12 haziran 2012'de yayınlanmıştır. izleme alternatifleri için
buradan buyurun
---
spoiler ---
öncelikle yapımcıları (bkz:
james swirsky)(bkz:
lisanne pajot) tebrik etmek istiyorum zira konusunda bir ilk olmasına rağmen oldukça iyi bir iş çıkartmışlar. çekimleri sade ve güzel olmuş, müzikler güzel, sunum hoş, yani yapım olarak izlemesi keyifli bir yapım olmuş.
içerik olarak ise belgesellerin doğası gereği herkese hitap edecek birşey değil. oyun geliştirme alanıyla ilgiliseniz -özellikle bağımsız oyun geliştirme- ve belgeselde konu edilen üç oyunu takip etmiş ve oynamışsanız (bkz:
super meat boy)(bkz:
fez)(bkz:
braid) ilginizi çekecektir. belgeselde odaklanılan asıl mesele bağımsız oyunlar ile geliştiricileri arasındaki bağ olmuş. geliştiricilerin oyunlarına yükledikleri anlamlar, yapım aşamasındaki ve oyunlar piyasaya çıktığı zamanki ruh halleri yansıtılmış.
belgeselde en çok yer smb
*'ye ayrılmış. oyunun yapım aşamasından, piyasaya çıkışının ilk zamanlarına kadar olan süreç anlatılmış. ve ne yazık ki benim açımdan izlemesi en sıkıcı kısımlar smb kısımlarıydı. bir kere smb'nin yapımcıları çok itici, ben adamlara gıcık oldum. resmen iki ergen kafadarın oyun yapma macerası gibi olmuş. gereksiz duygusallıklar, bu oyuna hayatımızı verdik o olmazsa yaşamanın anlamı yok tarzı düşünceler, antisosyallik üzerinden edebiyat yapmalar, sonra efendime söyliyim biz bağımsız geliştiriciyiz ea'de, epic'de çalışamayız havaları falan -tamam herkesin çalışabilme tarzı kendine hastır, kimisi öyle büyük şirketlerde çalışamaz anlarım ama arkadaşların takındığı hava; biz sanatçı ruhlu adamlarız, marjinaliz öyle işlere gelemeyiz tarzı ucuzluklar olunca benim gözümden düştüler direk- genel olarak söylemem gerekirse belgeselde bu arkadaşların oyun yapım süreçlerine tanık olmak bana hiçbirşey katmadı.
fez'in yapımcısı (bkz:
phil fish) ise epeyce uzun süren projesi sayesinde meşhur bir adam sayılır. belgesel tamamlandığında oyunu piyasaya sürememişti anladığım kadarıyla nisan ortalarında o da oyunun tamamlayıp xbla'da çıkarttı. phil'de bir takım sıkıntıları olan bir arkadaş. belgeselde de bazı sahnelerde ergenimsi hareketleriyle beni uyuz etmeyi başardı.
arkadaşın kitlendiği nokta ise oyuncularla arasındaki ilişki olmuş. bağımsız yapımcı olmak demek, size ne arkadaş oyun benim çıkarırım çıkarmam demek olmamalı. eğer bir yapımcı oyunculardan oyununa ilgi göstermesini bekliyor, bunun için fuarlara katılıyor, moda tabirle fan olmalarını istiyorsa o zaman o kitleye karşı bazı sorumlulukları var demektir. çoğu bağımsız yapımcı, ben bu oyunu kendim için yapıyorum başkası için değil der ama bu çok boş bir laf. istisnasız tüm oyunlar oyuncuların oynaması için yapılmıştır. oyunların var olma sebebi oyunculardır. hal böyle olunca oyunculara heyecan verici bir oyun fikrim var diye gösterip sonra insanlar bu oyun neden çıkmadı hala diye sızlandıklarında size ne lan oyun benim demeniz pek etik bir hareket olmuyor.
phil'i bunalımlarıyla baş başa bırakırsak belgeselde fez'in sıkıntılı yapım süreçlerini izlemek güzeldi. özellikle oyunun pax'da gösteriminin konu edildiği kısımlar belgeselin en keyifli yerleriydi. çok güzel sahneler yakalanmış, izleyiciyi bağlayan bir kısım olmuş. sonuç olarak belgeselde fez'in olduğu kısımlar benim için biraz daha ilgi çekici kısımlar olmayı başardı.
belgeselde konu edilen son oyun ise birçok yönüyle efsaneleşen, benimde en güzel oyunlar listemde yukarılarda bulunan braid. oyunun yapımcısı ise oldukça enteresan bir kişilik olan jonathan blow`:oyunun hem programlama hem de dizayn kısmını üstlenmiştir`.
blow oldukça popüler bir arkadaş. kendisi ile ilgili uzunca bir yazıya
şuradan ulaşabilirsiniz, okumanızı tavsiye ederim. bu abimiz oyun dünyasında manevi anlamda daha dolu oyunlar olması gerektiğini, yapılan çoğu oyunun içi boş yazılımlar olduğunu düşünüyor. bu konuda kendisine kısmen katılıyorum ama savunduğu bazı şeyler gerçekten saçma. kendisi mühendis olmasına rağmen -computer science mezunu- bilgisayar oyunlarında üst seviye mühendisliğin gereksiz olduğunu düşünüyor, oyunu çalıştıracak kod olsun yeter diyor. veri yapılarına, sağlam algoritmalara pek prim vermiyor. tabii bu düşüncesine destek verenler de var ama ben tartışmaya açılmasını bile gereksiz buluyorum.
tabii blow'u böyle düşündüğü için yargılayamayız, zira blow'u itici yapan şey düşünceleri değil onları dile getirme şekli. bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama bu adamda garip bir kendini beğenmişlik, bir kasıntılık var. buna braid'in başarısından aldığı gaz da diyebiliriz belki. savunduğu şeyleri en doğruyu ben bilirim edasıyla savunuyor, kendisini bir sanatıçı olarak görüyor. hatta abartıp insanların ne tarz oyunlar oynaması gerektiğini belirlemek istiyor gibi. halbuki böyle şeylere hiç gerek yok. yapımcılar oyunlarını yapar, oynamak isteyen oynar istemeyen oynamaz. bu olaya çok derin anlamlar yüklemenin gereksiz olduğu kanaatindeyim. aslında bu sorun biraz da oyun sektörünün bugünkü durumundan kaynaklanıyor. bu konuda sinema sektöründen öğrenilecek çok fazla şey var, sinema sektörünün aksıne oyun sektörü hala tek bir bütün halinde. aaa, indie gibi bölümlere ayrılmış gibi görünsede herkes ortak bir pastadan pay almaya çalışıyor. bunun sonucunda da böyle sıkıntılar ortaya çıkıyor. bugün nuri bilge ceylan gidip michael bay filmlerini eleştirse ne kadar saçma bir hareket olur değil mi, blow'un yaptığı da öyle birşey. ama bu zamanla oturacak kültür, o yüzden blow çok üzmesin kendini.
ben blow'un belgeselde olacağını duyunca sevinmiştim çünkü kendisinin oyun sektörü içinde güzel bir çeşni olduğunu düşünüyorum. ama diğerlerine nazaran daha az yer ayrılmış keşke biraz daha konuşsaydı. belgeselde içi dolu cümleler kuran tek adam blow'du, o bakımdan blow'un olduğu kısımları ilgiyle izledim. düşüncülerini dinlemek zevkli oluyor. ama belgeselde de yine gereksiz şeylere takılmış kendisi. insanların yaptığı oyunu anlamamasından yakınmış, hayır ne bekliyordu ki? braid'i oynayan herkesin el ele tutuşup aşkın sevginin gerçek değerini bize hatırlattın blow üstad diyip kırlarda koşacağını falan mı düşündü acaba? tamam işte insanlar sevdi oyununu, güzel vakit geçirdiler ama o kadar. nedir bu toplum beni anlamadı tripleri? blow'da ergenleşme sıkıntısından kurtulamıyor ne yazık ki.
toparlayacak olursak indie game the movie güzel bir belgesel. hedef kitle olarak 20 yaş altı kitleyi hedef alıyormuş gibi geldi bana, o yüzden beklentinizi fazla yüksek tutmamanızda yarar var.
---
spoiler ---