ben affleck'in
gone baby gone'ı ile aynı konuya parmak basan fakat başkarakterlerinin meseleye bakışı hususunda ayrışan film.
şimdi bi kere filmin adı bence yanlış olmuş. zira afişiyle birlikte bakıldığında "gore" öğeler barındıran bi gerilim filmi izlenimi veriyor. imdb'deki notu da bu yanlış beklenti nedeniyle düşük sanırım. hâlbuki öyle değil. hattâ alâkası yok. bu film, gerilimi sürükleyici öğe olarak kullanan bi drama aslında. bunu bilerek izlenirse filme bakışımız daha sağlıklı olur kanaatindeyim.
konusu şöyle: amerika'nın ücra bir maden kasabasında çok sayıda çocuk, belli aralıklarla kaybolmaktadır. çocuklardan ne bir iz bulunabilmekte ne de bir haber alınabilmektedir. belli bir süre sonra kasaba ahalisi çocukların kaybolmasının ardında, yarı masalsı özelliklerle süsledikleri "tall man - uzun boylu adam"ın olduğuna inanmaya ve dillendirmeye başlar. tek geçim kaynağı olan maden kapandıktan sonra -sakinleriyle birlikte- âtıl duruma düşen ve sefalete terk edilen kasabada hemşirelik yapan julia(biel) ise bu koşullar altında, vefat eden doktor kocasının görevini devam ettirmeye çalışan iyi niyetli bi kardeşimizdir.
yarım gibi oldu ama spoylırsız bu kadar. bundan sonrası yer yer
gone baby gone filminden de olmak üzere spoylırlı. ona göre okuyun, sonra küfretmeyin.
---
spoiler ---
film, aynı
gone baby gone'ın yaptığı gibi biz izleyicileri bir ikilemin içine sürüklüyor. bir çocuğun hayatını(geleceğini) kurtarmak için ailesinden koparmanın etik boyutlarını irdelerken hadiseye mümkün mertebe tarafsız daha doğrusu çekimser bakmaya çalışan
gone baby gone'ın aksine -bence- cesurca taraf seçiyor.
insanoğlunun varacağı noktayı yetiştirdiği çocukları belirliyor malûmunuz. istisnâsız bütün çocuklar her şeyin en güzelini hak eder. ebeveynlerinin olanakları/olanaksızlıkları, iyilikleri/kötülükleri, yeterlilikleri/yetersizlikleri, becerileri/becerisizlikleri, başarıları/başarısızlıkları doğrudan çocuklarını etkiler. peki, çocuklar bu denklemin olumsuz tarafında doğmayı, olmayı, yaşamayı hak ederler mi? kötü bir ebeveynin elinde ziyan olmaktansa, onun hayatının kıymetini bilen biri tarafından yetiştirilse daha iyi olmaz mı? bunu istemek doğru mudur? etik midir? bu fikri eyleme dönüştüren insanın böyle bir hakkı var mıdır? bu, haddini aşmak mıdır yoksa kahramanlık mıdır?
işte bizi ikileme düşüren sorular bunlar.
gone baby gone'da başkarakter, çocuğun iyi bir gelecek hayâlini elinden alarak ve bunu bilerek çocuğu annesinin kollarına teslim ediyordu. bu kesinlikle zor bir karardı. kabul ediyorum. peki, doğru bir karar mıydı? ondan o kadar emin değilim işte. çocuklar her şeyden önce sıcak bir yuvaya muhtaçtırlar. klâsik olacak ama sevgiye, ilgiye, şefkate muhtaçtırlar. o kızın biyolojik annesi bunların hiçbirini ona vermeyecek işte. veremeyecek değil; vermeyecek. kızcağız filmde de dendiği gibi daha lise 2'de birinden hamile kalacak, okulu bırakacak, iğrenç işlerde çalışacak, uyuşturucuya alışacak, fahişelik yapacak. bunlar tahmin değil. bunlar olasılık değil. bunlar gerçek... işte o filmde başkarakter, o çocuğu tekrar tüm bunların içine çekti. böyle düşününce çocuğun dayısının, iki polis memurunun, morgan freeman'ın fedakârlıkları çok daha iyi anlaşılıyor. başkarakterin(valla adına bakmaya üşeniyorum) göremediği şey, bi avuç insanın bir çocuk için nasıl kendilerinden vazgeçtikleri.
the tall man'de ise bu defa başkarakterimiz julia, kocası ve arkadaşıyla birlikte bir sürü çocuğu ailelerinden çalıyor ve onlara hak ettikleri hayatları verecek kimselere veriyor. çocukların, ebeveynlerinin izinden gitmelerinin önüne geçiyor. geleceklerine kendilerinin yön verebileceği hayatlar yaşamalarına imkân sağlıyor. filmde de söylediği gibi o insanın içini karartan, insanı çaresizleştiren döngüyü kırıyor. şimdi bu eylemin etik yönünü sabaha kadar tartışırız. açıkçası ben arızalı da olsa julia'nın tarafını tutuyorum. filmin sonunda o kızın bize ısrarla sorduğu soruya vicdanım karıncalansa da "evet, öyle." dedim ve ben, eğer o çocuklar güzel bir gelecek kazanacaksa, bunun ihtimâli dahi varsa bu vicdan rahatsızlığıyla yaşamaya razıyım. ellerimi kirletmesem de yüreğimi kirletmeye razıyım. yeter ki çocuklar kurtulsun...
son söz olarak şunu diyeyim: yine filmin sonunda kızın "birinci annem, ikinci annem, üçüncü annem..." temalı konuşmasından da filmin durduğu taraf gayet net anlaşılıyor zaten...
---
spoiler ---
filmi ele alırsak, yanlış isim konulmuş, sırıtmayan ancak yer yer aksayan senaryo, gösterişsiz oyunculuklar, iyi yönetimle vasatın üstünde bir yapım olmuş. bir de şimdiye kadar oyunculuğunu hiç beğenmediğim
jessica biel için olmak üzere diyebilirim. daha yolu var ama...