radiohead
Next (2) - Last Page (180)

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

“radiohead makes music for people who have trouble asking for ketchup at mcdonalds.”

ilk başta yüzümde hafif bir gülümseme yaratan(yaklaşık 3 saniye) ardından koyu bir radiohead dinleyicisi olarak beni derinden üzen bu cümlede bahsi geçen ingiliz alternatif rock grubu.
141 favorites - -
radiohead 90larda başlayan ve devamlı gelişen progresif tarzıyla imzasını bırakmış, binlerce grubu etkilemiş, kendi has soundlarıyla her 5 seneye damga vurmuş özel bir gruptur. alternatif rock/brit-pop diye girdikleri endüstride yeni bir akım başlatmışlardır. en başta profesyonel müzikle de ilgilnen biri olarak, müzikten anlayan herhangi biri için hep değerli kalacaklarını düşünüyorum.

bilinenin aksine radiohead agresif gitar sounduyla müzik hayatına başlayan bir gruptur ve zamanla tarzı elektronik, elektronik-rock ayarında kaymıştır. nerdeyse hiçbir şarkısı düz, tek tonal yapıda gitmez, armonik olarak oldukça zengindirler. uyumsuz olmasına rağmen major-minor akor formları(em sonrası e gibi) sık sık arka arkaya kullanılır. sus2, sus4, 7li akorları yapılarında devamlı duyarsınız ki melankolik hissi bu verir. gayet melankolik başlayan bir parçası bir anda delirebilir. altta örneklerini verdim.

kısa bir tarihçe:
grubun tarihçesi de ilginçtir. her cuma toplandıkları için grubun adı en başta on a friday'dir. her biri üniversiteyi kazanmasıyla farklı şehirlere dağılır fakat mucize eseri ilerleyen süreçte aynı kadro tekrardan toparlanır. ilk gitaristleri ed o brien'in grupta bulunma sebebi yakışıklı ve düzgün fizikli olmasıdır. grubun bel kemiği olan sonradan katılan jonny greenwood(bass gitaristin kardeşi) en başta besleme olarak girmiştir mesela sonradan müzikal bilgisi ve yaratıcılığıyla yükselmiştir. köprüde çift red lace sensorlü, sapta blue lace sensor manyetikli yüksek çıkışlı, modifiyeli bir fender telecaster plus kullanır ki bu radiohead'in ilk 3 albümünde yoğun drive tonlarını duymak mümkündür. hatta bu gitar 1995'de konser sonrası çalınır ve gitar teknisyeni plank tekrardan benzerini inşa eder. gitar 18 sene sonra ilginç şekilde bulunur. pablo honey 3 hafta gibi kısa sürede kayıt edilmiştir. creep parçası, radiohead tarihi içinde negatif sözleri olan tek parçadır ve başta jonny greenwood bu şarkıyı pek sevmemiştir. grubu pek yansıtmaz. ilk 2 albümde blur, oasis gibi dev brit-pop gruplarının yanında etkisiz kalmış, amerika'da ses getirirken ingiltere'de dikkat çekememiş, hatta negatif şekilde eleştirilmiştir fakat 3. albümle birlikte hepsinin önüne geçmiş ve logaritmik olarak ünü artmıştır.
(bkz: jonny greenwood/@karanlikruya) *

thom yorke bir tenördür, oldukça iyi bir vokal tekniğine sahiptir. ilk dönemler dolu dolu, biraz da genize iterek söylerken ses tekniğini giderek geliştirmiş ve farklı tarzda, kafa sesine daha hakim olarak söylemeye yönelmiştir. ilk dönem için the bends sulk parçasında performansı dinlemeye değer. her albümde tekniğini tepeye taşımıştır. son dönem bazı parçaları nispeten düşük volume'da icra ederen bir o kadar tiz bir tonlara taşır. tekniğinde ne kadar usta olduğu buradan anlaşılabilir. bazen gitarı elime aldığımda "oha bu tonda mı söylüyormuş" diye tepki gösterdiğim çok olmuştur.

altta her albümden belli paçalar seçtim ve ufak bilgiler verdim. yeni başlayıp da tanımak isteyenler için iyi olacağı görüşündeyim.

(bütün listeyi şurada sıraladalım okurken dinleyebilir ya da tek tek linklere tıklayarak da ulaşabilirsiniz: youtube playlist)

1) pablo honey
bence en romantik radiohead albümüdür. amatör olsa da müthiş besteler ve agresif bir gitar soundu mevcuttur. you, thinking about you ve tabiiki blow out gibi parçalar olsa da şunları seçtim:
radiohead - stop whispering
radiohead - prove yourself (normalde radyoya sürülen ilk çıkış parçasıdır ama ingiltere'de dikkat çekememiştir.)
radiohead - lurgee

2) the bends
bence radiohead tarihinin en iyi albümüdür. baştan sona çift gitarlı pasajlar, inanılmaz bir müzik formu mevcuttur ve büyün bestelerde aynı parıltı, aynı hüzünlü fakat güçlü duygu aktarımı vardır. bu albüme bayıldığım için 4 parça koydum. bana sorarsanız bütün parçalar eksiksik dinlenmelidir. david gilmour dahi bu albümü ok computer'dan daha çok sevdiğini belirtmiştir. nice dreams, fake plastic trees, just, bones gibi inanılmaz parçalar da içerir.
radiohead - planet telex
radiohead - the bends
radiohead - black star
radiohead - sulk

3) ok computer
promosyonu paranoid android gibi farklı pasajlara sahip, 6.27 dk uzunluğunda riskli parçayla yapılan ve birçok eleştirmenden tam puan almış bir albümdür. radiohead'in müzik dünyasına altın isimlerle yazdırmıştır. birçok ödüle sahiptir. miksini dinlemek oldukça keyiflidir, 2-3 gitarı ayrı ayrı ayırt edebilirsiniz.
radiohead - let down (herhangi bir radiohead fanı için bu parça kutsaldır.)
radiohead - airbag (yavaş yavaş yükselen aksak bas hattı ve inanılmaz giriş melodisiyle...)
radiohead - climbing up the wall (bu albümün gizli vurucu gücü.)

....................................................................
buradan itibaren radiohead oldukça aykırı bir tarza yönelir ve agresif gitar soundunu biraz daha arka plana atar:

4) kid a
radiohead'in çok tepki alan ilk albümü. birçok eleştirmen tam not vermiş, bir kısmı da gitar müziğini bıraktıklarını düşünmüştür. idioteque, everything in its right place gibi çok bilinen lokomotif parçaları listeye almadım.
radiohead - how to disappear completely
radiohead - optimistic
radiohead- motion picture soundtrack

5) amnesiac
kid a dışında bırakılan ve daha fazla gitar içeren parçaları içeren bir albümdür.
radiohead - knives out
radiohead - morning bell/amnsiac
radiohead - packt like sardines in a crushed tin box

6) i might be wrong (live albüm)
kid a ve amnsiac parçalarının farklı yorumlanmasından oluşur, özellikle kid a ve spinning plate parçalarının yeni düzenlemeleri harikadır.
radiohead - spinning plate (bonus parça koydum, orjinalinden farklı, fanlar bilir)
radiohead - true love waits (the bends dönemlerine ait, aynı naifliğe sahip bir parça. bunu sonradan a moon shaped pool'da tekrardan kayıt ettiler.)

7) hail to the thief
nispeten gitar altyapısına dönüş yapılan 2+2=5 gibi müthiş bir parçayla açılan fakat arada backdrifts, the gloaming, myxomatosis gibi karambol, radiohead'den alışık olmadığımız parçaları içeren bir albümdür. radiohead tarihinin sayıca en fazla parçasını içerir. radiohead - where i end and you begin eklemekte tereddüt edip son anda şunlarda karar kıldım:
radiohead - go to sleep
radiohead - scatterbrain
radiohead - there there

8) in rainbows
4 sene aradan sonra gelen birçok beklentiyi karşılamış bir geri dönüş albümüdür. özellikle in rainbows albümünün baştan sonra tek seferde kayıt edildiği "from a basement" canlı versiyonu da dinlenmelidir. bu kayıt radiohead'in neden büyük bir grup olduğunu ispatlar.
radiohead - weird fishes
radiohead - all i need
radiohead - reckoner

....................................................................
the king of limbs ve a moon shaped pool da yine yeni bir tarza geçişi simgeliyor. birbirine tarz olarak benzer albümler. parçalarda genel olarak bir "belirsizlik ve karanlık hal" hakim. rock kökenli olduğum için pek ısınamasam da severim. bu 2 albümle radiohead'i tanıyıp sevenler, muhtemelen önceki dönemleri, hele ki ilk dönemlerini çok sevmeyecektir ama bu durum aynı zamanda radiohead'in yenilikçiliğine de güzel bir örnek teşkil eder. yeni başlayacaklara önceki albümlerle bağlantılı gördüğüm şu parçaları öneririm:

9) the king of limbs
radiohead - bloom
radiohead - lotus flower (bu parça çıkış parçasıydı, bence son 2 albümdeki tarzı en iyi yansıtandır ki thom yorke'un dans figürleri oldukça dikkat çekiciydi. uzun süre meme yapıldı.)

10) a moon shaped pool
radihead - daydreaming (radiohead'in son dönemde ilk dönemlerle bağlantılı parçalarından)
radiohead - deck darks
radiohead - full stop

11) sevdiğim b-sidelardan ve singlelardan müthiş birkaç parça:
özellikle the bends dönemi gitar agresifliğini müthiş yansıtan parçalar. çoğu kişi radiohead kid a belki de in rainbows olsa da benim gibi radiohead'i başta tanıyanlar için ilk agresif gitarlı dönemleridir.

birçok parçada ok computer "airbag" olmak üzere araba ve hayatta kalmaya takık parçalar duyarız. bunun sebebi aşık olduğu sevgilisiyle geçirdiği araba kazasıdır.

radiohead - maquiladora (gerçekten şu tarzı çok özlüyorum.)
radiohead - stupid car (bu en sevdiğim top10 radiohead parçalarından biri olabilir.)
radiohead - killer cars
radiohead - coke babies
radiohead - permanent daylight
radiohead - how can you be sure

bu parçaları baştan sona dinlediğinizde bir grubun nerelerden nerelere sürüklendiğine daha iyi tanık olacaksınız.

(debe edit)
385 favorites - -
satanik rap grubu

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
zaman ne hizli geciyor degil mi? 99 yilinda ulke gundemini satanizm sallar iken,su an ismini vermek istemedigim bir gazetenin on sayfasindan alinti idi "satanik rap grubu" tanimi. gunumuzde ise, hakli olarak, benim angut bir insan oldugumu ve radiohead'i satanik rap grubu sandigimi dusunmus sevgili okurlarim. burdan hemen duzelteyim, radiohead epey degisik muzik tarzini zaman icinde kullanmis bir grup, ornegin wolf at the door'da rap yapmayi bile denediler allahsizlar. reggae, jaz ve klasik muzikten de epey hazzettikleri biliniyor, eh elektronik muzige abandiklari zaten klavuz istemiyor. boyle guzel iste radiohead.
56 favorites - -
eskişehirde hamamyolunda bi kasetçiden almıştım pablo honeyi bi hafta sonra gidipthe bendsi ordan mı aldım hatırlamıyorum. ama daha ok computer çıkmamıştı.ben hala ara ara the doors dinlemeye ve jim morrison şiir kitapları okumaya devam ediyodum.annem üniversitede okuyodu. the bendsi aldıktan sonra pablo honeyi dinlemeye devam ettiğimi hatırlıyorum. radiohead diye bi grup var sahane diye kimseye söylediğimi hatırlamıyorum. thinking about you gitarda çalamıycak kadar gitar çalabiliodum o ara anyone can play guitar da anlatılan plaj gitaristlerinden hiç bi farkım yoktu ve allah bütün günahlarımı affetsin bunun farkında diildim.. thom yorke un sözlerinden çok etkilendim. müzik dinlerken sözlere dikkat etmeyi jim morrisondan öğrendiysem, sözlerin sizi kendi kendinizi darmadağan edebiliceğiniz bi güce sahip olduğunu thom yorkedan öğrendim.ve daha öğrendiğimi zannettiğim bi çok şeyin değişerek beni şaşırtabiliceğini öğrendiğim yaşa daha çok vardı.
ve daha hiç radiohead klibi seretmemiştim.
ok computerın ne zaman çıktığını fark etmemiştim. raksotekde albümü gördüğümde direk aldım. artık radioheadi bi kaç kişi bi araya gelip dinlediğimiz zamanlar gelmişti.duvarımda hala jim morrison posteri vardı.
ok computerın sözlerini türkçeye çevirip anlamaya çalıştığımı hatırlıyorum. okulda ki ingilizce hocama karma ne demek diye sormuştum.bi daha hiç dönmek istemiyceğim, herşey gibi kendine has bi kokusu olan o irenç okul koridorudan, sonradan çocuğunun adına benim adımı vericek olan ingilizce hocamla yürümeye başladık.
öğretmenler odasına girdiğimizi hatırlıyorum. öğretmen odaları öğrenciler için hep hiç anlamadıkları bi yer olmuştur. kocaman bi ansiklopedi alıp, o ansiklopedide karmayı bulamadığımızı hatırlıyorum.googleın olmadığı altavistanın ne işe yaradığını pek kavrayamadığım yıllardı. mircye tabiki giriyodum. ok computerın bookletini yanımda taşığım zamanlar gelmişti artık.
kılıçoğlu sinemasının çıkış kapısında o zamanlar duvar diye tabir ettiğimiz ve sanki bi sitenin çocuklarıymış gibi her akşam orda buluştuğumuz gitar çalıp yerde oturarak radiohead çalıp öylediğimiz zamanlardı.ve hiç birimizde cep telefonu yoktu.
pinoda oturmuş eraya ok computerın sözlerinin ne kadar muhteşem olduğunu hatta yakında o albümden bi opera yapıcaklarını bi küçük kola ve tavuk burger eşliğinde anlattığımı hatırlıyorum.
airbagin sözlerini hiç anlamadığım yıllardı. ve daha luckyi dinlerken içim kıpraşmıyodu.
b side diye bişey olduğunu mert killer carsı bana dinlettiğinde öğrendim. gitarla killer cars çalarken birdenbu gece sona geçiş yapmıştı. çok hoşumuza gitmişti ve levent yükselin daha ikinci kez hatırlanmadığı yıllardı.
radiohead mert,esen ve ben için en güzel buluşma yerimizdi artık. bana paranoid androidi nasıl çalıcağımı öğrettikleri günü hatırlıyorum. ve no surprises hepimiz için senenin en güzel öğütüydü.
ok computer the bendsi adeta boğazıma yapışır gibi önüme attı. street spirit dinleyerek annemin arkadaşının evinde gizlice sevgilimle seviştiğimi hatırlıyorum.
ve mertin bi gün bana geldiğinde kapıdan içeri girerken hi and dry diye bana selam vererek şu an o güne dair başka hiç bişey hatırlamama sebep verdiği bi gün geçirmiştim.
nice dreami dinleyip hayal kurmayan bi insanla tanışmak istemiyorum.the bends albümünü sevgilimin cd caseinde görmeye bayılıyodum.
artık yaşım tutmadığı için sahte kimlikle barlarda radiohead şarkıları söylediğim yıllardı.çekilen bütün radiohead kliplerini seyretmiştim.
ve kid a dinlediğimde herkes gibi ben de çok şaşırıcaktım.
idioteque nasıl bi şarkı bi türlü anlayamıyorum.gitarla çalmaya çalışıorum olmuyo.
ilk bi kaç hafta sadece sözleri okuduğumu hatırlıyorum.
herkes albümü sevip ya da sevmemekten bahsediyodu. elektronik müzik diye bildiğimiz şeyden biraz korkmamız gereken yıllardı. . duvarda toplanıp şarap içtiğimiz ya siyah tshirt ya bol pantolon ya da batik tshirt giyemeniz gereken yıllar daha yeni geçmişti. 98 yazında portisheadi rakı içerken dinliycek kadar sevmiştim. kid a gerçekten hoşuma gitti. mert o seneler radiohead dinlemeyi bırakıp pedro the lion şarkıları çalmaya başlamıştı. ve bi sene sonra fight club serediceğimizden haberimiz yoktu.
dolmuşa bindim bi gün. kulağımda discman. everything in its right place ben şu parayı uzatırmısınız dedikten sonra bitmiş ve kid a çalmaya başlamıştı. arka koltukta ağlayan bi bebeğin annesinin kucağında olduğu yıllardı.alperle jazzgırda idiotequein sesini kökleyip o barı kapatmışızcasına üzerinde mandalin olan bi masaya yüzümüzde koccaman bi gülümsemeyle sokulduğumuzu hiç unutmiycam.
jim morrison posterini duvardan indirdim. bütün eşyalarımı toplamam gerek. istanbula taşınıyorum. sadece doğduğum şehiri diil bütün arkadaşlarımı geride bırakıyorum. duvarı yıktılar o sene. ve bi daha hiç kılıçoğlu sinemasından çıkan insanlar yan gözle bize bakıp radiohead dinlediklerinin farkında bile olmadan ordan yürüyerek uzaklaşmadılar.
amnesiacı bekliorum.
roll dergisinde çıkış tarihini okuduğumu hatırlıyorum.
amnesiacın çıktığı gün bodruma gitmem gerekiyo.babamın bana aldığı viski matarasını babamın viskisiyle doldurdum. 8 tane pil aldığımı hatırlıyorum.albümü dinlemeyi otobüse sakladım. dinlemeden önce sözleri okudum. life in a glass house
un sözlerini iki kere okudum. packt like sardines in a crushd tin box ikinci sarkıyı dinleme merakımı dizginlememe sebep oldu ve defalarca onu dinledim. amnesiac albümü benim için bodrumda bi pansiyon odasıdır. sevgilim hala yanımda uyuo ve bütün tatil boyunca başka hiç bişey dinlemek istemioruz.
istanbula taşındıktan sonra biraz radioheadi ihmal ettim. üniversiteye inandığım yıllardı.artık odam yoktu evim vardı. ve balkonumda jim morrison posteri asılıydı.zihni müzikin camında asılı olan kocaman amnesiac posterini istemiştim egemenden , aylar sonra bana posteri getirdiğini görünce o posteri yıllarca salonumun duvarında durucağını biliyoduım.
ev arkadaşım bigün sabah kapımı açtı. hail to the thief internete düşmül indirdim dedi.
dinlemiycem albüm çıkmadan dedim. bütün gece içerde albümü dinledi. tv serederken seyretmediğim bi filmin son sahnesine denk gelmekten nasıl korkuyosam bi şarkıyı duymaktan da öle korktum.. çünkü kayıtlar albümden farklıydı. bi kaç hafta evde ben varken albümü dinlememesini istedim ondan. onu biraz da kıskandığımı hatırlıyorum.
hail to the thief bugün çıktı. onu almaya gidiceğim gün bugün. bugünü hep hatırlıycağımı biliyorum. ve albümü alırken yanımda duran bi başka bene bunu söylediğimi de hatırlıyorum. bana öyle mahçup gülmüştü ki. bi an için albüm elimde onu seyrettiğimi hiç unutmadım. ve o gece bi erkekle aynı yatakta yatıcağımı bilmiyodum. albümü kadıköydeki zero müzikten aldım. mustafa bana albümün posterini verdi. dolmuşta açıp bakarken yanımdaki adam rahatsız olmuştu.maslakta bi arkadaşıma gittim.girer girmez albümü dinlemeye başladık. gece geç oldu. orda kalmam gerekti. bi yatak vardı.albüm hala çalıodu. bi türlü uyuyamadım. kalktım sabah 5 te maslaktan feneryoluna gitmek üzere evden çıktım. arkadaşımın köpeği regl olmuştu o akşam. köpeklerin regl olduğunu o gün öğrendim.
2+2=5 afedersiniz beni taşaklarımdan yakalayan ilk şarkı olmuştur albümde.bütün radiohead dinleyenler gibi there theresevmemiz sanki kulağımıza fısıldanan bi istek gibiydi.ve glastonbury festivsalindeki muhteşem performansı kaçırdığımın farkına varmadığım yıllardı.
yeni radiohead albümünü bekliyorum. sevgilimin olmadığı ilk albüm olucak. . eskişehirde çok az arkadaşım kaldı. annemler bile orda oturmuyo artık. o zaman ki odam boş diilse de yalnız.mert askerde. geçen haftalarda izne geldiğinde oturduk radiohead çaldık gene. ama arada pedro the lion da çaldı sanırım.her sabah çukurcumaya uyanıyorum
alper geldi. dişini çektirmiş.bi dişçi sizden bi daha hiç geri gelmicek bi parça alma gücüne sahiptir.bunu unutmayın.
74 favorites - -
uzun zamandır bir best of radiohead listesi yapmayı düşünüyordum. bunun benim için bomboş ama çok keyifli bir challenge olacağını biliyordum. öyle de oldu. geçtiğimiz yaz tek başıma 7 saat yol yapıp istanbul'a gittim ve bir hafta sonra istanbul'dan döndüm. 17 yaşından beri dinlediğim radiohead'in külliyatını 41 yaşında son ses eşlik ede ede tekrar hatmettim.*

türkiye'nin en istikrarlı ("sadık" kelimesini kullanacaktım ama bunu tercih ettim. sadakat çaba istiyor. oysa beni hâlâ delicesine mutlu ediyor bu grubu dinlemek, dümdüz, kendiliğinden) ve muhtemelen en bilindik radiohead fanatiklerinden biri olarak %99'unuzu inanılmaz hayal kırıklığına uğratacak bir liste oldu diyebilirim. listenin kendisinden çok sıralaması zorladı beni. hadi hâlâ aynı paydada buluşabileceğimiz insan kalmış gibi biraz eski günleri yâd edelim ve berbat bir kalabalığın ortak dili hâline gelmiş güzel türkçemiz ile dünyada radiohead üzerine boş yapan son insanlar olalım.

ben ok computer'ı ilk dinlediğimde, airbag açıldığında gitarın çello ile akıl almaz uyumunu anlamaya çalışırken giren davul, müzikal anlamda beni mahvetmişti. radiohead şarkılarının büyüsü burada başlar, muhteşem her radiohead şarkısı inanılmaz etkileyici açılır. "e komple filmi vermişsiniz" dedirten cesur bir fragman gibidir, yine de 3 saat oturup hayranlıkla izlersiniz o filmi. ben radiohead'i seviyorum çünkü çok çok iyi müzik. yani duygusunu tarzını düşük gözünü şeklini şemalini geç, radiohead yine harika bir müziktir. muhteşem, dahiyane bir işçiliktir. karadelikleri 5 yaşında bir çocuğa anlatmak ve onun da anlaması gibidir. sevip sevmemek bunu değiştirmez. ben radiohead'i seven biri olarak sevmenin ve gerçekten anlamanın iki basamaklı olduğunu anladım. bana sorarsanız bu adamların müziği o kadar eşsiz ki, ilk seferde sevmezseniz, sonradan sevseniz de tam olmuyor. benzersiz bir büyüsü var müziğin ve siz ilk duyuşta sevmediyseniz voodoo bebeğinizin kıçına iğne batırdıklarında da hissetmezsiniz gibi bir durum.

radiohead sevmekten sonra gelen en önemli kısım "anlamak" da aslında tahmin ettiğiniz gibi değil. benim için jonny greenwood dehasını görmek. ben dahil çoğu radiohead fanatiği uzun yıllarını thom yorke hayranı olarak geçirdi ama ondan kesinlikle çok daha büyük bir müzik adamı var ki o da jonny greenwood. ben bunu maalesef 2007'de, jonny "there will be blood" filminin soundtrack'ini yaptığında fark ettim. o zamanlar internet ne böyle erişilebilirdi ne sonsuz bilgi kaynağıydı ne de kafalarımız sonsuz merakla çalışıyordu. "solo işleri de mi var" diye merak edip bodysong'a yaptığı soundtrack'i dinledim ve thom yorke'un helvadan putunu yedim. 24 hour charleston dinlemek ne dediğimi anlamak için yeterli.

radiohead'i o dakikadan sonra başka bir kulakla dinlemeye başladım, jonny'nin imzası, başyapıt dediğimiz her radiohead şarkısında o kadar belirgin ki. aslında benim radiohead'den anladığımın belki de %70'ini oluşturduğunu fark ettim. thom yorke elbette tüm zamanların en ikonik ve en büyük müzisyenlerinden biri ama konu müzikse, radiohead'i müzikal olarak "radiohead" yapmaksa iş benim için değişti. jonny olmasaydı thom yorke'u yine mutlaka tanırdık, bilirdik severdik, kesinlikle harikalar yaratırdı ama bildiğimiz radiohead olmazdı, olsa da bugünkü gibi zamansız başyapıtları olmazdı. arabada release radar'ımı dinlerken "rabbim bu nasıl saçma bir güzellik" diye gözlerimin dolduğu ashufak shay kiminmiş neyinmiş diye bakıp jonny'yi görmek... hayatımın en tatmin edici anlarından biriydi. radiohead'i sevmek ve anlamak, aslında bu önyargıları aşmaktan ve onu tanımaktan geliyor. benim coşkuyla gönderdiğim, sırf arapça diye bu şarkıya ısınamayan bir sürü iyi müzik dinleyicisi arkadaşım oldu. yağmur gibi dökülen piyanolarıyla, son nefesimi ödünç alan gitarlarıyla, nöronlarımı düzenleyen ritmiyle gizli bir şaheser.

bu uzun girizgahı yapma sebebim özetle şu: bir radiohead şarkısının mükemmel olması ve daha da ötesi "radioheadish" olması için, jonny'nin onu sevmesi ve dokunmaya değer görmesi gerekli. ben aslında radiohead'i radiohead yapan bu yüzyılımızın en büyük müzik dehalarından birinin tavrını, atatürk'ünkü gibi insanı coşturan, benzeri olmayan imzasını seviyorum. olmasaydı olmazdık... bu bilinç ile dinleyince, sadece thom olarak bakmayınca çok daha büyüyor keyfi.

radiohead, ok computer ile farklı bir evreye geçti. thom ve jonny'ye olağanüstü kritikler ve mesleki tatmin sonrası "biz ne çıkardık böyle aq" kafasının çok cesaret verici geldiğini düşünüyorum. paranın kölesi değil efendisi olun hesabı bu durumun efendisi olmaya karar verdiler. normların ne kadar esnetilebilir olduğu ve bunun ne kadar iyi olabileceği coşkusu, bu ihtimalleri inanılmaz derecede arttırabilecek elektronik komponentlerin yükselişine denk geldi ve kid a'de bu nimetlerden dibine kadar yararlandılar. onu da jonny sayesinde olağanüstü bir sound imzasına dönüştürmeyi başardılar.

dünyada herhalde alternatif ve art rock'tan 3 yılda deneysel ve elektronik ağırlıklı müziğe geçip de yine bir başyapıt albüm çıkarıp herkesi ters köşe ve çaresiz bırakan bir grup daha yoktur. kid amnesiac döneminden sonra hail to the thief'te "elektronik müzikçi" olarak etiketlenmekten duydukları memnuniyetsizliğin bir tezahürü olarak deneysel rock'a odaklanıp elektronik unsurları sınırlandırdılar. in rainbows ve king of limbs ise radiohead'in tam olarak bocalama dönemi albümleri. "biz ne çıkardık böyle aq" kafasının artık ağır gelmeye başladığı, thom'un egosunun kontrolden çıktığı dönemler. "radiohead" markasının herkese ağır geldiği dönem. a moon shaped pool'a kadar, daha önce hiç vermedikleri kadar uzun ara vermelerine neden olan "biz napıyoruz böyle aq" dedikleri dönem. jonny'nin elektronik dokunuşlardan çok orkestral müzik karakterini yansıttığı, art rock'a döndükleri, deneysellikten kaçtıkları bu albüm yine olağanüstü şarkılar barındırdı ama bir ok computer olmadı çünkü konsept oturtamadılar, eklektik kaldı.

herkes her albümde bu sefer nasıl bir başyapıt olacak diye beklentiye girdi ve her şeyden çok dünyanın artık bambaşka bir yer olması nedeniyle radiohead bunu tekrar karşılayamadı. içinde olağanüstü şarkılar olan muhteşem albümler yaptı, hatta okc ve kid a'e fazla gelecek kadar iyi şarkılar yaptı ama o "etki" tekrar oluşmadı. ben hayatlarında en çok saygı ve sevgi duydukları şeyin "radiohead" olduğunu düşünüyorum. o yüzden o defteri kapatıp the smile ile takılıyorlar, iddiasız ve kafalarına göre. aslında bu grupta radiohead'i radiohead yapan 2 şey de, hatta nigel godrich ile 3 şey de var ama onların "radiohead için" gibi müzik yapmak ile alakaları yok, öyle de bir niyetleri yok. kimse bunu beklesin de istemiyorlar. benim bile ne yapmışlar diye dinlediğim ama çok da umrumda olmayan bir oluşum.

modern müzik tarihine muhteşem bir külliyat bıraktılar ve şimdi kendi hayatlarına bakıyorlar. yakın zamanda değil ama ölmeden tekrar bir radiohead albümü yayınlayacaklarına adım gibi eminim, haberini duyunca çok da sevinirim ama bir beklenti ile yaşamıyorum. ben onlardan razıyım allah da onlardan razı olsun.....

radiohead temelinde biraz deliliktir. öngörülemezliktir. depresif olması, tematik olması, kendi tınısı olması sonra gelir. şaşırtıcıdır radiohead, şok edicidir, büyüleyicidir, travmatiktir. "nasıl yani" diye hayranlıkla dinlersin. radiohead dinlemek için değil elbette ama kavramak için averaj müzik dinleyicisinden bir tık fazla da olmak lazım. hayatının büyük kısmında semicenk dinlemiş genç birinin bu grup ve şarkıları üzerine söylediklerimi anlaması çok mümkün değil. bu da yeni neslin yazık kısmı. dünyanın tamamında çok çok çok kötü müziğin içine doğdular. bu entry'nin hemen üzerindeki dalyarağı bir okuyun. tam bir dram.

benim için bu listenin en temel kriteri, bunu, radiohead deliliğini karşılayan şarkılardan oluşması oldu, ki en başında dediğim gibi assssla kimseyi tatmin etmeyecek bir liste olduğuna eminim. şöyle bir özet geçersem:

pablo honey'den creep ve you'yu seçtim. blow out, anyone can play guitar, lurgee bu albümden çok sevdiğim parçalar ama best of mu? nooo. you, bu albümde jonny'nin sevdiği yegane parça olabilir. çok erken dönem bir radiohead delirmesi. bu albüm bugün yayınlansa rock müziği yeniden diriltirdi. creep ise zaten creep. bu arada creep'i gerçek bir creep olan rahmetli prince'tan dinleyin, bu kadar ikonik bir parçanın nasıl orijinalinden daha iyi bir cover'ı olabilir? şarkıyı en mükemmel formuna ulaştırmıştı.

the bends benim için gelmiş geçmiş en iyi alternatif rock albümlerinden biri. ama o da ne? listemde high and dry yok, fake plastic trees yok. x y z gruplarının şarkıları olabilir çünkü bunlar. tam bir "geliyor gelmekte olan" albümü olan the bends'ten planet telex var. sözleriyle, işçiliğiyle albümü açması tesadüf değil, muhteşem her radiohead şarkısının inanılmaz açılması gibi muhteşem her radiohead albümü de inanılmaz bir şarkı ile açılır. külliyatın tartışmasız en underrated parçalarından biri. albüme adını veren şarkıyı radiohead'den çok brit pop olduğu için almadım mesela. street spirit'i alıp almama konusunda da çok gittim geldim ama aldım, korkmayın... nice dream, just, thom'un kendini özgürleştirmeye başladığı black star bu albümü benim için en anlamlı kılanlar.

ok computer, ok computer işte. inkar edilemez bir başyapıt. tüm zamanların, tüm janrların en iyi albümlerinden biri. tek tek girmeyelim. ezelden beri inanılmaz sıkıcı bulduğum let down yok, doğal olarak fitter happier yok ve sırf albümün tamamını alıp bokunu çıkarmamak için içim acıyarak dışarıda bıraktığım the tourist yok. büyük bir meydan okuma, görkemli bir hazine bu albüm müzik tarihi için. tartışmaya kapalı.

kid a, tüm zamanların en iyi albümünden sonra tüm zamanların en büyük şoku. ilk dinlemeye başladığımda kaç kere başa aldığımı hatırlamıyorum. "bu ne" demeye fırsat vermedi, beni dipsiz kuyuların karanlığına çekti. 24 yıl sonra bugün dinlediğimde hâlâ ne yapıyorsam anlamsızlaştırıyor. gözlerimi kapayıp başımı kederle öne eğiyorum. everything in its right place dünya müziğini, benim müziğimi bir daha hiçbir zaman aynı olmayacak şekilde değiştirdi. hâlâ bildiğim hiçbir şeye benzemiyor. ritmi bile taklit edilemez. benzetebilen de olmadı. korkunç bir keder, kasvet, olağan ötesi bir başyapıt. nakaratı yok şarkının. terzi kendi söküğünü dikemez misali paris 2001 performansında thom da kendi karanlığında kayboluyor. the national anthem, üflemeliler thom'un kafasının içi. giriş, gelişme, sonuçsuzluk. davulları da, bası da o çalıyor. kaç sene oldu hâlâ aklım almıyor bu kadar aksak bir akış nasıl dinlerken bu kadar beklendik olabilir. idioteque bu albümün özeti gibi, demirbaş. bir de morning bell'e bağlanıyor lol. inanılmaz bir şov bu albüm gerçekten. how to disappear completely ise yok, duygulara dayalı ılık bir liste değil çünkü bu. optimistic de onunla birlikte ok computer'da olmalıydı. in limbo'da biraz aklım kaldı, yalan yok.

amnesiac hayatımıza "bitti mi? bitmedi" diyen vapur işportacısı gibi girdi. packt like sardines in a crushd tin box'ın ilk 35 saniyesi radiohead'in tüm ritim anlayışının, thom yorke'un burial'ı var eden bitmeyen arayışının en mükemmel varışlarından biri. o bitiyor, pyramid song başlıyor. daha everything in its right place'te boğulurken kara gözlü meleklerle yüzmeye başlıyorsun. çok acayip, saçma sapan parçalar var bu albümde. hunting bears'ı bile koydum bırakamadım dışarıda, öyle diyeyim. köpürtmesi... anlayamazsınız...

hail to the thief, bu üç başyapıt üzerine elbette yeterince sevilmedi. organik ve inorganik sound'un muhteşem bir melezi benim için. eşlik etmeyi en sevdiğim radiohead albümü de bu, şarkıları birlikte söylemesi ennnn keyifli albümleri. bence kaydederken gerçekten eğlendikleri tek albüm de bu. 2+2=5'ı bu listeye almak konusunda çok gittim geldim ama jonny gitarıyla o kadar akıl almaz bir işçilik yapıyor ki arkada, almadan edemedim. bu albümden mesela kimsenin aklına geleceğini sanmadığım backdrifts var. korkunç güzel bir şarkı. hiç eşlik ederek söylediniz mi? buraya kadar okuduysanız, lütfen deneyin. go to sleep, jonny'nin bundan sonra gitarıyla ne yapmak istediğini anlatıyor. yükselmesi ayrı, alçalması ayrı keyif. the gloaming, myxomatosis derken bir there there var ki, ömre bedel. ilk kez televizyonda mtv açıkken duymuştum, thom'un sesini duymadan, "bu ne lan" dememe kalmadan jonny'nin imza gitar tonunu duymuştum. ok computer'a fazla gelecek kadar iyi. her saniyesi dahiyane. bittiğinde 5 dakikalık bir şarkı dinlememiş de güzel uzun bir roman okumuşsunuz gibi hissettiriyor. gelmiş geçmiş en iyi radiohead şarkısı belki de. everything in its right place saçmalığı olmasaydı "belki de" olmazdı bu cümlede.

in rainbows gitarları yeniden çektikleri ve dinlemesi kolay bir albüm olduğu için hepinizin çıldırdığı bir albüm biliyorum ama videotape, reckoner ve bodysnatcher olmasa yine çok iyi bir x y z albümü olabilirdi, radiohead albümü demek zor olurdu. o yüzden jigsaw falling into place'iniz yok, benim de çok sevdiğim nude yok falan. sonradan bozuşmayalım şimdiden bozuşalım. bunları almayıp disk 2'den gerçek bir hüzün şöleni last flowers size sürprizim olsun, iyice sinirlenin. bu albümdeki videotape akıl alır bir parça değildir. underrated olması kaderin suçudur. bu albümde yer alması da şarkıya haksızlıktır. bu listede yerini alması ona geç kalmış bir teşekkürdür. çok basit gibi, iki farklı eşsiz ritimde yüzdürmesi de bir o kadar komplike. neresinden tutacağımı bilemediğim bir başyapıt gerçekten. basement versiyonu ayrı güzeldir.

the king of limbs 4 yıl aradan sonra geldiği için, thom'un akıl almaz dansıyla dinlediğimiz için düştük o zaman ama aslında tırt bir albüm. bir radiohead albümü değil zaten bence, radiohead destekli thom yorke albümü. en iyisi little by little.

a moon shaped pool artık en ümidi kestiğimiz anda mucize gibi geldi. jonny greenwood dokunuşlarıyla şahlanan bir at. ilk saniyeden son saniyeye kadar bir jonny başyapıtı olduğunu hissettiren burn the witch beni ağlatmıştı. durmalarıyla kalkmalarıyla, yaylılarıyla pür delilik. packt like sardines'in ilk 35 saniyesi gibi bunun da son 35 saniyesi her şeyi anlatıyor. everything in its right place karanlığına 16 yıl sonra incelikle çeken daydreaming. ok computer'da olması gereken decks dark... bu albüm sevdanın güzel bir son vuruşu. üzerinden 8 sene geçtiğine inanamıyorum.

kendimi bildim bileli müzik dinlemeyi sevdim ve buna mesai harcarım, kasetler cd'ler peşinde koştum, internetler geldi 1 şarkıyı 3,5 saatte indirdiğim oldu, sayısız albüm dinledim. slayer fanatiği iken radiohead hayranı oldum ben ve hâlâ metal de dinliyorum, elektronik müzik de, eğlenmek için label c5 bile dinliyorum çok da gülüyorum. müzik zevkim önyargısızca sürekli evriliyor, çiçekten çiçeğe süzülen bir arı gibi hissediyorum. bu sitede takılan çoğu kişinin yaşından daha uzun süredir dinlediğim radiohead'den aldığım keyif ise ancak başkalaştı ve arttı. bir botanik bahçesi gibi benim için. başka bir şey gerçekten. onların dönemine tanıklık ettiğim, onları canlı dinleyebildiğim, yıllarca onların albüm çıkarmasını beklediğim için bile kendimi şanslı hissediyorum.

işte yeryüzünde maksimum 5 radioheadsevicinin hak vereceği o liste: https://open.spotify.com/…vxrmq?si=932e600cf0294a4e

bir sıralama yapmaya çalıştım ama yine de çok takılmayın çünkü bi noktada içinden çıkamadığım için bıraktım. ilk 10, ilk 10'da olması gerekenler. gerisi karıştı gitti onu indir bunu kaydır yaparken. olmuyor kardeşim, hepsi benim evla

liste tabii ki sadece spotify kütüphanesinden ibaret. harddiskimde duran bootleg'ler, artık hiçbir yerde olmayan konser kayıtları, demo ve early version kayıtlar... çocuğum olmadığı için üzüldüğüm tek şey hardcopy ve dijital radiohead koleksiyonumu bırakacağım kimse olmaması.

ssvdso radioheadbanger
204 favorites - -
nirvana‘nın bateristi, foo fighters‘ın has adamı dave grohl, jools holland’ın programında (bkz: later with jools holland) şu ana kadarki en güzel performans olarak radiohead’in paranoid android performansını seçmiş. kendisinden dinliyoruz:

“o an, sadece radiohead için değil, müzik tarihi için çok önemli bir andı. ok computer albümünü yaptıklarında bunun müzikal anlamda bir devrimin başlangıcı olduğunu hissetmiştim. canlı müzik yapan bir grup olarak, tüm zamanların en iyi gruplarından biriler. seyircilerin bu çılgın devrimde onlara katılmaları için meydan okuyan bir şarkı çalıyorlar. paranoid android’in canlı performansı tam olarak albüm kaydındaki gibi değil, daha iyi; çünkü o an gerçekleşiyor. bu albümün gelecek uzun yıllar için popüler müziğin doğasını değiştirdiğine inanıyorum. ama özellikle bu performansı izlerkenki düşüncelerimi hatırlıyorum da… ‘aman tanrım, yine başlıyoruz! yeni bir devrim, yaşasın!’”

performansı izlemek isterseniz: paranoid android live @ jools holland 1997
136 favorites - -
107 favorites - -
radiohead üyelerinin yıllar boyunca paylaştığı, bahsettiği ve dj setlerinde/radyo programlarında çaldıkları şarkıları bir araya getirdiğim bir playlist yaptım. 1,5 yıl oldu aslında ama hala devam etmekte. şu an itibariyle 103 saat uzunluğunda. aklınıza gelecek her janradan müzik barındırıyor. uzun çalışmalar, yürüyüşler ve yolculuklar için ideal. iyi dinlemeler <3

spotify link

eklenmemiş/eksik bulduğunuz programları seve seve eklerim, hatta lütfen söyleyin ki ekleyeyim! teşekkürler şimdiden
118 favorites - -
hakkında bazı isimlerin belirli dönemlerde söyledikleri;

david gilmour (ok computer hakkındaki düşüncesi sorulduğunda): "radiohead'in hayranıyım, gerçekten çok iyiler. aslında bir önceki albümlerini daha çok tercih ederim, neydi adı? the bends, evet."

david bowie: "bu yıl radiohead'i beacon theater'da izledim. en iyi grup olduklarına dair çok sert şüphelerim vardı ve onları izledikten sonra öyle olduklarına ikna oldum."

matt smith (dr. who): "işte bu. bir tiyatro oyununda oynarken, bir tiyatroya gittiğimde istediğim şey bu ve bu tecrübeyi onlardan alıyorum. müzisyenliklerine, müzisyenliklerindeki ruha hayranlık duyuyorum ve bu mesleği icra edişlerine, çalışma ve hazırlık dönemlerine de. her şey olması gerektiği gibi bence ve iyi niyetle, ruhla, kalple ve iyi enerjiyle yapılıyor. onlar hepimiz için bir ders."

brad pitt: brad pitt, radiohead'e tutkun, thom yorke hayranı bir aktör. the fight club filminin çekimlerinde sürekli radiohead, özellikle ok computer albümünü dinlemiş. ona göre thom yorke onun jenerasyonu için kafka ve beckett kadar önemli bir isim.

christopher nolan: nolan, memento filminde paranoid android şarkısını kullanmak istemiş fakat telif hakkı yüksek olduğu için kid a albümünden treefingers bestesini kullanmış.

aaron paul: "londra'dayken radiohead'i takip ettim. o2'de ki 2 konserlerine de gittim. sonra trenle paris'e geçtim ve arkadaşım vida ile buluşup radiohead'i orda da izledim. onları paris'te izlemek büyüleyiciydi."

danielle radcliffe: "bu filmde (harry potter) harry için ağırlıklı olarak radiohead dinliyordum. dün bana biri bu filmde harry'nin soundtrack'i olabilecek tek bir albüm olsaydı hangisi olurdu diye sordu. bence bu albüm radiohead- ok computer olurdu. bu albüm harry'nin karakteri hakkında bilmeniz gereken her şeyi size anlatıyor."

edward norton: "radiohead grubu elemanları, jonny greenwood arkadaşım. jonny ve thom birlikte bir çok tuhaf, ambiyant şeyler çalıyorlardı ve harikaydı."

ellen page: "müzikteki ilk gerçek aşkım onlar oldu. onlardan önce yatağımda zıplayarak aqua dinliyordum."

woody harrelson: "radiohead'e gerçekten takıntılıyım. bir önceki gün thom yorke ve flea'nın bir konseri vardı. ben de gittim. flea iyi bir arkadaşım. harika bir peformanstı. olağanüstü bir müzik, elbette inanılmazdı. "

tobey maguire: "onlara gerçekten saygı duyuyorum. bir kaç performanslarını izledim ve harikaydı. iyi müzik yapmada gerçekten istikrarlılar ve onlar gerçek müzisyenler. bütün benliklerini katarak müzik yapıyorlar."

elijah wood: hayatının en unutulmaz anının kendisi üzerinde büyük etkisi olan thom yorke'la tanıştığı an olduğunu söylemiş.

paul mccartney: paul mccartney radiohead'in büyük bir hayranı imiş. bir ara kendisine son zamanlarda müzikte en beğendiği işler sorulduğunda en başta söylediği isim radiohead olmuş.

ringo star: "müzik endüstrisi dağıldı ve biz artık herkesin müzik indirebildiği yeni, dijital bir çağdayız. radiohead ne müthiş! "ne kadar ödemek istiyorsun?" bu büyük bir değişiklik. tanrı onları korusun."

bono: "bu dönemdeki kısıtlı kaynaklarla böylesine bir yaratıcılık ve cesaret.. onlar kutsal bir yetenek ve onlarla aynı dönemde müzik yaptığımız için kendimizi kutsanmış hissediyoruz. onlar benim gözümde istedikleri her şeyi yapabilirler ve bence hiçbir sakıncası yok, onlar bu kadar iyiler."

chris martin: "eğer dick cheney radiohead-ok computer albümünü dinleseydi dünyanın ne kadar farklı bir yer olabileceğini görmek ilginç olurdu. muhtemelen dünya daha iyi bir yer olurdu. bu albüm dahice, benim hayatımı değiştirdi, neden onun da hayatını değiştirmesin?"

kanye west: "dairemde rap dinlemiyorum, thom yorke dinliyorum."

flea (thom yorke hakkında): "o inanılmaz iyi bir müzisyen ve çok güzel bir adam. bir sanatçı olarak çok saf, temiz. onu taklit etmeye çalışmamdan çok onun gibi gerçekten çok güçlü bir enerji yayan bir insanın etrafında olmak daha faydalı."

damon albarn: "radiohead var olduğu için memnunum. onlar kelimenin tam anlamıyla ilginç ve özgürler."

justin timberlake: "radiohead, bir dolapta sıkışmışsınız da sonra aniden ordan bir buğday tarlasına çıkmışsınız ve her şey birden sepia rengine dönmüş gibi bir his yaratıyor insanda."

not: lamazigogo'ya teşekkürler.
55 favorites - -
paul thomas anderson, luca guadagnino gibi dünyaca ünlü yönetmenlere film müziği besteleyen, bu soundtrackler ile oscar adaylığına layık görülmüş üyeler barındıran, ama enstruman çalmayı bilmeyen grup :dd

adam radyo çalıyor stadyumda sahnede kanka, gitarı çalarken sapıyla da klavyeyi aynı anda çalıyor, dünyada bugüne kadar kimsenin aklına gelmemiş delay patternleri kullanıyor, senin muhtemelen hiç duymadığın ondes martenot'ları modular synthleri hatim etmiş, hiç bilmediğin müzik ve kayıt teknolojilerine ömrünü adamış, albümlerinde sound dersleri vermiş...
bütün dünya bunlar napıor amkk diye ağzı açık izliyor. sen iki üç şarkı dinleyip gelip burada enstruman bilmiorlarr yazıyorsun.

radiohead adı altında yaptıkları, aldıkları ödülleri, devrim niteliğindeki dünyayı alt üst etmiş albümleri tamamen bir kenara bırakıyorum. üyelerin ayrı ayrı yaptıkları projeler bile "enstruman çalamayan mıymıy grup" diyen arkadaşların müzik dediği saniyede 19 nota basan virtüözleri dövebilir.

ünlü düşünür ne demiş? sevmiyorsan da saygı duyacaksın... en olmadı gidip kendine düzgün bir çift kulak al, parası neyse aramızda toplayıp verelim :))))
52 favorites - -
Next (2) - Last Page (180)