uzun zamandır bir best of radiohead listesi yapmayı düşünüyordum. bunun benim için bomboş ama çok keyifli bir challenge olacağını biliyordum. öyle de oldu. geçtiğimiz yaz tek başıma 7 saat yol yapıp istanbul'a gittim ve bir hafta sonra istanbul'dan döndüm. 17 yaşından beri dinlediğim radiohead'in külliyatını 41 yaşında son ses eşlik ede ede tekrar hatmettim.
*türkiye'nin en istikrarlı ("sadık" kelimesini kullanacaktım ama bunu tercih ettim. sadakat çaba istiyor. oysa beni hâlâ delicesine mutlu ediyor bu grubu dinlemek, dümdüz, kendiliğinden) ve muhtemelen en bilindik radiohead fanatiklerinden biri olarak %99'unuzu inanılmaz hayal kırıklığına uğratacak bir liste oldu diyebilirim. listenin kendisinden çok sıralaması zorladı beni. hadi hâlâ aynı paydada buluşabileceğimiz insan kalmış gibi biraz eski günleri yâd edelim ve berbat bir kalabalığın ortak dili hâline gelmiş güzel türkçemiz ile dünyada radiohead üzerine boş yapan son insanlar olalım.
ben ok computer'ı ilk dinlediğimde, airbag açıldığında gitarın çello ile akıl almaz uyumunu anlamaya çalışırken giren davul, müzikal anlamda beni mahvetmişti. radiohead şarkılarının büyüsü burada başlar, muhteşem her radiohead şarkısı inanılmaz etkileyici açılır. "e komple filmi vermişsiniz" dedirten cesur bir fragman gibidir, yine de 3 saat oturup hayranlıkla izlersiniz o filmi. ben radiohead'i seviyorum çünkü çok çok iyi müzik. yani duygusunu tarzını düşük gözünü şeklini şemalini geç, radiohead yine harika bir müziktir. muhteşem, dahiyane bir işçiliktir. karadelikleri 5 yaşında bir çocuğa anlatmak ve onun da anlaması gibidir. sevip sevmemek bunu değiştirmez. ben radiohead'i seven biri olarak sevmenin ve gerçekten anlamanın iki basamaklı olduğunu anladım. bana sorarsanız bu adamların müziği o kadar eşsiz ki, ilk seferde sevmezseniz, sonradan sevseniz de tam olmuyor. benzersiz bir büyüsü var müziğin ve siz ilk duyuşta sevmediyseniz voodoo bebeğinizin kıçına iğne batırdıklarında da hissetmezsiniz gibi bir durum.
radiohead sevmekten sonra gelen en önemli kısım "anlamak" da aslında tahmin ettiğiniz gibi değil. benim için jonny greenwood dehasını görmek. ben dahil çoğu radiohead fanatiği uzun yıllarını thom yorke hayranı olarak geçirdi ama ondan kesinlikle çok daha büyük bir müzik adamı var ki o da jonny greenwood. ben bunu maalesef 2007'de, jonny "there will be blood" filminin soundtrack'ini yaptığında fark ettim. o zamanlar internet ne böyle erişilebilirdi ne sonsuz bilgi kaynağıydı ne de kafalarımız sonsuz merakla çalışıyordu. "solo işleri de mi var" diye merak edip bodysong'a yaptığı soundtrack'i dinledim ve thom yorke'un helvadan putunu yedim.
24 hour charleston dinlemek ne dediğimi anlamak için yeterli.
radiohead'i o dakikadan sonra başka bir kulakla dinlemeye başladım, jonny'nin imzası, başyapıt dediğimiz her radiohead şarkısında o kadar belirgin ki. aslında benim radiohead'den anladığımın belki de %70'ini oluşturduğunu fark ettim. thom yorke elbette tüm zamanların en ikonik ve en büyük müzisyenlerinden biri ama konu müzikse, radiohead'i müzikal olarak "radiohead" yapmaksa iş benim için değişti. jonny olmasaydı thom yorke'u yine mutlaka tanırdık, bilirdik severdik,
kesinlikle harikalar yaratırdı ama bildiğimiz radiohead olmazdı, olsa da bugünkü gibi zamansız başyapıtları olmazdı. arabada release radar'ımı dinlerken "rabbim bu nasıl saçma bir güzellik" diye gözlerimin dolduğu
ashufak shay kiminmiş neyinmiş diye bakıp jonny'yi görmek... hayatımın en tatmin edici anlarından biriydi. radiohead'i sevmek ve anlamak, aslında bu önyargıları aşmaktan ve onu tanımaktan geliyor. benim coşkuyla gönderdiğim, sırf arapça diye bu şarkıya ısınamayan bir sürü iyi müzik dinleyicisi arkadaşım oldu. yağmur gibi dökülen piyanolarıyla, son nefesimi ödünç alan gitarlarıyla, nöronlarımı düzenleyen ritmiyle gizli bir şaheser.
bu uzun girizgahı yapma sebebim özetle şu: bir radiohead şarkısının mükemmel olması ve daha da ötesi "radioheadish" olması için, jonny'nin onu sevmesi ve dokunmaya değer görmesi gerekli. ben aslında radiohead'i radiohead yapan bu yüzyılımızın en büyük müzik dehalarından birinin tavrını, atatürk'ünkü gibi insanı coşturan, benzeri olmayan imzasını seviyorum. olmasaydı olmazdık... bu bilinç ile dinleyince, sadece thom olarak bakmayınca çok daha büyüyor keyfi.
radiohead, ok computer ile farklı bir evreye geçti. thom ve jonny'ye olağanüstü kritikler ve mesleki tatmin sonrası "biz ne çıkardık böyle aq" kafasının çok cesaret verici geldiğini düşünüyorum. paranın kölesi değil efendisi olun hesabı bu durumun efendisi olmaya karar verdiler. normların ne kadar esnetilebilir olduğu ve bunun ne kadar iyi olabileceği coşkusu, bu ihtimalleri inanılmaz derecede arttırabilecek elektronik komponentlerin yükselişine denk geldi ve kid a'de bu nimetlerden dibine kadar yararlandılar. onu da jonny sayesinde olağanüstü bir sound imzasına dönüştürmeyi başardılar.
dünyada herhalde alternatif ve art rock'tan 3 yılda deneysel ve elektronik ağırlıklı müziğe geçip de yine bir başyapıt albüm çıkarıp herkesi ters köşe ve çaresiz bırakan bir grup daha yoktur. kid amnesiac döneminden sonra hail to the thief'te "elektronik müzikçi" olarak etiketlenmekten duydukları memnuniyetsizliğin bir tezahürü olarak deneysel rock'a odaklanıp elektronik unsurları sınırlandırdılar. in rainbows ve king of limbs ise radiohead'in tam olarak bocalama dönemi albümleri. "biz ne çıkardık böyle aq" kafasının artık ağır gelmeye başladığı, thom'un egosunun kontrolden çıktığı dönemler. "radiohead" markasının herkese ağır geldiği dönem. a moon shaped pool'a kadar, daha önce hiç vermedikleri kadar uzun ara vermelerine neden olan "biz napıyoruz böyle aq" dedikleri dönem. jonny'nin elektronik dokunuşlardan çok orkestral müzik karakterini yansıttığı, art rock'a döndükleri, deneysellikten kaçtıkları bu albüm yine olağanüstü şarkılar barındırdı ama bir ok computer olmadı çünkü konsept oturtamadılar, eklektik kaldı.
herkes her albümde bu sefer nasıl bir başyapıt olacak diye beklentiye girdi ve her şeyden çok dünyanın artık bambaşka bir yer olması nedeniyle radiohead bunu tekrar karşılayamadı. içinde olağanüstü şarkılar olan muhteşem albümler yaptı, hatta okc ve kid a'e fazla gelecek kadar iyi şarkılar yaptı ama o "etki" tekrar oluşmadı. ben hayatlarında en çok saygı ve sevgi duydukları şeyin "radiohead" olduğunu düşünüyorum. o yüzden o defteri kapatıp the smile ile takılıyorlar, iddiasız ve kafalarına göre. aslında bu grupta radiohead'i radiohead yapan 2 şey de, hatta nigel godrich ile 3 şey de var ama onların "radiohead için" gibi müzik yapmak ile alakaları yok, öyle de bir niyetleri yok. kimse bunu beklesin de istemiyorlar. benim bile ne yapmışlar diye dinlediğim ama çok da umrumda olmayan bir oluşum.
modern müzik tarihine muhteşem bir külliyat bıraktılar ve şimdi kendi hayatlarına bakıyorlar. yakın zamanda değil ama ölmeden tekrar bir radiohead albümü yayınlayacaklarına adım gibi eminim, haberini duyunca çok da sevinirim ama bir beklenti ile yaşamıyorum. ben onlardan razıyım allah da onlardan razı olsun.....
radiohead temelinde biraz deliliktir. öngörülemezliktir. depresif olması, tematik olması, kendi tınısı olması sonra gelir. şaşırtıcıdır radiohead, şok edicidir, büyüleyicidir, travmatiktir. "nasıl yani" diye hayranlıkla dinlersin. radiohead dinlemek için değil elbette ama kavramak için averaj müzik dinleyicisinden bir tık fazla da olmak lazım. hayatının büyük kısmında semicenk dinlemiş genç birinin bu grup ve şarkıları üzerine söylediklerimi anlaması çok mümkün değil. bu da yeni neslin yazık kısmı. dünyanın tamamında çok çok çok kötü müziğin içine doğdular. bu entry'nin hemen üzerindeki dalyarağı bir okuyun. tam bir dram.
benim için bu listenin en temel kriteri, bunu, radiohead deliliğini karşılayan şarkılardan oluşması oldu, ki en başında dediğim gibi assssla kimseyi tatmin etmeyecek bir liste olduğuna eminim. şöyle bir özet geçersem:
pablo honey'den creep ve you'yu seçtim. blow out, anyone can play guitar, lurgee bu albümden çok sevdiğim parçalar ama best of mu? nooo. you, bu albümde jonny'nin sevdiği yegane parça olabilir. çok erken dönem bir radiohead delirmesi. bu albüm bugün yayınlansa rock müziği yeniden diriltirdi. creep ise zaten creep. bu arada creep'i gerçek bir creep olan
rahmetli prince'tan dinleyin, bu kadar ikonik bir parçanın nasıl orijinalinden daha iyi bir cover'ı olabilir? şarkıyı en mükemmel formuna ulaştırmıştı.
the bends benim için gelmiş geçmiş en iyi alternatif rock albümlerinden biri. ama o da ne? listemde high and dry yok, fake plastic trees yok. x y z gruplarının şarkıları olabilir çünkü bunlar. tam bir "geliyor gelmekte olan" albümü olan the bends'ten planet telex var. sözleriyle, işçiliğiyle albümü açması tesadüf değil, muhteşem her radiohead şarkısının inanılmaz açılması gibi muhteşem her radiohead albümü de inanılmaz bir şarkı ile açılır. külliyatın tartışmasız en underrated parçalarından biri. albüme adını veren şarkıyı radiohead'den çok brit pop olduğu için almadım mesela. street spirit'i alıp almama konusunda da çok gittim geldim ama aldım, korkmayın... nice dream, just, thom'un kendini özgürleştirmeye başladığı black star bu albümü benim için en anlamlı kılanlar.
ok computer, ok computer işte. inkar edilemez bir başyapıt. tüm zamanların, tüm janrların en iyi albümlerinden biri. tek tek girmeyelim. ezelden beri inanılmaz sıkıcı bulduğum let down yok, doğal olarak fitter happier yok ve sırf albümün tamamını alıp bokunu çıkarmamak için içim acıyarak dışarıda bıraktığım the tourist yok. büyük bir meydan okuma, görkemli bir hazine bu albüm müzik tarihi için. tartışmaya kapalı.
kid a, tüm zamanların en iyi albümünden sonra tüm zamanların en büyük şoku. ilk dinlemeye başladığımda kaç kere başa aldığımı hatırlamıyorum. "bu ne" demeye fırsat vermedi, beni dipsiz kuyuların karanlığına çekti. 24 yıl sonra bugün dinlediğimde hâlâ ne yapıyorsam anlamsızlaştırıyor. gözlerimi kapayıp başımı kederle öne eğiyorum. everything in its right place dünya müziğini, benim müziğimi bir daha hiçbir zaman aynı olmayacak şekilde değiştirdi. hâlâ bildiğim hiçbir şeye benzemiyor. ritmi bile taklit edilemez. benzetebilen de olmadı. korkunç bir keder, kasvet, olağan ötesi bir başyapıt. nakaratı yok şarkının. terzi kendi söküğünü dikemez misali paris 2001 performansında
thom da kendi karanlığında kayboluyor. the national anthem, üflemeliler thom'un kafasının içi. giriş, gelişme, sonuçsuzluk. davulları da, bası da o çalıyor. kaç sene oldu hâlâ aklım almıyor bu kadar aksak bir akış nasıl dinlerken bu kadar beklendik olabilir. idioteque bu albümün özeti gibi, demirbaş. bir de morning bell'e bağlanıyor lol. inanılmaz bir şov bu albüm gerçekten. how to disappear completely ise yok, duygulara dayalı ılık bir liste değil çünkü bu. optimistic de onunla birlikte ok computer'da olmalıydı. in limbo'da biraz aklım kaldı, yalan yok.
amnesiac hayatımıza "bitti mi? bitmedi" diyen vapur işportacısı gibi girdi. packt like sardines in a crushd tin box'ın ilk 35 saniyesi radiohead'in tüm ritim anlayışının, thom yorke'un burial'ı var eden bitmeyen arayışının en mükemmel varışlarından biri. o bitiyor, pyramid song başlıyor. daha everything in its right place'te boğulurken kara gözlü meleklerle yüzmeye başlıyorsun. çok acayip, saçma sapan parçalar var bu albümde. hunting bears'ı bile koydum bırakamadım dışarıda, öyle diyeyim. köpürtmesi... anlayamazsınız...
hail to the thief, bu üç başyapıt üzerine elbette yeterince sevilmedi. organik ve inorganik sound'un muhteşem bir melezi benim için. eşlik etmeyi en sevdiğim radiohead albümü de bu, şarkıları birlikte söylemesi ennnn keyifli albümleri. bence kaydederken gerçekten eğlendikleri tek albüm de bu. 2+2=5'ı bu listeye almak konusunda çok gittim geldim ama jonny gitarıyla o kadar akıl almaz bir işçilik yapıyor ki arkada, almadan edemedim. bu albümden mesela kimsenin aklına geleceğini sanmadığım backdrifts var. korkunç güzel bir şarkı. hiç eşlik ederek söylediniz mi? buraya kadar okuduysanız, lütfen deneyin. go to sleep, jonny'nin bundan sonra gitarıyla ne yapmak istediğini anlatıyor. yükselmesi ayrı, alçalması ayrı keyif. the gloaming, myxomatosis derken bir there there var ki, ömre bedel. ilk kez televizyonda mtv açıkken duymuştum, thom'un sesini duymadan, "bu ne lan" dememe kalmadan jonny'nin imza gitar tonunu duymuştum. ok computer'a fazla gelecek kadar iyi. her saniyesi dahiyane. bittiğinde 5 dakikalık bir şarkı dinlememiş de güzel uzun bir roman okumuşsunuz gibi hissettiriyor.
gelmiş geçmiş en iyi radiohead şarkısı belki de. everything in its right place saçmalığı olmasaydı "belki de" olmazdı bu cümlede.
in rainbows gitarları yeniden çektikleri ve dinlemesi kolay bir albüm olduğu için hepinizin çıldırdığı bir albüm biliyorum ama videotape, reckoner ve bodysnatcher olmasa yine çok iyi bir x y z albümü olabilirdi, radiohead albümü demek zor olurdu. o yüzden jigsaw falling into place'iniz yok, benim de çok sevdiğim nude yok falan. sonradan bozuşmayalım şimdiden bozuşalım. bunları almayıp disk 2'den gerçek bir hüzün şöleni last flowers size sürprizim olsun, iyice sinirlenin. bu albümdeki videotape akıl alır bir parça değildir. underrated olması kaderin suçudur. bu albümde yer alması da şarkıya haksızlıktır. bu listede yerini alması ona geç kalmış bir teşekkürdür. çok basit gibi, iki farklı eşsiz ritimde yüzdürmesi de bir o kadar komplike. neresinden tutacağımı bilemediğim bir başyapıt gerçekten.
basement versiyonu ayrı güzeldir.the king of limbs 4 yıl aradan sonra geldiği için, thom'un akıl almaz dansıyla dinlediğimiz için düştük o zaman ama aslında tırt bir albüm. bir radiohead albümü değil zaten bence, radiohead destekli thom yorke albümü. en iyisi little by little.
a moon shaped pool artık en ümidi kestiğimiz anda mucize gibi geldi. jonny greenwood dokunuşlarıyla şahlanan bir at. ilk saniyeden son saniyeye kadar bir jonny başyapıtı olduğunu hissettiren burn the witch beni ağlatmıştı. durmalarıyla kalkmalarıyla, yaylılarıyla pür delilik. packt like sardines'in ilk 35 saniyesi gibi bunun da son 35 saniyesi her şeyi anlatıyor. everything in its right place karanlığına 16 yıl sonra incelikle çeken daydreaming. ok computer'da olması gereken decks dark... bu albüm sevdanın güzel bir son vuruşu. üzerinden 8 sene geçtiğine inanamıyorum.
kendimi bildim bileli müzik dinlemeyi sevdim ve buna mesai harcarım, kasetler cd'ler peşinde koştum, internetler geldi 1 şarkıyı 3,5 saatte indirdiğim oldu, sayısız albüm dinledim. slayer fanatiği iken radiohead hayranı oldum ben ve hâlâ metal de dinliyorum, elektronik müzik de, eğlenmek için label c5 bile dinliyorum çok da gülüyorum. müzik zevkim önyargısızca sürekli evriliyor, çiçekten çiçeğe süzülen bir arı gibi hissediyorum. bu sitede takılan çoğu kişinin yaşından daha uzun süredir dinlediğim radiohead'den aldığım keyif ise ancak başkalaştı ve arttı. bir botanik bahçesi gibi benim için. başka bir şey gerçekten. onların dönemine tanıklık ettiğim, onları canlı dinleyebildiğim, yıllarca onların albüm çıkarmasını beklediğim için bile kendimi şanslı hissediyorum.
işte yeryüzünde maksimum 5 radioheadsevicinin hak vereceği o liste:
https://open.spotify.com/…vxrmq?si=932e600cf0294a4ebir sıralama yapmaya çalıştım ama yine de çok takılmayın çünkü bi noktada içinden çıkamadığım için bıraktım. ilk 10, ilk 10'da olması gerekenler. gerisi karıştı gitti onu indir bunu kaydır yaparken. olmuyor kardeşim, hepsi benim evla
liste tabii ki sadece spotify kütüphanesinden ibaret. harddiskimde duran bootleg'ler, artık hiçbir yerde olmayan konser kayıtları, demo ve early version kayıtlar... çocuğum olmadığı için üzüldüğüm tek şey hardcopy ve dijital radiohead koleksiyonumu bırakacağım kimse olmaması.
ssvdso radioheadbanger