türk spor medyası denince akla gelen en önemli organizasyonlardan biridir benim gözümde. youtube kanalında
londra merkez olsun,
tardini büfe olsun,
oyna devam olsun birçok programını takip eder, yemek yaparken açar dinlerim. dergisine ise bir yıldır dijital aboneliğim bulunmakta. benim için son yıllarda türk spor basınının en önemli taşlarından biri olmuştur.
spor medyasının gerçek anlamda temsil eden bir kurum oldukları içindir ki
türk spor medyası ve ilintili olarak uluslararası spor medyası üzerine yazacağım bu eleştiri entry'sini kendi başlıkları altına yazmayı uygun görüyorum. entry'nin devamında öncelikle uluslararası spor medyası üzerine olan eleştirim ile başlayıp sonrasında bunun türk spor basını üzerindeki yansımalarına bakacağım.
uluslararası spor medyası ile ana akım medyaya odaklanarak, alanın futbol anlamındaki en önemli temsilcilerinden
sky sports ve hem futbol hem basketbol alanının temsilcisi
the athletic'den bahsederek başlamak uygun olacaktır. günümüzde büyüyen spor endüstrisi,
kaan kural'ın sıkça bahsettiği bir şekilde çok büyük bir "karşılaşmayı sonuna kadar izlemeyen ama videolar, podcastler, makaleler üzerinden sporu derinlemesine takip eden" kitle oluşturmuş durumda. bugün, kendim de dahil olmak üzere, birçok kişi karşılaşmaları takip etmektense kısa özetler, istatistikler ve sonrasında üretilen içerikleri tüketmeyi tercih ediyor. eskiden gazete ve dergiler bu tüketim açlığını karşılarken, artık youtube içerikleri, podcastler ve internet makaleleri alanı ele geçirmiş bulunmakta.
bunun doğal sonucu ise, bugün spor medyasını oluşturan parçalar hiç olmadığı kadar güç kazanmış durumda. bugün medya, hangi takımın ne kadar popüler olacağına karar verebiliyor. çünkü öncesinde bireyler karşılaşmaları kendileri takip edip fikir oluşturabilecekken, şu anda karşılaşmaların takibi olabildiğince düşmüş durumda. bundan dolayı, fikir üretmektense, spor medyasından fikri direkt olarak alma sürecine geçilmiş oluyor. dolayısıyla fikir üreticileri, yani spor medyası, bireylere "ne düşünmeleri gerektiğini" eskisinden daha etkili ve sürekli bir şekilde söyleyebiliyor. dahası, bu güç giderek daha da büyüyor ve kontrol altına alınamaz bir seviyeye ulaşmak üzere.
işte bu kontrolsüz medya gücü ve onun spor izleyici üzerindeki etkisini gösteren en önemli medya kuruluşları ise son yıllarda
sky sports ve
the athletic oldu. bugün, futbol dünyasının ingiltere ve premier lig kontrolüne geçtiği hepimizin malumu. en çok para orada, en iyi oyuncular dolayısıyla oraya geliyor, en iyi antrenörler orada çalışıyor. bu da gayet normal bir süreç.
cem dizdar'ın dediği gibi, futbol, hayat gibi, dikine bir sistem. bu sistemde zayıfsan, paran yoksa, yeteri kadar çalışmıyorsan, sana yer yok ve diğer ligler, premier lig kadar çalışmadı. bu büyümeden ingiliz spor medyası da payını aldı ve bugün çeşitli
sky sports yorumcuları,
gary nevilleler,
gary linekeerler, gelişen yeni spor medyasını kontrol eder konuma gelmiş noktalar. bu yorumcuların söylediği şeyler, sanki bir tabuya dönüşmekte, sorgulanamaz, yanlışlanamaz bilgiler olma yolunda ilerlemektedir.
euro 2020'de de gördük ki, bir penaltı pozisyonuna gary linekeer penaltı diyorsa, penaltıdır. aksi teklif edilebilir ama gary linekeer bir kez karar vermiştir ve doğru olan da odur.
her karara bu kadar etki edebilecek bir spor medyasının oluşması ise, bu kararları verecek olan spor medyası mensuplarının "elindeki gücü ne kadar sorumluluğunu bilerek kullandığı" noktasını tartışmaya açmaktadır. işte
the athletic'den bahsedeceğim kısım da burasıdır. uluslararası ve yerel medyayı takip eden birçok kişi sky sports veya the athletic'e referans verildiğini en az bir kez duymuştur. tabi, bu güzeldir. akademik dünyanın içinde olduğu gibi, sporda da referans hayati öneme sahiptir. fakat burada çok önemli bir ayrıntı bulunmakta. akademik dünyada birçok farklı dergi vardır, aynı konu üzerinde bile başaktör olabilecek dört beş farklı dergi bulunur ve bu dergilerde yapılacak yayınları denetleyen editör grubu tamamen farklıdır. bu sayede, benzer etki faktörüne sahip dergileri inceleyebilir ve aynı konulara nasıl yaklaşıldığını görebilirsiniz.
spor dünyasına baktığımızda da the athletic ve sky sports, şu an için "etki faktörünü" domine etmekte, yanına kimseyi yaklaştırmamaktadır. bu nebze tekelleşen bir medya organı, kararlara tek başına etki etmeye başlayabilir ve bu etkiler, editörlerinin isteği şeklinde olur. editörün istemediği bir fikrin artık buralarda basılması, yayınlanmaması, olsa bile öne çıkarılması, giderek zorlaşmaya başlar. peki bu bizi nereye götürür? bir örnek üzerinden açıklayalım:
çalkantılı bir süreçten geçen manchester united'ın başına geçen
jose mourinho'ya bakalım. belirli kadrolar kurulmuş, belirli transferler yapılmış fakat takım önce city'nin, sonrasında da liverpool'un gerisinde kalmıştır. bu süreçte sky sports ve the athletic'in yeni yüzleri city ve liverpool'dur. dünya futbolunda için iki yenilikçi sistem kavga etmektedir ve biri 2016, diğeri 2015'te göreve başlayan teknik direktörler gladyatör gibi çarpışmaya yakında başlayacaklardır. dominant city oyunu, her yerde posterdir ve
uğur meleke'nin tabiri ile "sanki dünyada başka bir takım futbol oynamıyormuşçasına" herkes city'yi konuşmaktadır. sonraki sene liverpool çok güzel bir hikaye oluşturarak şampiyon olur ve bu "pazarlanabilir hikaye" sky sports ve the athletic tarafından da hak ettiği şekilde parlatılır.
city kadar rahat oyuncu alıp satamayan ve kendisine klopp kadar kredi verilmeyen jose mourinho ise yakın zamanda medya ile de ters düşer ve kulüpten kovulur. kulüpten ayrılmadan önceki haftalarda da "futbol mirası bir günde oluşmaz, city bugün şampiyon oluyorsa otomendi, kdb gibi oyuncular uzun zamandır burada beraber oynadıkları için bu kadar iyi takımlar. bizden giden oyunculara bir bakın, şu anda hiçbiri gittikleri takımda süre alamıyor. biz her şeyi yavaştan inşa ediyoruz" ifadesini de içeren çok çarpıcı bir basın toplantısı da yapar. ama medya ile anlaşamayan mourinho ile yollar ayrılır.
sonrasında mourinho tottenham'ın başına geçer. medya tartışmalarını sevmediğini
all or nothing tottenham hotspurs belgeselinde odasındayken sky sports açık olan televizyonu kapatırken "fuck off" demesiyle ortaya koyan mourinho için the athletic'te çıkan haberler aynen şu başlıktadır: "mourinho, tottenham kültürünü öldürüyor mu?"
*. o sene
harry kane'in hem gol hem asist kralı olması, yıllardır kupa kazanamayan takımın carabao cup'da finale çıkması ise sanırım tottenham kültürüne aykırı şeyler olmalı ki, the athletic böyle bir tavır izlemiştir. bu süreçte ise, kişisel bir tecrübemi de aktarmalıyım. twitter'da karşıma düşen "mourinho, tottenham'ı kimliğinden uzaklaştırıyor" isimli onaylı bir hesaptan atılan tweet, hesaba tıkladığımda bir the athletic editörü tarafından atılmıştı. birkaç ay olmadı ki, mourinho
avrupa süper ligi fikrinin patlak verdiği gece kulüpten kovuldu.
şimdi gelelim işin avrupa süper ligi ayağına. burayı kısa keseceğim ama bu fikir ortaya ilk atıldığında en çok karşı çıkan sky sports tarafıydı ve bunun sebebinin yayıncısı oldukları ligin değerini kaybetmemesi olduğunu düşünmek zor da değil. gary neville ve sky sports tarafını arkasına topladıkları baskı ile taraftarları yönlendirerek kulüpleri protesto ettiler ve geri adım attırdılar. elimizde ise azalanmış olan değerini tamamen kaybeden italya ve ispanya ligleri ve bir gecede süksesine sükse katan bir premier lig ve sky sport kaldı. sonunda
mehmet demirkol'un dediği gibi "sanki avrupa süper ligi, ingiltere'de kuruldu" çıkarımı yapmak da pek zor olmadı.
bunlar ile değinmek istediğim şey şu,
büyük güç büyük sorumluluk gerektirir. fakat sky sports gibi the athletic gibi kurumların bu sorumluluğa sahip olup olmadıklarını bilmiyoruz. ama günün sonunda, bunlar - ki gayet anlaşılabilir şekilde - kendi gelirlerini arttırmak ve kendi ajandalarını takip etmek isteyen bir oluşumlardır. elbette kendileri için ne daha karlı olacaksa veya neyin daha doğru olduğunu düşünüyorlar ise onları yapacaklardır. bilinçli spor takibi yapmak isteyen biz seyirciler için olay kendi fikirlerimizi, bu tarz kurumların da tezlerini duyarak, oluşturmaktır. fakat benim üstünde durmak istediğim nokta, bu kurumların sorumluluk almadan istedikleri şekilde kamuoyunu yönlendirme çabalarındaki tehlikelerdir.
peki socrates dergi bu eleştirinin neresinde? çok severek takip ettiğim bu oluşumda malesef yukarıda bahsettiğim uluslararası ana akım medyanın çokça etkisinde kalmakta ve ne yazık ki bu etki, referans noktasının üstüne geçerek oradaki fikirlerin buraya yayılmasına dönmekte. yakın zamandaki örneklere bakarsak, bu sezonki machester united denklemine bakabiliriz. jose mourinho'nun manchester united'dan kovulmasına yakın süreçte, socrates dergi de çok büyük eleştirilerde bulundu. yazının girişinde de dediğim gibi türk spor medyasının köşe taşlarından biri olan bu organizasyon, sky sports'da ve the athletic'de çokça karşılaşıan "mourinho'nun yöntemleri eskidi, oyuncularla anlaşamıyor" kalıbını yaymaya başladı. erbatur ergenekon'dan ırmak kazuk'a hepsinden aynı şeyleri duyar olmaya başladık zamanla.
daha yakın zamana gelirsek de, manchester united'ın bu sezonki transfer politikası hakkında yapılan yorumlara bakabiliriz. sezonun sky sports tarafından da en iyi transferlerinden biri olarak jadon sancho gösterildi. benzer dönemlerde socrates dergi'de de bu yorumları okudum. bu olumlu yorumlar ligin 7-8. haftasına kadar devam etti. ta ki united savunmada bocalamaya başlamaya kadar. sonrasında sky sports tarafından "sol açıkta martial, rashford en kötü lingard varken sancho'ya pek gerek yoktu" düşünceleri dillendirilmeye başlandı. benzer yorumları burada da duyduk. demem o ki, sky sports ve the athletic tarzı oluşumlar, görüşlerini o kadar etkilemeye başladı ki, orada oluşan yorumları hep burada transfer edilmiş görmeye başladık.
emre özcan olsun
uğur ozan sulak olsun
londra merkez ekibi olsun gerçekten çok güzel yorumlarda bulunuyorlar ama bu bahsettiğim durumlar güvenilirliklerini benim için biraz zedeledi. kendi fikirlerini önceleri çok daha net dile getirirken, şimdi sentez yapmaktansa biraz daha referanslı transfer yaptıkları görüşündeyim. belki onların da çalışma programları oldukça yoğundur ve gerçekten eskisi kadar her şeyin üstüne çalışma yapmak oldukça zorlaşmıştır. fakat yine de bu eleştirileri yapmak zorundaydım. yazıda vurgulamak istediğim aslında
zeki önder özen ile yaptıkları son programlarda vurgulanmıştı. eski spor medyasında hakem kararlarında nasıl erman toroğlu'nun tek referans olmasının problemli olabileceği konuşulmuştu. benim gözümde şu anda benzer bir olay tüm spor basınında the athletic ve sky sport üzerinden gerçekleşmektedir ve malesef socrates dergi de bundan payını bir nebze almakta gibi gözükmektedir. dediğim gibi, yorumcular, programları çok yoğun olduğu için buna mecbur kalıyor olabilirler de. öyle değilse de bu yazıyı umarım okurlar diyelim.
1468 sözcük ile en uzun entry'im bu olsa gerek. okuyana sevgiler.
edit: ufak tefek düzeltmeler