık! yazımız için:
güzelliğe giden yolbu yılın başlarında sundance film festivali‘nde prömiyerini yapan ve o gün bugündür festivallerde dillerden düşmeyen the ugly stepsister, 44. istanbul film festivali‘nin mayınlı bölge bölümünde gösteriliyor. norveçli sinemacı emilie blichfeldt‘in ilk uzun metraj denemesi olan film, ünlü külkedisi masalını sert ve vahşi bir yorum ile beyazperdeye uyarlıyor. bazı bünyelere fazla gelebilecek seviyede rahatsız edici sahnelere sahip olan filmin, bu açıdan tam bir sinema deneyimi olduğunu söylemek mümkün. zira, ilk gösteriminden bu yana bazı seyircileri oldukça zorladığı ve hatta salonu terk etmelerine neden olduğu söyleniyor. film, bu nedenle seyir deneyimi açısından ister istemez bazı beklentiler yaratarak pazarlanıyor ve seyirciye karşı bir tür meydan okuma sunuyor.
---
spoiler ---
vahşi bir külkedisi yorumupiyasada birçok yorumunu bulabileceğiniz külkedisi masalı, esasen karanlık tonda bir öyküye sahiptir. özellikle grimm kardeşler‘in versiyonunda kesinlikle çocuklara göre tasvir edilmemiş şok edici bazı anlar vardır. mesela, bu versiyonda üvey kardeşler o meşhur ayakkabıya ayaklarını sığdırabilmek için ayak parmaklarını ve topuklarını keser. güzellik standartlarının ve patriyarkanın karanlık bir yaklaşımla sorgulandığı bu gibi versiyonlar, disney uyarlamaları ile beraber güncelliğini yitirir. külkedisi, artık romantize edilmiş ve saflığı simgeleyen bir iyilik abidesidir. the ugly stepsister, kolektif hafızada yer etmiş “ailelere uygun” külkedisi yorumunu hiçe sayarak masalı eski versiyonunun sertliğinde, hatta ondan daha acımasız bir şekilde ele alıyor.
hem ailesini maddi açıdan memnun etmek hem de kendi hayalindeki adama kavuşmak için prens ile evlenmeyi kafasına koyan külkedisi, buradaki adıyla elvira, kendini bir şekilde kanıtlamalıdır. ancak ülkenin dört bir yanında aynı onun gibi düşünen pek çok kadın vardır. prens için bu rekabet ortamı, birbirinden güzel bakirelerin yarıştığı ve en güzelinin seçildiği bir balo ile nihayete ermelidir. diş telleri, tombul vücudu, eğri burnu ve kraliyete hiç de yaraşmayacak dans yetenekleriyle elvira’nın önünde güzelliğe giden uzun bir yol vardır. ve bu yolda, bazı korkunç yöntemlere ihtiyaç duyulsa da, gerekli her türden kararı almaya hazırdır.
suya düşen vaatlermasalın giriş kısmını -hiç de azımsanmayacak bir uzunlukta- aktaran film, bundan sonra karakterin yaşadığı absürt ve inanması güç tecrübelere odaklanıyor. body horror türü ile kara mizahı bir araya getiren, karakteri berbat senaryolar içinde komik duruma düşürmeyi amaçlayan filmin vaadi son derece ilgi çekici. güzellik standartlarına ve erkek egemen toplum anlayışına dair pek derinlikli bir bakış sunmasa da, sadece çılgın fikirlerle dahi ayakta durabilecek bir film izlenimi oluşuyor. buna karşın, blichfeldt‘in fikirleri öylesine çabuk tükeniyor ki, the ugly stepsister o çokça methedilen rahatsız edici seyir deneyimini asla karşılayamıyor.
filmin en çok kan kaybettiği kısımlardan biri, şüphesiz body horror‘a olan yaklaşımı. korku türü; filmde yalnızca belli sahnelerde ortaya çıkıp unutulan, hikayenin duygusuna sinmeyen ve şok etkisi üzerine tasarlanmış bir kullanımla sınırlı kalıyor. elvira’nın yaşadığı bedensel dönüşümleri senaryonun eksiklikleri nedeniyle anlatının içinde takip edemiyor, birbirinden bağımsız epizodlar eşliğinde izlemeye ve karşılığında hayret etmeye mecbur bırakılıyoruz. gelin görün ki, blichfeldt‘in seyirciyi dumura uğratan uçuk veya en azından heyecan verici bir fikri bile yok. zaten masalın orijinal versiyonunu bilen ya da az çok korku filmi izlemiş biri iseniz, çok küçük istisnalar haricinde filme karşı tiksinti bile duyamıyorsunuz. durum böyle olunca, filmin bütün vaadi suya düşüyor ve derinliksiz senaryosuyla eğlenmek bile mümkün olmuyor.
tutarsız ve çiğ anlatıson zamanlarda genç yönetmenlere sahip modern korku filmleri, eski referanslara ve büyük konseptlere sahip çıkış fikirlerinin acısını çekmeye başladı. çoğu, müzik klibine benzeyen bir reji ve birkaç iddialı sahne ile seyirciyi tatmin edebileceğini düşünür oldu. maalesef, the ugly stepsister da bu filmlerden biri. blichfeldt, esinlendiği türün ustalarından david cronenberg‘in onlarca yıl önce politika, teknoloji, erotizm ve hatta metafizik ile bağdaştırdığı body horror konseptine ufacık bir ekleme bile yapamıyor. elvira’nın geçirdiği travmatik deneyimler, ilk bakışta ilgi çekici durmasına karşın asla karakteri derinleştirmiyor veya finaldeki patlamaya bir altyapı hazırlayamıyor. mesela bu açıdan, ana fikri ve türlere yaklaşımı açısından selefi sayılabilecek the substance kadar el arttırmaya veya gülünçleşmeye yeltenemiyor.
senaryodaki belli hamlelerinden ve genel yönetmenlik anlayışından blichfeldt‘in anlattığı öyküyü biraz da olsa ciddiye aldığı anlaşılıyor. açıkçası, tüm o akıl almaz (!) sahne fikirlerinden başını kaldırıp filmde nadiren karşımıza çıkan kara mizahı kullanamamış olması üzücü. karakterlerin içinde kaldığı anlamsız ve rahatsız edici durumları tiye alabilse, en azından filmin kuru seyir tecrübesine azıcık daha katlanılabilirdi. bu haliyle, hem hikayesine -dalga geçebilecek kadar bile- toz kondurmayan hem de sırf dikkat çekmek için ayrıksı gore sahnelerine sıklıkla başvuran kararsız bir yönetmenlik seyrediyoruz.
the ugly stepsister, birçok açıdan çiğ kalmış bir yapıya sahip ve ancak kulaktan kulağa duyularak alıcısına ulaşabilecek güçte. nitekim, filmi belli anahtar kelimeler kullanarak pazarlamak oldukça kolay; ancak tatmin edici bir seyir deneyimi elde etmek için yoğun bir çaba sarf etmeniz gerekiyor. blichfeldt, teknik açıdan özenli bir iş çıkarmış olmasına rağmen tembel ve yaratıcılıktan uzak vizyonu nedeniyle sıkıcı bir külkedisi uyarlamasına imza atıyor. sanıyorum asıl amaç, masalı eski günlerine döndürmek ve en azından güncel sinema kodlarında halen bir geçerliliği olduğunu göstermekti; ancak komiktir ki, filmi izledikten sonra bir disney uyarlaması bile kulağa daha ikna edici geliyor.
---
spoiler ---