pitch black progress

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

yeni (ikinci) scar symmetry albümü.
0 favorites - -
kurban olunası bir gitar sound'una sahip, ilk albümden daha iyi gibi gözüken, daha ilk dinlemelerde çok iyi olduğunu belli eden bir albüm. meshuggah başlayan bir şarkı birden soilwork'e, oradan dream theater'a, oradan dillinger'a, hatta utanmayıp nightingale'e bile dönebiliyor. isveç'in en iyi davulcularından birini barındıran (referans: theory in practice) bu proje grubunun daha da büyüyeceğini apaçık gösteren bir albüm.
0 favorites - -
yilin en iyileri arasina girecegi kesin olan olaganustu bir album. soilwork, meshuggah, nightingale, strapping young lad, in flames, opeth, lamb of god dream theater, arch enemy hepsi birlesip bir album yapmislar gibi. tek bir siradan sarki yok ve her muzisyen ayri ayri parliyor. davul ve gitar kusursuz diye dusunurken, bu albumle birlikte adini cok daha fazla duyuracak olan ve hem clean hem de cok farkli brutal vokal turlerini muhtesem bir bicimde yapan vokalist resmem aklinizi aliyor. bastan sona yaraticilik akan, basyapitliga goz kirpan bir album.
0 favorites - -
ilk izlenimlerim sonucunda şunu söylemem gerekir: fazlasıyla stabbing the drama (bkz: soilwork) kokan bir albüm. vokalist düz vokallerde oldukça iyi ancak brütal vokaller fazlasıyla rahatsız etti beni. nerde anders'in çığlıkları ve nerede speed diyorum vokalleri duydukça.
albümün çok önemli bir artısı davulcudur, gerçekten de tekdüzelikten tamamıyla uzak bir ritm anlayışı var. ama fanatiklikten olsa gerek daniel (bkz: daniel svensson) her daim daha enerjik gelecektir bana. müzisyenlik iyi ama hala bir soilwork'un düzenlemelerini, dark tranquillity'nin yarattığı etkiyi, in flames'in enerjisini bulamıyorum albümde.
0 favorites - -
işte uzun zamandan beri beni en çok şaşırtan albüm. sadece şubat’ın son haftasında yaklaşık yetmiş kez dinlediğim (günde on kez evet) bu albüm, melodik, modern, teknik, kolay dinlenen, eşlik edilebilir ama her anından yaratıcılık akan bir death metalin hala yapılabileceğinin en güzel kanıtı. death metal dememe bakmayın. özünde çok daha fazla şey barındırıyor “pitch black progress”.

öncelikle bahsedilmesi gereken şey, “pitch black progress”in gözümde türünün klasikleri arasına girecek düzeyde bir albüm olduğu. isveç death metali adına kesinlikle bir gurur tablosu olduğunu düşündüğüm çalışmada, tek bir boş şarkı yok. her şarkı bir şekilde öne çıkmayı başarıyor. ya olağanüstü bir vokal melodisi (ki bunu boşuna söylemiyorum, gerçekten de vokallere tam anlamıyla aşık oldum), ya insanın içini delip geçen bir solo, ya da birden değişip bambaşka yönlere kayan beste yapıları.

yorumlamaya başlamadan önce, albümün bir şekilde hem çok varyasyonlu, hem de başka grupları anımsatan bölümlere sahip olduğunu, ama scar symmetry’nin bir şekilde bunu hiç hisettirmeden mükemmel bir sentez haline getirip bu tür adına adeta kusursuzluğa ulaştırdığını söylemek gerekiyor.

grubun kadrosuna bakınca önemli isimlerle karşılaşıyoruz. her ne kadar önceden duymadıysam da, duyar duymaz adını ezberlediğim vokalist christian alvestam (unmoored, incapacity, torchbearer) tek kelimeyle insan üstü bir performans sergilemiş. sanırsınız dan swanö, mikael akerfeldt ve björn “speed” strid gelmiş clean’leri söylemiş, ardından yine mikael akerfeldt, angela gossow, hatta zaman zaman jason netherton (eski-dying fetus, misery index) gelip brutalleri döşemiş gibi. saygıyla eğiliyorum bu performans ve yetenek karşısında. gitarlarda centinex ve carnal forge’dan jonas kjellgren ve altered aeon’dan per nilsson, basta kenneth seil, davulda ise favori davulcularımdan olan ve taptığım, ölüp bittiğim theory in practice’te ve mutant’ta harikalar yaratan henrik ohlsson var.

uzun süredir yapmadığım bir şeyi yapıp albümü şarkı şarkı “kısaca” açıklamak istiyorum; zira dediğim gibi, ilk saniyeden itibaren beni şoka sokmuş bir albüm var karşımda. eğer albüme sahipseniz, bahsedeceğim dakika ve saniyelere bakarak neden bahsettiğimi daha rahat anlayabilirsiniz.

albüm “the illusionist” ile açılıyor. sanki bir soilwork albümü başlarmışçasına hoş bir melodi ve ardından geren yırtıcı gitarlar ile başlayan şarkı, bu gitarlar üstünde dans eden ve şaşırtıcı bir uyum gösteren clean ve brutal vokallerin etkileyiciliği sayesinde ilk anda dinleyiciyi esir alıyor. albüm ilk atıfını da 2.33’te giren meshuggah-ımsı geçişle yapıyor. tüm nakaratları “figure number five” hariç herhangi bir soilwork albümündeki nakaratlarla yarışabilecek düzeyde olan albümün ilk nakaratı da, albümdeki bu üstün nakarat gerçeğini hemen kulaklarımıza sokuyor. benim için şarkının en güzel kısmıysa, 3.49’da giren ve şarkının kapanış bölümünü başlatan o muhteşem vokal bölümü. normal devam eden nakaratın üstüne aynı nakaratı haykırarak söyleyen alvestam, resmen tüyleri ürpertiyor. “the illusionist kidding everyone!” çığlığı ve kükreyen bir brutalle şarkı sona eriyor. bu şarkıya mart ayının sonunda sırbistan’da bir klip çekileceğini de hatırlatalım.

ikinci sıraya geldiğimizde “slaves to the subliminal” çıkıyor karşımıza. nefis bir riff’le giren şarkı, 0-13-0.25 arasında adeta şarj oluyor ve bu saniyede olaya giren davul ile resmen kafanızı kopartmanız için sizi zorluyor. “stabbing the drama”daki tüm nakaratların toplamından daha güzel bir nakarat ve yine kafa kopartan verse bölümüyle şarkının ne kadar güçlü olduğunu hemen fark ediyorsunuz. albümün en sağlam sololarından birini barındıran bu şarkının kapanışı da ilk şarkı gibi yürek hoplatıyor. ohlsson’un 4.33’te çift krosa geçmesi, herkesi bilmem ama beni coşturmaya yetiyor.

sırada “mind machine” var. bu şarkı apaçık soilwork gibi başlıyor. hatta genel iskeleti az da olsa “stabbing the drama”dan “nerve”ü anımsattı diyebilirim (özellikle kros partisyonu bakımından). ağır ağır ilerleyen parça nakarata ulaştığında, “bu adamlar nasıl böyle nakarat yazabiliyor?” şeklindeki yıllardır kafamızı kurcalayan şaşkınlığımız yine karşımıza çıkıyor. ancak daha bu soruya cevap aramaya başlayamadan 2.51’deki vokal melodisi geliyor ve ben artık masamı dişlemeye başlıyorum. adamın sesi resmen acı çektiriyor ve haykırmamak için kendimi zor tutuyorum. bu vokal arkasındaki gitar riff’ine ise diyecek bir şey bulamıyorum. ama durayım hele. daha ne gördüm ki?

dördüncü sırada, albümle aynı adı paylaşan kapkara bir gelişimle karşılaşıyoruz. kapkara mı bilmem ama, ortada büyük bir gelişim olduğu açık. bu şarkının insanı “ben neden brutal vokal yapamıyorum” diye üzecek düzeyde hayvan olan “into pitch black progress, into dead end process; into pitch black progress, no more loveless” nakaratı, adeta dinleyiciyi yorgun bırakıyor. iki farklı brutal vokal tekniği benimseyen vokalin verse’lerde kullandığı ve biraz angela gossow’u anımsatan daha ince brutali ile, nakaratlarda ortaya çıkıp kafa göz yaran akerfeldt-vari vokali muhteşem brutal düetlerine sahne oluyor. tadına doyum olmuyor.

“calculate the apocalypse” yine haftalardır dilimden düşmeyen nakarat melodisi ve enerjik yapısı ile, soilwork’ün daha bir serti olarak özetlenebilecek bir parça. staccato riffler ve çılgın bir davul performansına sahne olan şarkının en sevdiğim kısmı, ilk olarak 1.51-2.00 arasında duyulan ve sonradan da tekrarlanan melodi. oldukça aksak riff’lere sahne olan bu parçada da, artık albümde default haline gelmiş olan dehşet sololardan biri var. on üç şarkı ve her anı yaratıcılık kokan yirmi beş-otuz arası solo.

“dreaming 24/7” clean/distortion geçişli verse’ü, duyulduğu anda akla kazınmaması imkansız olan nakaratı ve kanımca albümün en iyisi olan solosuyla yine müthiş bir parça. özellikle solonun 2.24-2.40 arasında sanki bir dream theater şarkısı dinliyormuş gibi hissediyorsunuz.

“abstracted”da “bu grubun kaç vokalisti var?” sorusu tekrar gündeme geliyor. angela gossow tarzı yırtıcı brutallerin öne çıktığı verse’ler, akerfeldt’in kükrediği nakaratlar ve speed’in clean’leri yine iş başında. tek fark, hepsini aynı kişinin yapıyor oluşu.

sırada “the kaleidoscopic god” var. şimdiye kadarki tüm şarkılar 3.30-5.00 dakika arasındayken, bu şarkı 7.09’luk süresiyle albümün en uzun şarkısı. şarkıyı parçalara ayırıp incelersek, iki bölümle karşılaşıyoruz. ilki 3.30’a kadar olan bölüm. bu kısımda gayet düz bir verse, “as above so below” şeklindeki delişmen bridge, güzel bir nakarat ve sürüm sürüm süründüren bir solo var. solonun ardından, 3.10’da giren brutaller artık yorgun düşüren bir güçle ilk kısmı kapatıyorlar ve 3.30’dan 4.12’ye kadar klavyeler sanki bir tiyatro perdesini aralıyorlar; sonra ikinci kısım başlıyor. bu andan 5.43’e kadar gerçekten de ziyafet diyebileceğim düzeyde bir müzik var. riff’ler, sololar havalarda uçuşuyor. sert death metal riff’lerinden hard rock’a kadar, sanki bir panayır var. 5.43’te ohlsson’un trampete iki kez vurması ve çift krosa girmesi, arkada devam eden “cıgıcıgı” gitarlar, o enfes klavye melodisi… anlatılmaz yaşanır.

bir sonraki “retaliator”dayız. bu şarkının nakaratı kadar konserlik bir nakarat az görülür. duyar duymaz ezberlenilen ve sonraki dinlemelerde eşlik edilmeden durulamayan bir melodisi var. yine üç, hatta bazen dört farklı vokal tarzının düetine tanık oluyor ve boş boş bakmaktan başka bir şey yapamıyoruz. artık sololardan bahsetmiyorum, onların hepsini kusursuz olarak düşünebilirsiniz. solo sonrası 2.25’te giren bölüm ve 2.40’taki ikinci soloya geçiş yapılan o on beş saniyelik bölümde bile grup resmen yeni bir şarkı çıkartıyor ve insanın aklında hep aynı kelime belirmeye devam ediyor; hem de büyük harflerle: yetenek. ancak bu durum fazla uzun sürmüyor ve 3.05-3.17 arasındaki üçüncü solo ile artık resmen paralize oluyorsunuz ve aklınıza başka bir şey gelmiyor. buna kulak orgazmı mı dersiniz, ne derseniz deyin.

onuncu şarkı, “oscilliation point”. 0.31’de giren ve hard rock kokan bir vokal melodisiyle açılan şarkı, brutallerin girmesiyle daha da güçleniyor ve yine aynı şey oluyor; nakarat giriyor ve biz yine yerimize oturuyoruz. şarkı devam ediyor ve 2.55’e geliyor. işte burada ben de resmen adrenalin salgılamaya başlıyorum. sadece on beş saniye süren “burning.. i am burning with frustration” bölümü bile, insanın içinden çıkartmak isteyip de çıkartamadığı duygular silsilesine bir yenisini daha ekliyor.

bir sonraki parça “the path of least resistance”, verse’te kullanılan önemli bir ayrıntıyla karakter kazanan bir şarkı. bildiğiniz gibi uçlar her zaman birbirlerini öne çıkarırlar. mat bir ton üzerindeki çok parlak renkler, veya yumuşak bir kadın sesinin üstüne kükreyen brutal vokaller gibi. bu şarkının verse kısımlarında da aynı mantık var. aslında gayet basit olan ama çok fazla ses içeren gitarların altına konan son derece düz davullar, bu şarkının bu basit ama çok sesli gitar riff’i ile hatırlanmasını sağlayacak kadar etkili olmuş. aslında sadece tek bir perdeden çalınan basit bir alternate picking söz konusu ancak davulların basitliği bu alelade gitar riff’ini bile farklı bir şeymiş gibi göstermeye yetmiş. 1.14’te giren nakaratta da aynı durum söz konusu. tertemiz, pamuk gibi clean vokaller ve arkada hırıldayan brutaller, son derece etkileyici bir bileşim oluşturmuş.

on ikinci parça “carved in stone” hoş bir klavye melodisi ile açılıyor ve 1.15’te giren “i could never believe..” nakaratıyla öne çıkan, biraz düz devam eden yapısı nedeniyle albümün hit’lerinden biri olmasa da “enerjik bir çalışma”. basit ama güzel bir solosu ve her zamanki gibi pamuk gibi clean vokal bölümleri var.

son parça “deviate from the form” verse’teki dur kalklı tuhaf gitarları, vokalin muhteşem clean brutal geçişleri ve mükemmel nakaratı ile öne çıkıyor. nakaratı dinlerken iyi ki vokale tuhaf bilgisayar efektleri katılmamış diyorsunuz, zira alvestam’ın sesi bu tarz bulandırma efektlerine oldukça elverişli, tertemiz bir ses. bu şarkıyla ilgili en çok dikkat çeken unsur ise tabii ki çok yüksek oranda steve vai etkilenimi barındıran ilk solo. tam vai tarzı oyunlar barındıran oldukça hoş bir solo. aynı şekilde 3.58’de giren solo da aynı vai tadını, daha da fazlasıyla veren çok tatlı bir şey. bu şarkı albümdeki en pozitif ve umut hissi taşıyan parça ve kapanış için de gayet uygun olmuş. parçanın sonunda tapping yapan çift gitarların fade-out’uyla, albüm de -maalesef- sona eriyor

evet, yazının sonuna geldik sayılır. yazı biraz uzun gelmiş olabilir; hatta hayatımda yazdığım en uzun kritik de bu diyebilirim. ama bu albüme böyle bir kritik yazmazsam rahat edemezdim. bunun sebeplerini de özetleyip yazıyı bitirelim.

ilk olarak albümde sertlik-yumuşaklık dozu adeta ders olarak okutulucak kadar iyi ayarlanmış. albümde oldukça fazla clean ve melodik vokal olmasına, tüm nakaratlar duyulur duyulmaz beyne kazınmasına rağmen, “pitch black progress” bir death metal albümü. yer yer olabildiğince sert, yer yer aşırı derecede duygulu, ama her anında yüksek müzikaliteyi hissettiren bir albüm. bunun yanında albümde en üst düzeyde bir müzisyenlik var. gitaristler her riff’ten, her solodan işi bildiklerini, enstrumanlarına hakim olduklarını gösteriyorlar. davulda zaten isveç’in en iyi davulcularından biri olarak gösterilen bir davulcu var. müziğin gerektirdiği ölçüde kendini göstermiş, theory in practice’teki manyaklıklarını yapmamış belki, ama bu müziğe en iyi uyan davulları yazarak her şarkıda karakterini bir şekilde belli etmeyi bilmiş. vokallere zaten diyecek bir sözüm yok. albümün orijinalini bulduğum anda almayı düşünüyorum ve eğer albüm kitapçığında tüm bu vokalleri aynı kişinin yaptığını görürsem, bundan böyle benim için yeni bir vokal tanrısı daha olacak. hepsi onun ya da değil; sonuçta albümde “kusursuz” bir vokal performansı var.

ikincisi isveç death metali albümlerinde pek rastlanmayacak kadar uzun bir süresi var albümün. bir saatlik bir albümün baştan sona hiçbir eksi puan barındırmaması, önemli bir şey. üçüncüsü ve belki de en önemlisi, adamlardaki yetenek. bunu şöyle tarif edebilirim. bildiğiniz gibi popüler müzik, sadece vokallere odaklı bir müziktir. televizyonu açtığınızda karşınıza çıkan müzikler, en çok satan albümler, en çok çalınan şarkılar, insanların kolay eşlik edebileceği, hemen akla kazınan vokal melodileriyle doludur. bu adamların yazdığı vokal melodilerini görünce, adamlar para kazanmak isteseler ve pop müzik yapsalar, şu an bilinen tüm o boyband’lerin, yakışıklı oğlanların, güzel kızların söylediği –profesyonel besteciler tarafından yazılmış- şarkıların çok daha çekicilerini yapabilirler diye düşünüyorsunuz. bu nakaratlar popüler müziğe uyarlansalar, emin olun ki deliler gibi satarlar. ama işte grup olayın sert yanıyla bu bahsettiğim durumu öyle bir kaynaştırıyor ki, size sadece müziğin keyfini çıkarmak kalıyor.

“pitch black progress” ile ilgili en ufak bir eksiklik –hatta sıradanlık- bulamadım. dinledikçe dinleyesim geliyor. bu yüzden de tam puan vermekten başka yapabileceğim bir şey yok. scar symmetry mikro anlamda 2006’nın en iyi albümlerinden birine, makro anlamda da melodik death metal adına bir başyapıta imza atmış.

geçen sene “this godless endeavor”dan sonra dinlediğim en iyi albüm “character”dı. ama bu albüm iki ay erken çıkmış olsaydı, sanırım ikinci sırayı bir kez daha düşünmem gerekecekti.

kusursuzluk.
0 favorites - -
herhalde son dönemlerde çıkan en "katmanlı" death metal albümü.
0 favorites - -
çok güzel melodilerin üzerine "bence" korkunç bir clean vokal ve ortalama brutallarla üretilmiş albüm. scar symmetry ilk albümde de soilwork'e pek uzak değildi ama soilwork'e dönen gruplardan artık gına gelmeye başladı (soilwork'ün kendisi ile birlikte). kocaman bir "şu piyasaya kazandırdığınız vokal ve nakarat anlayışının ta mına koyyim" demek istiyorum burdan soilwork'e artık, hayvan gibi altyapısı olan bir albümün dinleme kapasitesini mahvettiği için.

yapılmış en başarılı "teknik soilwork benzeri" albümüdür ama bana kalırsa ne melodik death'in ne de grubun izlemesi gereken yol bu.

not olaraktan da christian alvestam'ı bir de unmoored'da dinleyin, derim ben.
0 favorites - -
başlangıcından sonuna her notası ile mükemmele doğru uzanan spiral yollar. bu adamların amerikan piyasasına küt diye düşmelerini sağlayacak bir albüm olduğunu düşünürken, kısmetsizlik midir? yoksa zamanının gelmemesi midir? şirketin ilgilenmemesi midir? ne olduğunu tam bilemeden bu mükemmel yapıt bu adamların çalışmaları arasında asılı kalıyor. albümü inanılmaz kılan, her notasında sanki yüzlerce kişi ve prodüktör tarafından tasarlanmış gibi arka arkaya mükemmelliği ifade etmesi. bu kadar mı kusursuz olur? vocaller hele o vocaller... bu kadar inanılmaz bir iş hakkında entry i yazarken şunu farkettim, daha fazla şey yazılamaz. onu oraya kendi haline bırakıp sadece keyif almak gerekiyor. tek kelime ile mükemmel.
0 favorites - -
the kaleidoscopic god, melodik death metal janrındaki en acaip parçalardan biridir. adının sanının pek duyulmamış olması beni şaşırttı. çünkü, senfonik ögeler, arka arkaya yağdırılan sololar, ardından parçanın klasik heavy metal tonlarına geçmesi ve pentatonik benzeri bir solodan sonra özüne geri dönmesi gibi pek çok hareket, bu şarkıyı koskoca pitch black progress albümünün de özeti haline getiriyor.

kısacası, bu albümün nasıl bir kalitede olduğunu merak ediyorsanız şunu dinleyiverin, anlayacaksınız.
0 favorites - -