silo
Previous / Next (3) - Last Page (50)

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

(bkz: silos needed)
0 favorites - -
ankara sincan'ın bir aralarki meşhur siloları.
0 favorites - -
"silo, son yıllarda okuduğum en başarılı post-apokaliptik romanlardan biriydi…

silo, ya da orijinal adıyla wool, çok uzun zamandır radarımda olan bir kitaptı. sıkı bir fallout hayranı olduğum için kıyamet sonrası bir dünyada geçen herhangi bir şeyin gözümden kaçmak gibi bir şansı yok zaten. bundan iki yıl kadar önce kayıp rıhtım’ın “biz bunu istiyoruz” projesi için düşünmüştük kendisini, ön okumasını bile hazırlamıştık hatta; fakat hazırlıklarımız tamamlanmadan önce kitabın telif haklarının alındığını öğrenmiştik. böylece projeyi rafa kaldırmış ve basılsa da okusak diye beklemeye başlamıştık iştahla. gel gelelim, kaderin bir cilvesinin sonucu, kitap döndü dolaştı ve editörlük için yine benim önüme geldi. böylece hem bu çok merak ettiğim eseri herkesten önce okuma şansı buldum hem de gerçekten de beğendiğim bir kitabın hazırlık aşamasında benim de imzam oldu.

silo, günümüzden yüzlerce yıl sonra, yeryüzünün zehirli gazlar yüzünden artık yaşanılamaz bir hâle geldiği bir zaman evresinde geçiyor. hayatta kalan bir avuç insan yeraltına gömülü, yüzlerce kat derinliğindeki bir silonun içinde yaşıyor. dışarıyla olan tek bağlantıları silonun en üst katındaki (buraya en-tepe diyorlar) ekranlara kameralar vasıtasıyla yansıtılan görüntüler: uçsuz bucaksız, bomboş ve tozla kaplı bir arazi.

her toplulukta olduğu gibi silonun da kendine özgü kuralları var. en önemli kural, dışarıdan asla bahsetmemek. eğer dışarısıyla ilgili herhangi bir düşüncenizi yüksek sesle dile getirirseniz, dışarıya karşı bir merakınızın olduğundan bahsederseniz ya da dışarıya çıkmak istediğinizi söylerseniz temizlik cezasına çarptırılıyorsunuz. yani içerisinde sadece yirmi dakikalık oksijen barındıran bir radyoaktif elbiseyle dışarıya yollanıyor, dış dünyanın görüntüsünü sağlayan silo kameralarını yün bir bezle temizliyor ve sürgün ediliyorsunuz. işin ilginç tarafı şimdiye dek sürgün edilip de temizliği yapmamış tek bir kişinin bile olamaması.

peki ama neden? sizi sürgüne gönderen, sizi ölüme gönderen bu insanlara neden iyilik yapıyorsunuz? dışarıdan bahsetmek neden yasak? insanları yeraltında bu şekilde yaşamaya iten şey nedir? işte kitabın size sordurduğu sorular ve macera boyunca oldukça başarılı bir şekilde cevapladığı, okudukça size inanılmaz bir tatmin hissi veren ve merak unsurunu bir an için bile yitirmeyen konusu bu.

şeytan, ayrıntılarda gizlidir

kitabın bir diğer başarılı yanıysa karakterleri. önce silonun şerifi holston’la tanışıyoruz ve nedendir bilinmez, kendisine çok kısa bir sürede derin bir saygı duyarken buluyorsunuz kendinizi. ardından eşi allison’la başından geçenlere tanık oluyoruz. hemen ardından başkan jahns ve şerif yardımcısı marnes’ın keyifli yolculuğu bekliyor bizleri. yolculuk silonun içinde gerçekleşiyor elbette, en-tepe’den en-derin’e yapılan uzun bir iş seyahati. sonra acar kızımız juliette ile mekanik departmanı’nın iyi insanları sahne alıyor ve macera bu şekilde akıp gidiyor. sürekli yeni bir şeyler öğrenip yeni yerler görüyor, yeni karakterlerle tanışıyor ve hem öykünün geçtiği evren hem de silo hakkında durmadan yeni şeyler öğreniyoruz. alış-veriş için jeton kullanılması, ağaç yetiştirilmediği için çok değerli olan kâğıtlar, toprak çiftlikleri, ıt departmanının gizemli dokunulmazlığı, geçmişteki isyanlar, doğum kontrol yöntemleri derken kitap alıp başını gidiyor ve siz de peşinden keyifle sürükleniyorsunuz.

kitabın mutfak kısmı da çok başarılı. yazarımız hugh howey, her karakteri öyle güzel ele almış ki uzun zamandan beri hayali bir kahraman için bu kadar üzüldüğümü ya da bu kadar öfkelendiğimi hatırlamıyorum. en sevdiğim karakterler holston ile solo oldu kuşkusuz. gel gelelim böyle söyleyince de juliette, bernard, knox, jahns, marck ve walker’a haksızlık yapmışım gibi geliyor. ne kadar çok isim saydığımın farkında mısınız? karakterlerin ne denli başarılı olduğunu varın, siz düşünün. bunun yanı sıra gizemlerin ortaya çıkış şekli ve arkalarında yatan mantık da gayet başarılı. çoğu şeyin cevabını öyle pattadanak değil de gayet mantıklı bir şekilde öğreniyorsunuz. üstelik tüm sırlara vakıf olduğunuz andan itibaren kitap sıkıcılaşmak yerine apayrı bir dönemece giriyor ve kendinizi olaylara iyice kaptırmış bulunuyorsunuz.

kısacacı silo, son yıllarda okuduğum en başarılı post-apokaliptik romanlardan biriydi. hem de içinde bir tane bile zombi ya da benzeri yaratık olmamasına rağmen. eh, ridley scott kitabın film haklarını alırken ne yaptığını kesinlikle çok iyi biliyormuş.

keyifli okumalar…"

kaynak:

http://www.kayiprihtim.org/…-bir-yeralti-edebiyati/
23 favorites - -
(bkz: #50193771)
0 favorites - -
kurgusu, karanlığı, gerginliği ve çoğu zaman akıcılığı başarılı bir roman.
ancak kitabın tamamında çok uzun tasvirler var, hani tamam gözümüzde canlansın içinde yaşayalım da böyle detaylı senaryo gibi olunca ara sıkıp kopartıyor.
ikinci kattan üçüncü kata çıkan, çelik merdivenlerin sondan üçüncüsündenki ayağa her zaman takılan çentiğe denk geldiğinde elindeki bardakları yere bıraktı. kasları sızım sızım ağrıyordu, buna rağmen giyilmekten ve yağmurdan lime lime olmuş montunun üst ucu yırtık cebinden kenarları tırtıklı anahtarları, soğuktan titreyen elleriyle çıkartarak, metal kapının sol ortasında bulunan kahverengi anahtar deliğine sokarak, kim bilir kaçıncı kez kilitlediği kapıyı belki de son kez kilitledi. artık tutmaz olan diz bağları ve kaslarına rağmen eğilerek yere bıraktığı 2 bardağı aldı...*
1 favorites - -
bilim kurgu fantastik edebiyat serüvenim ilk olarak orta okulda yüzüklerin efendisi serisini okuyarak başlamıştı. bu kendi adıma biraz talihsiz bir başlangıçtı zira sonrasında başka hiç bir seriden böylesine bir lezzet almadım ve belki fantastik edebiyata böylesine güzel bir seriyle başlangıç yapmış olduğum için o zamandan beri favori okuma alanım olageldi. yerdeniz, kara kule, harry potter, biraz ejderha mızrağı (seri basit ve derinliksiz geldiği için devam etmedim), cesur yeni dünya, ubik, açlık oyunları, yaşlı adamın savaşı, taht oyunları vs. gibi türün popüler örneklerinden sonra en son olarak (bkz: silo) ve (bkz: vardiya) kitaplarını okudum.

öncelikli olarak seri başarılı kurgulanmış bir distopya. özellikle silo, ilk hikayesini soluksuz okutuyor. yazar karanlık ve esrarengiz bir hava yaratmakta oldukça başarılı. distopyanın temelini oluşturan fikir ilgi çekici; yerin altında yaşayan insanlar, mahvolmuş bir dünya, katı kurallar, cevaplaması gereken pek çok soru, buna karşılık verilebilecek cevapların azlığı, bunlar kitabın başarılı olduğu noktalar. ayrıca kitapta karanlıkta kalan noktaların açığa çıkarılma süreci de tatmin edici bir hızla ilerliyor.

bununla birlikte kitaplarda çok rahatsız edici bir unsur var ki o da yukarıda saydığım bütün güzelliklerin çöpe gitmesine yol açıyor. seride ciddi biçimde karakter işleme sorunu var. maalesef iki kitap boyunca kitabın odak noktasına koyduğu karakterler, okurken insanı sinir edecek ölçüde yapaylık ve klişe unsurları taşıyor. örneğin bütün erkek karakterlerde eşlerine veya sevgililerine aşırı bir düşkünlük, eşleriyle diyaloglarında sürekli bir mıymıylık, bir noktadan sonra okuyucuda hasssiktir lan diyecek ölçüde bir sadakat mevcut. ayrıca bu karakterler yaklaşık 50 sayfada bir hıçkıra hıçkıra ağlıyor veya gözleri doluyor.

--hafif spoiler

bu aşırı sadakat konusunu biraz açmak istiyorum. örneğin ikinci kitabın bir noktasında, eşi öleli yıllar olmuş bir adam, genç, güzel bir kadınla 1 yıl boyunca aynı odada yaşamak durumunda kalıyor. kadın adamı baştan çıkarmak için elinden geleni yapıyor ama adamımız sürekli ölen eşini düşünüyor, kadının biraz olsun yaklaşmasına müsaade verdiği anlarda eşine hakaret etmiş gibi hissediyor, aklından her dokunuş eşimin hatırasına bir hakaret gibi düşünceler geçiyor ve tabi ki kitabın olmazsa olmazı, ağlıyor. yani bir erkek ölen eşini unutamamış olabilir, hatırası hala canlı olabilir, bunlar normal, ama bir kadınla 1 yıl boyunca aynı odada yaşayıp, kadının her gün kapı açık duş almasını izleyip, sonra kadın gece yatağına geldiğinde sarılıp geri gönderiyorsa, yazar kusura bakmasın ben bir okuyucu olarak hassiktir oradan derim.

--hafif spoiler

daha fazla spoiler vermemek için bu yapaylık konusuyla ilgili yukarıdaki nispeten hafif spoilerla yetiniyorum. yapaylığa ek olarak kitapta sanki kanatsız birer melek karakter sayısının çokluğu da bir yerden sonra can sıkıcı olmaya başlıyor. örneğin taht oyunları serisinde, karakterlerin iyi ve kötü yanlarının derinlikli ve güzel işlenişi, olaylar karşısındaki tepkileri, zalimlikleri merhametleri her ne kadar fantastik bir dünyada geçiyor olsa da kitabı çok gerçekçi kılıyordu. silo ve vardiya'yı ise bir noktadan sonra diyalogları atlayarak sadece sonunda ne olacak diye okudum, ki serinin bundan sonra çıkması muhtemel kitaplarını okumayı düşünmüyorum. benzer olay kısmen açlık oyunlarını okurken de olmuştu, katniss'in sayfalarca süren peeta mı gale mi ikilemi sırasında karakterin kezbanlık seviyesi şahsımı derin afakanlara sevk etmişti.

sonuç olarak (bkz: wool serisi) benim gözümde kurgu ve fikir olarak oldukça başarılı ama karakter işleyişi açısından oldukça sınıfta kalan bir seri olmuştur. bununla birlikte yayın haklarının ridley scott tarafından alındığı düşünülürse, serinin çok sağlam filmler çıkarma potansiyeli barındırdığını da söylemeden geçemeyeceğim.
0 favorites - -
aşağıdaki sözleri söylemiş olan yeni hümanizm okulunun kurucusu arjantinli düşünür:
"eğer bilgelik yaydığı düşünülen bir adamı dinlemeye geldiyseniz yolunuzu şaşırmışsınız demektir. gerçek bilgelik kitaplar ya da konuşmalarla yayılmaz; gerçek aşk kalbinizin derinliklerinde bulunduğu gibi gerçek bilgelik de bilincinizin derinliklerinde bulunur.

eğer bu adamı ikiyüzlüler ve iftiracıların çağrısıyla, sözlerinin ileride ona karşı kullanabilmek için dinlemeye geldiyseniz yolunuzu şaşırmışsınız demektir. bu adam sizden bir şey istemeye ya da sizi kullanmaya çalışmayacaktır; çünkü size ihtiyacı yoktur.

evreni yönlendiren kanunları bilmeyen, tarihin yasaları hakkında yetkin olmayan ve dünya halkları arasındaki ilişkileri görmezden gelen bir adamı dinlemektesiniz. bu yüksek dağlarda, şehirlerden ve onların hasta ruhlu hırslarından uzakta bu adam sizin bilincinize hitap etmektedir. her günün bir mücadele olduğu; umudun ölümle kesildiği; sevgiyi nefretin takip ettiği; affetmeyi intikamın takip ettiği; zenginlerin ve fakirlerin şehirleri ve insanlığın geniş tarlaları üzerine acı ve ızdırabın pelerini örtüldü.

acı vücudunuzu ısırdığında bunu hissedersiniz. açlık vücudunuzu ele geçirdiğinde acı çekersiniz. ancak sadece vücudunuzun ani açlık ve acısından dolayı ızdırap çekmezsiniz; vücudunu etkileyen hastalıkların sonuçlarından dolayı da acı çekersiniz.

iki çeşit acıyı birbirinden ayırmalısınız. bir hastalık sırasında ortaya çıkan ve bilimin ilerlemesiyle azalan bir tür acı vardır. tıpkı adalet imparatorluğu ilerlediğinde açlığın azalacağı gibi. bir de vücudunuzdaki hastalıklara bağlı olmayan ama yine de bu hastalıklardan kaynaklanan acılar vardır: eğer engelliyseniz, göremiyorsanız, duyamıyorsanız acı çekersiniz. ancak bu acı vücudunuzdan ya da vücudunuzdaki hastalıklardan kaynaklansa da aslında bu acı zihninizdedir.

ayrıca bilimin ya da adaletin ilerlemesiyle bile azalmayan bir tür acı vardır. sıkı bir şekilde zihnimize bağlı olduğu bu türden acı inanç, hayattan alınan zevk ve sevgi karşısında geri çekilir. bu acının zihninizde var olan şiddette köklendiğini anlamanız gerekiyor. sahip olduklarınızı yitirmekten korktuğunuz için ya da zaten kaybetmiş olduklarınız için ya da umutsuzca bir şeylere sahip olmaya çalıştığınız için acı çekiyorsunuz. bir şeyin eksikliğini hissettiğiniz için ya da genel olarak bir şeylerden korktuğunuz için acı çekiyorsunuz. o zaman bunlar insanlığın büyük düşmanlarıdır: hastalık korkusu, çalık korkusu, ölüm korkusu, yalnızlık korkusu. acının bütün bu şekilleri zihninize aittir ve zihninizde bulunan iç şiddetinizi açığa çıkarır. bu acının arzudan kaynaklandığını fark edin. bir insan ne kadar şiddete meyilliyse o kadar büyük arzuları vardır.

size uzun zaman önce gerçekleşmiş bir olay anlatmak istiyorum.

bir zamanlar uzun bir yolculuğa çıkması gereken bir gezgin vardı. hayvanlarını bir arabaya koşmuş ve belli bir zaman içinde bitirmesi gereken uzun bir mesafede bitecek olan yolculuğuna başladı. hayvanına gereklilik, arabasına da arzu, arabanın bir tekerleğine keyif diğerine ise acı ismini verdi. gezginimiz arabasını bir o yana bir bu yana doğru çevirdi ancak varış noktasına doğru hiçbir ilerleme sağlayamadı. araba ne kadar hızlı ilerlediyse keyif ve acı tekerlekleri o kadar hızlı döndü. tekerlekler aynı aksla birbirlerine bağlıydı ve arzu arabasını taşıyorlardı. ama yolculuk çok uzundu ve bir süre sonra gezginimiz sıkılmaya başladı. arabasını süslemek istedi ve arabayı tüm güzelliklerle donatmaya başladı. ancak arzu arabasına yüklenen süsler arttıkça gereklilik isimli hayvanın çekmesi gereken yük de arttı. yolun dönemeçleri ve yüksek tepelerinde ilerlerken zavallı hayvan arzu arabasını çekemeyecek kadar yoruldu. yolun yumuşadığı yerlerde de keyif ve acı toprağa batmaya başladı. yolun halen çok uzun ve varış noktasının halen çok uzak olduğu bir gün gezginimiz umutsuzluğa kapıldı. o gece problem üzerinde derin bir şekilde düşünmeye karar verdi ve meditasyonunun ortasında eski arkadaşı gerekliliğin kişnemesini duydu. mesajı anlayarak ertesi sabah erkenden kalkarak arabadaki ağırlığı üzerindeki güzel süsleri boşaltarak azaltmaya başladı. ondan sonra varış yerine doğru yeniden yola çıktı. bu sefer hayvan arabayı daha enerjik bir şekilde çekiyordu. gezginimiz çok zaman kaybetmiş olsa da bu telafi edilemeyecek bir şey değildi. ertesi gece tekrar meditasyon yapmaya başladı ve eski arkadaşından gelen yeni bir mesaj sayesinde iki kat daha zor olan yeni bir görev gerçekleştirmesi gerektiğini fark etti. artık bir şeylerin gitmesine izin vermeliydi. şafak vakti arzu isimli arabasından vazgeçti. bunu yaptığında keyif adlı tekerleği de kaybettiği doğru ancak aynı zamanda acı’yı da kaybetmişti. böylece arzu adlı arabayı geride bırakarak gerekliliğe bindi ve varış noktasına ulaşana kadar onun sırtında, yeşil çayırlarda dört nala koştu.

arzunun sizi nasıl tuzağa düşürebileceğini görün. ancak farklı niteliklerde arzular olduğunu unutmayın. basit ve daha asil arzular vardır. arzunuzu asilleştirin, saflaştırın ve onu aşın. bunu yaparken mutlaka keyif tekerleğini feda etmeniz gerekecektir ancak aynı zamanda acı tekerleğinden de kurtulmuş olacaksınız.

insanın içindeki arzu tarafından tahrik edilmiş şiddet o insanın zihninde bir hastalık gibi var olur ve başka insanların dünyalarında ve onların üzerinde uygulanır. şiddet hakkında konuştuğumda sadece insanların birbirlerini yok ettikleri silahlı savaşlardan bahsettiğimi sanmayın. bu fiziksel şiddetin sadece bir türüdür. ayrıca ekonomik şiddet de vardır. ekonomik şiddet insanların sömürüldüğü şiddettir; ekonomik şiddet başka bir insandan çaldığınızda; onlara karşı bir kardeş değil de onlardan beslenen bir avcı kuş haline dönüştüğünüzde gerçekleşir. bir de etnik şiddet vardır. başka bir insana sırf etnik kökeninden ötürü zulmettiğinizde şiddet uygulamadığınızı mı sanıyorsunuz?

ve dini şiddet vardır. bir kimse sırf sizin dini inançlarını paylaşmıyor diye onun için çalışmayı reddettiğinizde, ona kapılarınızı kapattığınızda ya da onu işten kovduğunuzda şiddete yönelmediğinizi mi sanıyorsunuz? bir insan ve onun etrafındakiler sizin inançlarınızı paylaşmıyor diye nefret dolu sözlerinizle onları toplumunuzdan dışlayacak duvarlar oluşturduğunuzda şiddetle buluşmadığınızı mı sanıyorsunuz? cehalet ahlakından kaynaklanan diğer şiddet türleri de vardır. yaşam şeklinizi, hatta mesleğinizi başkalarına zorla uygulatmaya çalışırsınız. ancak takip edilmesi gereken bir örnek olduğunuzu size kim söyledi? kim size sırf sizi mutlu ettiği için başkalarına kendi yaşam şeklinizi dayatmaya izin verdi? yaşam biçiminizi bir model yapan özellikleriniz nelerdir? bu da bir diğer şiddet türüdür. ancak içsel inanç ve içsel meditasyon içinizdeki, etrafınızdaki ve tüm dünyadaki şiddete son verebilir. diğer tüm kapılar yanlış bir yola açılmaktadır ve bu yolların hiçbiri sizi şiddetsizliğe ulaştırmayacaktır. eğer şiddete bir son vermezsek dünya patlamanın eşiğine gelecektir. yanlış kapıları seçmeyin. hiçbir politika bu yükselen, çılgınca şiddete bir son veremez. yeryüzünde şiddete son verecek hiçbir siyasi parti ya da hareket yoktur. şiddetten uzağa gitmenizde size yol göstermeyi vaat eden yanlış kapıları seçmeyin. dünyanın etrafında birçok gencin şiddetten ve içsel ızdıraptan kaçış için yanlış kapıları seçtiğini duydum. çözüm olarak uyuşturucuya yönelmekteler. şiddeti sona erdirmek için yanlış kapıları seçmeyin.

kardeşim,

bu kayalar, bu kar, bizi kutsayan bu güneş kadar basit bu öğütlere kulak ver. içinde barışı taşı ve onu başkalarına da ulaştır. kardeşim, eğer tarihte geriye bakacak olursan insanlığın acının yüzünü taşıdığını göreceksin. bu acıyla dolu yüze sürekli bakıyor olsan da unutma ki ilerlemek, gülmeyi ve sevmeyi öğrenmek gerek.

sana, kardeşim, kalbini ve ruhunu yüceltesin ve vücudunu da yüceltmeyi unutmayasın diye bu umudu, bu neşe ve sevgiye dair umudu sunuyorum."
3 favorites - -
["babamın adını arıyor. babamın adı nüfus tezkeremizde 'silo ağa' diye görülür beyim."
"görülür ne demek? bu nasıl iş?"
"valiye meseleyi anlattım. 'sen gavurmuşsun. ermeni imişsin...' dedi."
" 'haşa ben gavur değilim... ben ermeni değilim,' dedim. 'sus, seni gavurlarla beraber askere alıyorlar. silah da vermeyecekler,' dedi. 'kendileri bilir. lakin ben gavur değilim. babamı vurdukları zaman ben yeni doğmuşum. anamı silo ağa müslüman etti. ben de müslüman oldum. anamı da tanımam, babamı da tanımam. ben müslümanım,' dedim. 'sen gavursun,' dedi."] kemal tahir - karılar koğuşu

(bkz: silaj)
(bkz: süllü/@ibisile), sülo
0 favorites - -
kısa isim. örnek süleyman
0 favorites - -
tarımsal ürünlerin depolandığı silindir biçimindeki büyük ambar.
0 favorites - -
Previous / Next (3) - Last Page (50)