dust devil, aslında çöllerde oluşan toz siklonları için kullanılan bir terim. yerliler bu doğa olayını bir iblis olarak tanımlamışlar ve inançlarında bu intikamcı ruha yer vermişler. bahis konusu film bu ikonografik olguya dayandırılmış.
https://youtu.be/cdouquoeems?si=h68zogrriuhxp6k_(04/07/2009’da yazıldı)
yönetmen :
richard stanleysenaryo : richard stanley
yapım:1992, güney afrika/ ingiltere
süre: 103 dakika
oyuncular:
robert burke,
chelsea field,
zakes mokae,
rufus swartdust devil’in filmdeki tezahürü; kurak topraklarda, otoyolda otostopla oradan oraya seyahat eden, kimse tarafından sevilmeyen ve aranıp sorulmayan kişileri avlayan, kovboy kıyafetli bir adam şeklindedir. bu şahıs öldüreceği kişileri önce fotoğraflar, sonra da paramparça edip kanıyla etrafa kara büyü şekilleri çizer. kurbanlarının parmakları toplar; pna göre kurban parmaklarının özel bir gücü vardır.
kıskanç kocasının baskısından bunalan wendy, arabasına atlar ve evi terk eder. yolda bu garip adama rastlar ve onu arabasına alır.
cinayetlerin peşine düşen yerel polis ben mukurob, kriminal doktorun yaptığı otopsiler ve mekan araştırmalarından edindiği sonucu öğrenir; bir efsanenin gerçek olması mümkün müdür?
kara büyüye inanmayan bu kara derili adam bir yandan da kabuslarında ölen oğlu ve karısının hayaletleriyle uğraşmaktadır. yerel bir şamanın yardımına başvurur ve kum gibi havada uçabilen, şekil değiştirebilen bu iblisle nasıl savaşacağını öğrenir. karısının peşine düşen kıskanç koca mark’ı da yanına alarak wendy’nin izini sürmeye başlar. olanlardan haberi olmayan genç kadın ise arabasına aldığı bu etkileyici adamın gerçek yüzünü görecek ve hayatını kurtarmak için çöle kaçacaktır.
richard stanley, filmini görsel bir şölene çevirmiş. muhteşem çöl manzaralarının fotoğrafları masa üstü arka planı gibi duruyor. dust devil’ın aynadaki aksine baktığı sahnede karanlığının tüm odaya yayıldığı görseller gibi lezzetli dokunuşlar var filmde. görselliğe bu kadar abanmış ama yönetmen öykü anlatımını geri planda bırakmış. aktörlerin ruhsuz ve soğuk oyunculuğu zaten fantastik olan filmi gerçeklikten iyice uzaklaştırmış. bir tek robert burke (dust devil) karizması sayesinde işi kıvırmış.
aslında yönetmenin iyi bir film yapmaya çalıştığını her sahneden anlıyorsunuz; bu fantastik öykünün altına yerleştirdiği siyasal boyut ve ırkçılık temaları buna işaret ediyor. ama dediğim gibi bir hedef şaşması mevcut ve filmin sadece görsellikle ayakta duramayacağı malum.
madem öyle görsellikten bahsedelim. filmin kanlı ve gore sahnelerinin dönemine göre şaşırtıcı derecede iyi olduğunu belirtmek isterim. sadece o da değil mesela polis memuru ben’in ölen ailesiyle ilgili rüyaları da çok rahatsız edici bir deneyim sunuyor. yönetmen küçük göstergelerle izleyeni gülümsetmeyi de amaçlamış; filmin başında duvardaki geyik boynuzlarının önünde durunca, boynuzlar dust devil’a aitmiş gibi duruyor. başka bir sahnede, kabusundan, merkezden gelen haberle uyandırılan polis memuru ben, ailesinin çerçeveli fotoğrafının üzerindeki tozları siliyor ve sonradan başına gelecekleri haber edercesine kendi kendine konuşuyor: “bu toz da nereden geldi?”.
görsel yönden akademik bir performans sergileyen fakat öykü anlatımında sınıfta kalan richard stanley’in filmi, bir clive barker romanı okuyormuş hissi uyandırıyor insanda. bu yönden bakarsanız belki eksiklikleri göz ardı edebilirsiniz.