okuldan çıkmıştım ve evime doğru gidiyordum. sağ kolumla bedenime sıkıştırdığım kitapların tişört üstünden görülebilecek şekilde beni terletmesini ve etraftaki insanların duyabileceği şekilde kendi kendime şarkı söylüyor olmayı pek de umursamadan, arnavut kaldırımı yolları arşın arşın geçiyordum, beklentisiz ve belki de avuçlarımda sakladığım çakıl taşlarını bırakacak yer arayışında olduğuma gözlerimi kapamış olmanın verdiği huzurlu ruh hali ile. her sabah önünden geçerken poğaça ve simit kokuları ile kendimden geçtiğim fırının kepenklerini görmemle değişti günün akışı. ayaklarımı yere sabitleyen belki çivi değildi ama çivi kadar etkili bir şekilde çakılıp kaldım, yıllarca hiç kapanmamış olan bu fırını kapalı görünce. bir şeyler ters gidiyordu, bir his vardı içimde, açıklaması mümkündü ama nedense açıklamak yerine hissin tadını çıkarmak ya da hissi iliklerime kadar doldurmakla meşgul olduğumdan, bana ait oluşunun verdiği huzurdan dolayı hissi eyleme çeviresim yoktu hiç. o an kepenk üstüne asılmış a4 kağıdı gördüm. kötü bir türkçe ile, noktalama işaretleri olmaksızın "cenaze nedeniyle kapalıyız" diyordu. cenaze! aman tanrım.
şimdi buraya kadar okuduğunda "mmm, lan?" diyen erkeklere, yazının kalanını okumamalarını tavsiye ediyorum, zira hikayenin gerisi yok. yani o hayallerinizde süslediğiniz "farklı, ve farklı olduunun bilincinde hatun [hatun lafına da ayrı tilt oluyorum] tarafından yazılmış fantastik bir öykü ile karşı karşıya değilsiniz. sadece memelerini umursadığınız, ancak anlattığı hikayenin herkesin anlattıklarından farklı olması nedeniyle arada bir "ilgiiinç" diyesinizi getiren kadın değil efendim söz konusu olan.
kadın...
modellenen, çeşitlenen, şekilden şekile sokulan ve "özne" olmaktan çok "nesne" olmakla özdeşleştirilen kutsal varlık evet. ve erkek, onu nesneleştirmekten başka bir şeyle meşgul olmayan varlık rolünde burada. şimdi aradan çıkıp gladyatörlük yapan, "efendim biz kadınlara bu gözle bakmıyoruz" diyenlere bir önerim olacak; "amelie'nin erkek sürümü olun lütfen, hikayelerinizi pankreasınıza, prostatınıza, evdeki oyuncak arabalarınıza falan anlatın, bana değil".
kadın, erkeğin günlük hayatının büyük bölümünü kaplayan, ama bu denklemin aksini kendi hayatına uygulamayan bir varlık açıkçası.
yok, vazgeçtim bunları yazmaktan.
konuya döneyim, amelie tipi sevgiliye, buna dair beklentiye döneyim:
erkekler için hayali bir sevgili vardır hep zihinde, bu sevgili hep mihenk taşı olur ama gerçekçi değildir. bu bahsettiğim "sevgili", ya da "hayali sevgili", merkezi erkek olan bir dünyada, varlığını göstermek için erkeğin öngördüğü veya şart koştuğu "fantezileri" bir bir gerçekleştiren veya bunlarda yetkili nesne rolü oynayan sevgilidir. mercimek çuvalına elini sokup sevgilisini hayal eden sevgilidir bu kişi. suda taş sektirmekten hoşlanandır, basit ayrıntıların verdiği mutluluklara takılan kişidir. milyonlarca dolarlık teknede seyahati değil, ambalaj baloncuklarını patlatmayı sevmelidir bu kişi. büyük ve bahçeli bir evi değil, minik bir apartman dairesini ve hep kapalı havaları sevmelidir. dışarıda insanların arasında bulunmaktansa kendi başına olmayı, ya da yalnız kıyı ve köşelerde takılmayı seven kişi olmalıdır. buradaki bencilliği görebiliyoruz değil mi? bir anlaşmazlık yok yani? kendi "özgürlük" duygusunun sınırsızlığının farkında olan erkek, bağımsızlık ve özgürlük duyguları körelmiş olan, karşısındaki erkeğe koşulsuz ve beklentisiz bir sevgiyle bağlanan ve kendisine önerilen ya da belki kaba tabirle emredilen her şeyi itirazsız bir şekilde yerine getiren, ve yine "hatta", herhangi bir istek ya da beklentiyi önceden tahmin ederek erkeğin bu beklentiyi dile getirmesini dahi beklemeyen kadın tipine dair arzu besler içinde. bu kadın; sabah erkeğin evden işe veya herhangi bir başka yere gitmesi sırasında yalnız bırakıldığında, bir kedi gibi kendi oyuncakları ile oynayabilmeli, ne bileyim musluk sesindeki dayanılmaz türbülans tınısına kapılıp saatlerce musluk sesi dinleyebilmeli, cam bilyelerin yüzüne elmas kalemle yazılar yazıp bunları kanalizasyona atma hevesinde olmalı, camdan bakıp balkonlarda asılı kırmızı tişört sayısının mevsim ortalamaları ile kıyaslamalarını yapmayı sevmelidir. bakın ortak bir noktaya çıkıyor aslında bu beklenti. "kendine ait bir yaşamı varmış ilüzyonu ya da sanrısında olan, ancak kendine biçilmiş senaryovari bir hayata kapalı kalmış bir kadın beklentisi. yani matruşkadan bir adım ötede değil.
amelie poulain; umut doludur. her şeyin hep iyi olacağına dair umutları vardır kendisinin. sırf apartmandaki bir kadın iyi olsun diye, sittin tane mektuptan parçaları bir araya getirerek sanal bir mektup hazırlayacak azme, zamana, güce ve bilgiye sahiptir. ama nedense bu becerilerini "kendine ait bir hayat" yaratmak için kullanmaz. bu becerilerini nerde ottan boktan hadise varsa ona yöneltir. amelie poulain, ikna gücü olan bir kadındır. birbirleri ile alakasız iki insanın birbirlerine aşık olduğu fikrini bile kabul ettirebilir, ama bütün hayatı kibrit kutularını biriktirmek, saçma sapan parçalara ayrılmış fotoğrafları albümlemek ve benzeri gereksiz işlerle doludur. iletişimci olmaz, el becerisi ustası olmaz, bunlardan maddi getiri de elde etmez. varsa yoksa basit şeylerle oynasın dursundur. hayat zaten oyundur. işte bakın, erkekteki beklentinin "hayali" boyutuna bir örnek daha. erkek, hayalindeki sevgilinin bir hayal dünyasında yaşamasını arzular. erkeğin içinde bulunduğu gerçek hayatla kesişmesi olmamalıdır o hayali kadının. hayalindeki amelie, erkek tarafından sınırları belirlenmiş olan ve erkeğin merkezde yer aldığı bir hayata kısılıp kalmış olmalıdır.
bu yazıdan "bütün erkekler kötüdür" mesajı çıkarabilecek kadar salak olanları ayrı tutarak, yazıyı okuyan ve burada anlatmak istediğim ancak kıyısından köşesinden dokundurma ötesine geçemediğim fikri yakalayabilmiş olan erkekler için bir mesajım olacak:
sizler de birer amelie poulain'siniz. böyle bir kadın yok, olmayacak, olamaz. olursa eğer; oturup zırıl zırıl ağlasın varlığına. kibrit kutusunda yaşamaya devam etsin evet, ancak örnek teşkil etmesin, beklentilere ve arzulara model olmasın. biz de rahat edelim.
neyse, fırın mırın yalan, uydurdum oraları. okuldan eve geldiğim yol da arnavut kaldırımı değil, belediye yapımı beton asfalt. gerçekçi olun ulen biraz.