bu "kavramın" türkiye siyasi tarihindeki kökenlerine bakıldığında nihal atsız'ın rolü yadsınamaz. atsız zaman zaman şaman olmakla filan da "suçlanmıştır" ama tabi aslı astarı olan şeyler değil. her neyse atsız'ın siyasetinde temel olan türk ırkının birliği ve üstünlüğüydü. mhp'nin de kökenlerinde yatan temel gaye halen budur ancak meşhur adana kongresinde atsız ve türkeş liderliğindeki "fraksiyonlar" keskin çizgilerle ayrılmıştır. hatta atsız'ın kongreyi türkeş'in kazanması üzerine "bugün burada allah tanrıyı kovdu" dediği rivayet edilir.
misal atsız, "türkçülüğün önemli meseleleri" başlıklı makalesinde bir insan topluluğunu millet olarak bir arada tutan harçlardan birinin de din olduğunu yazmıştır. ancak tüm türkler müslüman değildir. türkiye'deki müslümanlık da şamanizmden öğeler taşımaktadır. bütün türklerin bir gün birleşmesi halinde, şamanlar, hıristiyanlar vs. hepsi müslüman olacak gibi görünmektedir o halde şimdiden zorlamaya gerek de yoktur. sünnilik-şiilik meselesi de kalmamıştır.
bir diğer makalesi olan "türkçülüğe karşı yobazlık"ta ise atsız bu kez fatih ve 2. murat gibi müslüman osmanlı padişahlarını adeta birer modern, seküler müslüman olarak anlatmaktadır. hatta 2 murat bu makalede "bir aralık tahtı bırakıp manisa’ya çekildiği zaman kadınlardan mürekkep musiki heyetleri arasında dünyadan zevk almış" bir devlet büyüğü, "şarap içmiş, fakat vatan tehlikeye girince de bütün bunları bırakıp yine ordunun ve devletin başına geçmekten" geri kalmayan bir lider olarak tanımlanmıştır. aynı makalede anılan diğer osmanlı padişahlarının da içki içtiğinden bahsedilerek, bu durumun "teferruat" olduğundan ve kimsenin bu padişahların müslümanlığına laf etmediğinden bahsetmiştir.
makalenin devamında cumhuriyetle beraber türkiye'de güçlenen tarikatlar anılmakta ve aşağıdaki paragrafa yer verilmektedir:
"dinle hiçbir ilgisi olmadığı halde dini inhisara alan bu zavallılara karşı çıkarılacak dinî kuvvet imam hatip okulları ile ilâhiyat fakültesi veya enstitüleridir. bizde de, batıda olduğu gibi birkaç dil bilen, felsefeden veya matematikten yahut biyolojiden doktora vermiş din adamları çıktığı zaman nurcu, süleymancı, biberci, kamerci tayfası kendiliğinden kaybolacak, dinin tamamen bir inanç ve vicdan işi olduğu anlaşılacaktır.
bugün diyanet işleri dairesinin başında bulunanların, makamlarına lâyık adamlar olmayıp siyasî düşünceler ardında koştukları, hattâ memleketteki siyasi bölücülüğün elemanlığını yaptıkları senatör mehmet özgüneş tarafından açıklanmış, buna tatminkâr cevaplar verilememiştir."
özetle atsız, din istismarının önüne geçilmesi için diyanet işlerini işaret etmektedir. "dinin siyasallaştırıldığından" yakınmakta, ancak dinin esasen inanç özgürlüğü kapsamında kalması gerektiğinden bahsetmektedir. kuşkusuz atsız'ın burada bahsettiğiğ modele modern anlamda sekülarizm denemez. bu bizim bildiğimiz resmi ideolojideki laiklik benzeri, kamu kurumlarının kontrolü altında düzenlenecek dini eğitim ve din işleri şeklinde okunabilir.
atsız kendince bir sekülarizm betimlemesi yapmakta hatta ve hatta siyasal hayattaki yansımalarına (mhp'yi de anarak) kısaca değinmektedir:
"milliyetçi hareket partisi, adından da anlaşılacağı gibi milliyetçi bir partidir ve başkanı alparslan türkeş eski türkçülerden biridir. bu parti yobazların barınacağı bir parti değildir. islâmiyeti yobazlık sananların bu partide işi yoktur.
bazı partiler dinî taassubu seçim kaygısı ile istismar ettiler. bu ayrı bir konudur. fakat diyanet işleri başkanlığı’nın yobazlığı bastırıp islâmiyeti bir ahlak sistemi halinde ruhlara sindirmek için çalışması gerekirken hiç oralı olmayışı dikkate değer."
atsız, bu makalesi ardından hasan bağcı diye bi eleman ile münakaşaya girmesi üzerine bir makale daha (yobazlık bir fikir mütehassesidir) yazmıştır. burada da "yobazları" ve mütedeyyin müslümanların geldiği noktayı adeta itin kötüne sokmuş, ilimden irfandan, pozitif bilimlerden münezzeh olduklarını, bağnaz olduklarını anlatmıştır. dini efsaneleri (mesela dünyanın oluşumu, adem-havva hikayesi vs.) "bilimsel gelişmeleri" kullanarak kutsal kitap ve islami anlatılarda betimlenen olayların tersinin ispat edildiğini belirtmiştir.
aynı makalede atsız açık açık kutsal metinlerin tanrı kelamı olmadığını, "çünkü din, ilahi ilhamla olsa bile sosyal bir müessesedir ve her peygamber de nihayet kendi bilgisi ve görgüsü kadar düzen ve yasak koymuştur." diyerek anlatmıştır. hasan bağcı'ya atarlanırken de, kendisine islamyeti ve müslümanları araştırmasını tembihleyen hasan bağcı'ya o "kadim" soruyu sormuştur: araştırmam istenen müslüman hangi müslüman?
"..birbirinin zıddı olan bu insanlardan hangisinin örnek ve esas müslüman diye alınarak ona göre hüküm yürütülmesi içinden çıkılmaz bir meseledir. onun içindir ki dini sosyal bir kuruluş olarak görmek hem gerçeği kabullenmek, hem de dini iç mücadelelerin batağına saplanmaktan kurtarmak olur. din en iptidai toplumlarda da vardır. ve bu iptidai dinlerin gülünç talimatı herhalde 124.000 tane olduğu söylenen peygamberlerden herhangi biri tarafından öğretilmemiştir. insanlar akıl ve bilimde ilerledikçe dinler de daha akli olmuş, çok tanrı’dan iki tanrı’ya ikiden de bire inerek son safhasını bulmuştur. dini artık aklın ve ilmin kabul edemeyeceği hurafelerden, saçma inançlardan kurtararak tamamen vicdani bir hale getirmek, üzerinde tartışmamak, bu konulardaki yayınları da yalnız bilginlere bırakmaktan başka çıkar yol yoktur.."
atsız'a göre "gericilerin" isteği ise "türk yavrusunun beynini körletici medrese eğitimi kurmak, kişileri hür irade verilerine değil de hiç değişmez ilahi emirlere göre robot misali yaşatmak, kadını çarşafa ve çuvala tıkmak ve toplumdan atmak ve buna benzer daha nice ilkel usullerle şeriat düzenini ihya edip bu güzel ülkeyi yemen örneği arap ülkelerine benzetmek" biçimde tasvir edilmiştir.
aklıma gelmişken atsız'ın ruh adam romanındaki karakteri selim pusat da tanrı'yı sorgular. her neyse atsız şüphesiz dini, millet birliği açısından kaçınılmaz, tarihsel olarak reddedilemez, araçsal olarak vazgeçilemez bir aygıt olarak görmekteydi. dinin toplumsaldaki düzenlenmesinin kontrol altyına alınması ve siyasal alandaki etkilerinin ortadan kaldırılmasını fikriyatının içine yerleştirmişti. dinler tarihsel olarak toplumlar üzerinde binlerce yıllık izler bırakmış, yaşamın her alanına sinmiş etkileri olan kurumsal sistemler olduğundan atsız dinlerin olmadığı bir devletin mümkün olmadığını biliyordu. ayrıca atsız'ın keskin komünizm düşmanlığı da siyasal islamcıları marksistlere benzetmesine varacak ifradi argümanlara neden olmuştur.
her neyse, atsız için dinlerden kaçınmak mümkün olmadığından onları salt "vicdan" meselesine indirgemek ve toplumsaldan soyutlamak, bireylerin "özgür iradelerine" bırakmak gerekiyordu. bu tanım, çok kabaca bugün laisizm diygelinen siyasi yaklaşıma aittir.
türkiye'nin yakın siyasi tarihi içerisinde pek çok farklı anlam ve şekle bürünmüş "laiklik" milliyetçi çizgi içerisine atsız etkileriyle bir dönem yerleşir gibi olsa da meşhur adana kongresi sonrası yavaşça ortadan kalkmış, türk milliyetçiliği siyasal islamla bağlarına sarılmış ve ortaya türk-islam sentezi denen garabet çıkmıştır.
bugünün türk milliyetçileri dünün mahçup türk ırkçıları esasen. yani o "kadim arayış" halen sürüyor mu bilmem ama sürüyorsa da şaşırmam.
bahsi geçen makaleler:
http://www.bilgicik.com/…sidir-huseyin-nihal-atsiz/http://www.bilgicik.com/…azlik-huseyin-nihal-atsiz/http://www.bilgicik.com/…eleri-huseyin-nihal-atsiz/ayrıca alakalı (bkz:
ali balseven)