çalışanın görev tanımında yazılı olmayan, ama sabah sekiz akşam altı şeklinde on saatini işyerinde geçiren insanların sözleşmiş gibi kabul ettiği ödevidir. işyerinde geçirilen süre ilerleyip bir müddet sonra hiç bir ortak payda keşfetmeyi becerememiş -belki rekabetten
*, belki yoğunluktan
* kim bilir- iletişim özürlü insanların anlaşabildiği, yaparken ağızlarının sularının aktığı yegane zaman öldürme taktiğidir. kurnazlığı sayesinde yoğunum,meşgulüm ayağına yatıp solitaire oynamaktan canı sıkılıp en sevdiği
* kankasının yanına gidip öteki berikini çekiştirmek bu gibilerin asli görevidir.
tabii bunlardan sadece ofis çalışanlarına pay çıkarmamak lazım, her işletmenin efendin ne bileyim paretolarla, problem çözme teknikleri ile aşılamayacak kronik sorunu bu belki de. imalathane de bile çalışsa, yüzüne güldüğü iş arkadaşının dedikodusunu yapan işçi - formen modelleri de mevcut. yüz desibel gürültülü ortamda, elli derece sıcakta bile çalışsa ağzından tükürükler saçarak iki adam ötesindeki arkadaşının karısının bile dedikodusunu yapacak kadar çirkefleşmek, cahilliğine de eğitimsizliğine de verseniz yine de bir insanın düşebileceği en alçak seviye belki de. gerçi eğitimle ilgisi de yok çok fazla, görgü bir yerde, ya da kendine saygı sahibi olmak en azından.
dışarıdan birisi olarak ya da yeni yetme bir çalışan olarak, bir işyerinde çalışma ortamının ne derece huzurlu, ne derece yüksek motivasyonlu olduğunu anlamanın pek bir yolu yok aslında. şansım ve belki de bir miktar işim gereği pek çok işletme görme imkanım oldu, ki şu ana kadar çalıştığım işyerinde farkedene kadar başka gittiğim hiç bir işletmede, hiç bir iş güvenliği ve işçi sağlığı maksatlı bir tabela bu kadar dikkatimi celbetmemişti. baretini tak, gözlüğünü kullan, yük kaldırırken ağırlığı eşit dağıt ve benzeri gibi bilindik uyarıların arasında, pek göze çarpmamaya çalışan, ortamın sıcaklığı ve tozu nedeniyle daha da siyahlaşmış zemine, artık solmuş beyaz harflerle yazılmış bir tabelayı görüp okuyana değin tabii ki.
"
asla dedikoduya vasıta olmayınız"
ilk zamanlar gerçekten ilgimi bile çekmemişti çok fazla, dikkat etmemiştim, her şey güzel görünüyordu. insanlar dostça ve nazik görünüyordu, tabii ki cicim ayları geçene, insanlarla iş konularında karşı karşıya gelmeye başlayana kadar. malum çalışmak; aç kalmamak için yapılan zorunlu bir eylem kapitalist sistemde, ancak; vahşiliğin açığa çıkması ve iş dışında sosyal hayata sahip olmamak neticesinde kontrolü kaybederek aç kalmama güdüsünden de öte, bu mecburi isteğin aç gözlülüğe dönüşmesi neticesinde dedikodu silahı ortaya çıkıyor. insanlar birbirlerini çekiştirmeye başlıyor. işte o cicim aylarından sonra farkettim bu tabelanın diğer uyarı levhaları arasında tozlanmış dahi olsa ışıl ışıl parlamakta olduğunu insanlar birbirleri arkasından atıp tutarlarken bana karşı anlatıp. keza, şöyle bir detaya da girmek lazım burada belki; dedikodu yapan - yapmayı seven insanın konuşmak anlatmak için kimi seçeceği tamamen şartlar neticesinde belirleniyor, ya sizden zarar gelmeyeceğini düşünüyor, ya da sizin dolaylı olarak o lafı muhattabına taşıyacağınızı ümit ediyor.
genel olarak bakıldığında ise yaygın kanı hemen hemen doğru; erkeğin dedikoducusu daha fena, kalp kırmak falan değil direk kafa göz kırmaya kadar varan hadiseler cereyan edebiliyor. kadınlar da ise anlayabildiğim kadarı ile daha sakin ama daha sinsice sanki, yine de pek emin olamıyorum. bir de görebildiğim kadarıyla kalite departmanlarında çalışanlar işletmelerde genelde bunun bayraktarlığını yapıyorlar. her bölüm ile kısmen de olsa iletişimde olmalarından dolayı "laf taşıma" hadisesi polenlerin yayılması misali bunlar sayesinde gerçekleşiyor gibi.
*ek olarak: naçizane tesbitim bu yönde, herhangi bir kavga dövüş neticesinde de yazılmadı bu entry, sözlükçülerin aslında demek istediklerine girmeyelim sonra
*.