efendim, pek zat-i muhterem ömer ferid kam, milli sairimiz olan mehmet akif´in tabiri ile mütebahhir, bir zat idi. 1864 istanbul beylerbeyi dogumludur. doktor olan babasinin istegi üzerine tib fakültesine* yazilir. aradan gecen zamanla bu meslekten hoslanmadigi anlayan hazret tibbiyeyi yarida birakip hukuk fakültesine* girer. babasinin ölümü ile buradan da ayrilmak zorunda kalir. okumaya büyük istiyak duydugu icin kendisini özel hocalarin dizinin dibinde bulur. cok özel hocalardan arapca, farsca, eski türkce, fransizca dersleri alir. sonralari ilmle daha da hasir nesir olup önemli alimlerde derslerine devam eder. eskilerin elsine-i selase dedikleri türkce´yi arapca´yi ve farsca´yi mükemmel bir sekidle ögrenip fransizcasini da mükemmel bir seviyeye ulastirdiktan sonra hazretin yolu acilmaya baslar. ayni dönemlerde cami derslerine devam eder. 1905 yilinda mustafa asim efendiden icazetname* alir. hariciye naziri tercüme odasinda ise baslar sonra beylerbeyi rüsdiyesinede fransizca dersleri verir. medeni nisani alir, iran hükümeti tarafindan ödüllendirilir. bir süre sonra darülfünun türk edebiyati müderrisligine atanir. süleymaniye medresesinde umumi felsefe tarihi okuttuktan sonra darü´l hikmetü´l islamiye´ye atanir. sonra serh-i metün* olarak tekrar üniversiteye döner. sonra ankara tetkikat ve telifat-i islamiye de vazife alir. 1924 te tekrar darülfünun´da iran edebiyati tarihi dersleri verir. darülfünun´un lagvedilmesi üzerine görev disi kalir ve bu olay üzerine su dörtlügü kaleme alir..
"eger matlub ise tekmil-i zillet
hemen tahsil-i ilme eyle gayret
kovulduk akibet darülfünun´dan
budur bizde mükafat-i fazilet.
ilm ehline reva görülen bu bed muameleden nasibini alan ferid bey on yil kitaplarin arasinda münzevi bir hayat yasadiktan sonra 1943´te ankara dil tarih cografyasi fakültesine iran edebiyati pröfesörü olarak tayin edilir. kapisindan iceri girdiginde kendini cennette hissettigi bu fakülte hayati da rahatsizliklari hasebiyle nihayete erer. aradan bir yil sonra 1944´te irtihal-i dar-i beka eyler hazret*
hazret, ihtiyar sarkin irfaniyla avrupanin bikr-i fikri´ni ustaca birlestirmesini bilmisti. gerek klasik medrese tahsili, gerek özel hocalardan aldigi dersler, gerek bizatihi kendi gayretiyle elde ettigi birkimler onu dört basi mamur bir hoca etmisti. üstad ferid kam´i en fazla ilgilendiren konulardan bir de felsefe idi. dolayisiyla hint, cin, dogu, bati felsefelerini tenkitci bir gözle uzun uzadiya incelemistir. bir ara tam bir voltaire hayranidir ve bu hayranligi uzunca bir dönem sürmüstür. hazretin derin felsefe birkimi bazi zamanlarda hazretin zihnini allak bulllak etmis ve bunun caresini hazreti mevlananin mesnevi serifinde bulmustur. büyük bir hakk asigidir hazret ayni zamanda...
entrymiz baymadan güzel bir ani aktaralim..
sükrü erdem hatiralarinda ferim kam´dan bu sekilde bahseder..
"süleymaniye medresesinde kelam felsefe tasavvuf subesinde bulundugumuz sirada, arkadaslarimizdan birisi tasavvuf hocasina sordugu bir soruya tatmin edici bir cevap alamadigi icin, bir defa da ferid bey`e soralim dedi. rahmetli derse girer girmez (ayin-i dini esnasinda def ve ney gibi calgilarin calinmasi caiz midir?) diye sordu. üstad kürsüden indi. bas ve salavat parmagini yeleginin sag cebine götürdü. bir iki defa dershanede dolsatiktan sonra yaziniz diyerek su kitayi söyledi..
sirr-i nay ü semayi anlamayan
kafana dümbelek desem yeridir.
bak bu mebhasta sak idi sofi
sana anda esekk desem yeridir!
(esekk, sek, süphe kelimesinin ism-i tafdilidir, seddelidir cok süpheci demektir!)
bu edebi örnekten sonra da hazretin büyük bir sair olduguna dair de bir kac laf daha edelim. bilindigi gibi hazret milli sairimiz olan mehmet akif´in cok yakin dosturdur. hazretin edebi anlamda onca eser vermesinin sebeplerinden biri de mehmet akif ile olan ülfet ünsiyyetleridir dersek yalan olmaz. zira hazret cok mütevazi oldugundan öyle sagda solda cok yazmazmis eserlerini, nesrettirmezmis makalelerini. akif´in ricalari üzerine hazret yazi hayatina daha da hiz vermistir.
taskin bir zeka, güclü bir hafiza, derin genis bir tetebbuat hazreti ayakli kütüphanelerin arasinda seckin bir mevkiye yükseltti. üstadi yakindan taniyanlar kendisine "umman baba" diyorlardi.
ayrica hazretin eskilerin deyisi ile elsine-i selaseli olmasi yani arapca farsca ve eski türkceyi cok iyi bilmesi bu dillere vakif olmasi hazreti edebi anlamda da cok ilerlere tasimitir. ki hazretin hicivde ve divan edebiyatinda sayisiz siirleri vardir.
kisa bir hikaye ile hazretin kelimelere sigmayan faslini kapatalim..
hazret bir gün darülfünunda ders esnasinda bir soru ile karsilasir..
efendim dünya öküzün boynuzlarinin üzerindedir diyorlar. siz ne diyorsunuz?( bu konu hakkinda peygamber efendimizin bir hadisi vardir. bu soruyu soran münasebetsiz mehmet efendi mesrepli herifinde sorusunun menbaginda olan merak da bu hadiste yatar zannimca. hulasa hadis söyledir. peygamberimize yöneltilen "dünya nerededir" sorusuna efendimiz "öküzün boynuzlari üzerindedir" seklinde cevap verir. simdi bu hadisin aciklamasini yapanlarin söyle bir aciklamasi vardir. o da söyledir ki; efendimize bu soru soruldugu zaman dünya öküz burcu dönencesinde idi bu yüzden efendimiz bu soruya bu sekilde karsilik vermistir. efendim bir de ayni soruya baligin sirtindadir seklinde cevap vermis olmasi da hadislerde gecer. bu da sorunun soruldugu zamanda dünyanin balik dönencesinde oldugunu ispat eder! kilif buldular demeyin diye yaziyorum bunlari..)
neyse tekrar bastan alalim dünence mönence basinizi döndürdük hafiften..
hazrete münasebetsiz mehmet efendi kilikli bir herif dersteyken sorar..
-efendim dünya öküzün boynuzlari üzerinde midir?
hazret hic sesini cikarmadan oturdugu yerden kalkar sinifta söyle bir iki dolanir ve yaziniz der.
ne taaccüp ediyorsun buna dünya derler
duyulan herzelere onda nihayet yoktur
yerin altinda öküz var mi dedi bir meczup
onu bilmem dedim fakat üstünde pek coktur...
iste böyle de esine cok zor rastlanir bir sair idi hazret!
o da bir öncekiler gibi yerini bos birakip gitti. *