evlenmenin zorunluluk olarak görülmesi

Şükela: Nice | Last 24h | Today | All

televizyonda evlenme programlarına gelenleri gördükçe var olduğunu düşündüğüm realitedir. dünyada başka örneği bulunmayan televizyondan kapuz seçercesine eş seçme (hem de 'aşk' olgusuna tecavüz edilircesine) ritüeli ise yamuk modernleşen toplumun resmidir. kendi ailemde de olan işini eline almışı evlendirme merakının bireye dayatması mıdır bu? 65 yaşına gelmiş hasan amca ile 62 yaşındaki mehtap teyze televizyonda tanıştıktan sonra neden evlenmek isterler? veya 21 yaşındaki mehmet neden 19 yaşındaki merve'yi televizyonda görünce evlenme merakına düşer? amaç sadece toplumsal baskı ortamından kaçarak cinsel istekleri gidermek midir de bu kadar yangından mal kaçırırcasına evleniliyor? veya aşk kavramı neden televizyona süslenip püslenip çıkan bir kadını görmekle ve/veya berberde saçına şekil verdiren adamı algılamakla bir tutuluyor. bence hepsinin temelinde toplumun bakışı yatıyor. gençliğinde bir hata yapıp evlenen, çocuğu olan insanların -ki büyük bölümü 18-25 yaş arasında- toplumsal baskıdan kurtulma ve rahatlama ümitlerini gömdükleri bir mekan mı o stüdyolar? "bir arkadaş arıyorum ben" diye programa çıkanlar neden bizler gibi arkadaş edinmek yerine evlenmek istiyorlar? şahsen buraya çıkanların bir bölümünün şu kafada olduğunu düşünüyorum.

manavdan karpuz nasıl seçilir? bir güzel alırsınız elinize, önce bir vurursunuz ki içi boş mu dolu mu anlayasınız; daha sonra dışına bakarsınız, kabuğu iyi mi, yüzü parlak mı diye; beğenirseniz alır götürürsünüz. evet, az önce esra erol denen şahsın programını izlerken beni tiksindiren şey de bu oldu. birileri televizyona çıkıyor, sonra aramalar yapılıyor ve talip olunuyor. daha sonra programa çağırılıyor ki bir şöyle görüşsünler. kadınlar daha çok kendilerini taşıyabilecek* bir erkek ararken, erkekler ise eli yüzü düzgün kadın arıyorlar. daha sonra ise 1-2 haftalık görüşmeden sonra evleniliyor. ve işin en vahim durumu ise, bunun adı sunucuya göre 'aşk'. her olgu daha alt ve değersiz şeye belli bir seviyeye kadar indirgenebilir. ama aşk'ı bir bakışmaya indirgememk akıllı insanın yapabileceği bir şey değildir. ota boka sansür, ceza uygulayan rtük ise bu durumdan hiç şikayetçi gibi görünmüyor.

bunun bir de töre bölümü var ki yeme de yanında yat. burada bahsettiğim töre bize empoze edilmiş, genel olarak birilerini vurmaya ve/veya birilerini berdel etmeye dayalı töre değil, sözlük anlamında kullanılan, yani toplumun yazısız kuralları olan töre. edirne'den hakkari'ye kadar olan töre. evlenmek bu toplumda insan muamelesi görebilmek için gerek ve şart bir olgu. okulunuzu bitirir, askerliğinizi yaparsınız dört bir taraftan "evlilik ne zaman?" minvalinde sorular yağmaya, yakınlarınız size buldukları kızların facebook linklerini dağıtmaya başlar. eve her geldiğinizde anneniz dürtükler, akrabaları ziyarete gitmeye tiksinir hale gelirsiniz. bunun sonucu ise yine evlilik programlarına çıkıyor. "evde kalmış" gibi saçma bir olgu ve az önce bahsettiğim baskı ise bu programların iş yapmalarının bir diğer sebebi. okulda kantinde otururken yan masadaki insanların bu saçma programı konuşmalarından (tüm karakterlerin ismini biliyorlar) anlaşılan şey ise bunun daha çok para çokomel eğrisine dayalı bir yarışma olduğu izlenimini veriyor. evleniliyor mu yarışılıyor mu belli değil demek ki. şahsen bunların bir bölümünün de senaryo gereği oyandığını düşünenlerdenim.

sonra da şöyle bir takım raporlar, görüşler ortaya çıkıyor. toplumun dengesizliğini ortaya koyuyor. bize de buradan duvara karşı konuşmak kalıyor.
0 favorites - -
annem babam evlenip evlenmememi takmıyorlar farketmiyor onlar için. mesela yarın bir çinli götürsem ne çinlisi "ben bununla evlencem" diye ördek götürsem "sen bilirsin allah mesut etsin çocuğum" derler en fazla. o kadar serbestim düşünün. ama bu çevre baskısı hakikatten beni depresyona sürüklüyor artık. "daha evlenmiyon mu? aa yaşın geçiyor ama? e napıyon tek başına zor değil mi? tabi armutun sapı üzümün çöpü diyon dimi? evlen evlen artık vaktidir"
selam vermeye üşendiğin insanlar bile gelip "bak bizim bir murtaza var accık çirkindir ama iyi çocuktur bir tanışın" demekten imtina etmezler. "yok istemiyorum sağol" dersin dişini gıcırdatarak, "evde kalcan" diye yapıştırır cevabı.
evlenmeden önce her boku yiyen evlendikten sonra hazreti rabia kesilen uzak ya da yakın bayan arkadaşların özel bir hayatın olduğunu hiç düşünmezler sen onlar için daima prensini bekleyen kendini kocasına saklayan bir bakiresindir. biriyle ilk defa yemeğe çıkacağını öğrenirler "iyi iyi bu yaz düğünü yaparsınız ondan sonraki kış hamile kalırsın" diye planı hazırlayıverirler. onlara göre normali odur başka hayat şekli yoktur.
eskiden dul olmak zormuş. valla şimdi bana göre bekar olmak zor. üstümdeki toplum baskısını anlatamam
0 favorites - -
eskilerden gelen dayatmaların sonucunda oluşur.

dünyaya açılan gözle birlikte, beklentiler başlar.
örneğin bir bebeği ele alalım, bebek ağlamadığı sürece hiç birimiz belki de bir şeye ihtiyacı olduğunu anlamayız. ağladığında ise önce altına bakılır, sonra yemek yedirilir, susmadıysa uyutulmaya çalışılır, o da olmazsa arabaya atlanır gezilir ki bebek uyusun, kimisi ayağında sallar, kimisi çarşafta, en nihayetinde bebeğin beyni bulanır da uyur zavallıcık.
hemen arkasından yuva ve anaokul günleri, patates baskıları, ali'nin renkli boya kalemi, ayşe'nin uzun saçlı bebeği mevzu bahis olur. insanlığı öğrenmesi gerekirken, kıskanmayı öğrenir çocuk, daha mini minicikken. hazır sabahın 6'sında uyanmaya alışmışken, ilköğretim serüveni başlar, sonra lise, sonra üniversite. belki biraz müdahale etmiştir hayatına. ne bileyim belki mühendis olmak istemiştir ya da tiyatrocu... mutlaka bir şey olmayı seçmiştir. okullar silsilesi bittikten sonra erkeklerde tercihe bağlı askerlik, kadınlarda iş hayatına başlayış * sonra sabahın köründe kalkıp işe gitmeler , akşamın bir saatinde şirketten çıkmalar, dost sohbetlerinde iş konuşmalar, sorunlar, şikayetler... anlatılmaz nedense güzellikler.

hazır okullar bitti, işe de girildi, yani para da kazanılıyor, "o zaman hayattan zevk almaya başlayabilirim" düşüncesindense, "artık evlenmek lazım, yaş kemâle erdi, çoluk çocuk faslına geçilmeli" düşünceleri gark eder.

insan yetmeli kendine, insan sevmeli kendini, vakit ayırmalı, kendi için bir şey yapmalı, bütün şartların sağlandığını düşünüp de gidip en son halkayı tamamlamamalı. ne yapacaksın 2 yıl sonra çocuğu kucağına aldığında? gerçekten istiyor musun acaba? hazır mısın? mesela eğlenmek istiyor musun? dağıtmak? kontrolsüz davranmak? kim ne der diye düşünmeden, sadece kendin için bir şeyler yapmak? yoksa gerçekten, bir an önce hayatını tantanaya mı çevirmek istiyorsun. ev işleri, çoluk çocuk, kendi işin...

beklentiler bitmez. insan gözlerini dünyaya açtığı anda başlar beklentiler.
bir düşün! belki de hiç bir şeyin kuralı yoktur. hiç bir şeyi yapmak zorunda değilsindir. kim bilir kafana estiğinde ayaklarını denize sokabileceğin bir kıyı mutlaka vardır. belki de biraz kum. o kuma yürüdüğünde sana eşlik edecek yıldızlar, denize vuran yakamoz.

hayat sandığın kadar zor değildir belki. sadece basit yaşamayı bilmiyorsundur.

ciddiye alma. kuralları sen koy...
0 favorites - -