istanbul şehir tiyatrolarının, lev tolstoy’un romanından uyarlanan savaş ve barış oyununu dün muhsin ertuğrul sahnesinde izleme fırsatı buldum.
öncelikle şunun hakkını verelim; bu aşırı detaylı romanı, bir oyun süresine sığdırabilmek, o denli sadeleştirebilmek kolay bir iş değil. romana çok iyi hakim olmayan birisi oyunu takip etmekte zorlanabilir. bir sürü karakter, bir sürü birbirinden bağımsız olay, bunların aralarındaki bağlantılar, göndermeler standart bir tiyatro izleyicisini yorabilir. ben de kitabın sadeleştirilmiş halini seneler önce okumuş biri olarak zaman zaman takip etmekte zorlandım fakat oyun ilerledikçe karakterler ve olay örgüsü kafamda oturmaya başladı. bir klasik izlemek istiyorsak belki de seyirci olarak bizim de biraz yorulmayı göze almamız lazım.
klasik bir oyun olduğu için dekorun da klasik bir dekor olacağını düşünüyordum ama oyun o konuda ters köşe yaptı. karakterin ayağındaki crocs terlik, beyaz plastik sandalyeler, buzdolabı vb. öğeler ile bilinçli olarak, oyunun anlatım tarzına da uygun olarak farklı bir yaklaşım sergilenmiş. riskli bir tercih ama “bunu eleştirebilecek kadar yetkinliğim var mı?” emin değilim. oyunun yönetmeni
aleksandar popovski böyle tercih etmiş diyelim.
oyunculuklara gelirsek bence oyunun açık ara en başarılı kısmı bu. hiçbir oyuncu kötü anlamda sırıtmadı, hepsi genel olarak gayet iyiydi. genç oyuncuların çoğu o kadar başarılıydılar ki, usta oyuncuların bazıları açıkçası oyunculuk anlamında onlara göre geride kaldılar. genç oyunculardan da
dilara demirdüzen, özellikle ikinci perdedeki performansıyla en çok aklımda kalan oyuncu oldu, kusursuz oynadı diyebilirim. ama istisnasız tüm oyuncuları tebrik ederim çünkü neredeyse 3.5 saatlik oyunu bu performansla günde 2 kere oynamak deli işi ama çok iyi kotarmışlar.
özetle izlemesi zor, yer yer ağır tempolu ama izlenmesi gereken bir klasik olmuş.