samimi düşünceleri şöyle;
osmanlı'nın çöküş döneminde ülkenin dört bir yanı
avrupalı yayılmacı güçlerle işgal edilmişken
kurtuluş savaşı'nı kazanmak ve
lozan antlaşması'nı imzala(t)mak kesinlikle bir başarıdır. hele
montrö boğazlar sözleşmesi ve
hatay'ın anavatana katılması da eklenirse,
atatürk dönemi tartışmasız dış politikada en başarılı olduğumuz dönemdir denilebilir.
atatürk'e laf eden (eleştiri değil hasmane tutumu kastediyorum) zaten bence ya
türk düşmanı, ya da aptaldır.
fakat
ulus-devletler çağının yaşanacağı 20. yüzyıl için çok doğru bir yaklaşımı olan
lozan'ın iç politikadaki uygulamaları, gelinen noktada
ulus-devletlerin yaşadığı veya yaşamak zorunda kaldığı dönüşümler de düşünülürse artık birçok soruna çare olmamaktadır. açık konuşmak gerekirse,
lozan'ın görmezden geldiği
kürtler, yıllar içerisinde dillerini oluşturmuş ve milli bilinçlerini kazanmış uluslaşma yolundaki bir halk haline gelmişlerdir. bu saatten sonra ya güç politikaları ile bu halkın istekleri kısıtlanabilir, ya da özgürlük ve imkânlar sağlayarak gönülleri yapılır.
ulus-devlet anlayışındaki
ingiltere, hatta bunun sert örneği
fransa'da bile yapılan reformlar düşünülürse (
ingiltere'de
iskoçya,
galler ve
kuzey irlanda'nın ayrı meclisleri var,
fransa'da da etnik grupların kültürel ve
ana dilde eğitim hakları bulunuyor ve yerel yönetimler son yıllarda güçlendirilmiştir),
türkiye'nin
lozan'daki sistemle sadece
gayrimüslimleri
azınlık kabul edip
kürtleri yok sayan yaklaşımının halkta (
kürtlerde) ve dünyada kabul görmesi bence artık mümkün değildir. bu bağlamda ilerleyen yıllarda şu seçenekler karşımıza çıkacaktır:
- laik, aşırı milliyetçi ve baskıcı bir rejimle ve ordu kontrolünde
kürtlere
asimilasyon ve
türkleştirme politikaları uygulamak (ki
15 temmuz sonrası bence bu ihtimalin uygulanma şansı kalmadı),
-
avrupa tipi bir
demokrasiye dönüşmek ve
kürtlere bölünmeye kapalı kalıcı bir
özerklik sağlamak (ki ekonomik koşullar ve
güvenlik bürokrasisi buna pek izin vermiyor),
- yine
avrupa tipi bir
demokraside olacak şekilde
anayasal vatandaşlık kimliğini (
türkiyelilik) geliştirmek (ki
türk milliyetçileri bunu istemez),
- daha
islami ve
bölgesel güç motivasyonu olan yeni tür bir rejimle
kürt sorunu'nu kültürel haklar ve
yerinden yönetim uygulamaları ile çözmeye çalışmak (ki
bölgesel güç vizyonu olursa
güvenlik bürokrasisini demokratik kültürel açılımlar konusunda ikna etmek daha mümkün olabilir),
-
iç savaş yaşamak ve belki de bölünmek.
elbette basitleştirerek anlatıyorum ama bu saatten sonra ne
kürtler türklüğü kabul eder, ne de
türk devleti eski tip
uluslaştırma politikalarına yönelir. o halde ya
avrupa tipi bir
demokrasiye dönüşecek ve
kürtlere bölünmeye kapalı bir
özerklik vaat ederek veya
anayasal vatandaşlık kimliğini oluşturarak bu sorunu çözeceğiz, ya da devletin sistemi ve yapısını daha
islami bir üst kimliğe ve
bölgesel güç motivasyonuna dayandırarak farklı bir devlet yönetimi kuracağız.
bunlar yaşanacak ve şimdiden doğru planlama yapılmalı.