dede korkut, yalnızca bize hikaye anlatan birisi değil, çağını çağlara taşıyan bir türk bilgesidir. o, hem tarihsel bir şahsiyet hem de bir milletin kültürel hafızasının ete kemiğe bürünmüş halidir. oğuzların içinde yaşayan, boylar arasında gezen, hikâyelerin sonunda dua eden, ad veren bir figür gibi görünse de, aslında türk milletinin sözlü tarih geleneğinde yaşattığı bir zaman köprüsüdür.
tarihî kaynaklarda dede korkut'un izine ilk olarak reşidüddin'in câmiü't-tevârîh'inde rastlanır. bu eserde dede korkut, oğuzların danıştığı, geleceği gören, kam özellikleri taşıyan bir bilgedir. reşidüddin, onu bayat boyundan, peygamberler zamanında yaşamış kadar kadim biri olarak anlatır. yine şecere-i terâkime'sinde ebülgazi bahadır han, dede korkut'tan “oğuzların söz bileni, toylar başı” olarak söz eder. bu anlatılar, onun tarihsel bir şahsiyet olarak iz sürdüğünü gösterir. günümüze ulaşan biyografik bilgileri yoktur ama adı ve karakteri, oğuzlar arasında yaşamış gerçek bir ozanın destanlaşmış hâli olabilir.
kitab-ı dede korkut, bu bilgenin adıyla anılan 12 hikâyelik bir külliyattır. bu hikâyeler, ilk kez 15. yüzyılda yazıya geçirilmiş, fakat sözlü gelenekte çok daha önce şekillenmiştir. günümüze ulaşan iki temel nüsha vardır: biri almanya dresden kütüphanesi'ndeki 12 hikâyelik versiyon, diğeri vatikan kütüphanesi'ndeki 6 hikâyelik kısa versiyondur. dresden nüshası daha kapsamlıdır, vatikan nüshası ise dil açısından daha sadedir. bu eserler, yalnızca edebî değil, tarihî ve sosyolojik bir belge niteliğindedir. oğuz boylarının yaşayışı, töresi, yiğitlik anlayışı, aile yapısı ve dinî algısı bu hikâyelerde berrak bir şekilde yer alır.
2018 yılı ise dede korkut külliyatı için bir dönüm noktasıdır: türkmenistan'ın günbed-i kavus bölgesinde, üçüncü bir nüsha bulundu. bu metinde daha önce bilinmeyen 13. bir hikâye yer almaktadır: salur kazan'ın yedi başlı ejderhayı öldürmesi. diğer hikayelerden farklı olarak bu hikâyede geçen ejderha motifi, türk mitolojisinin kadim yaratıklarıyla islami dönemin sembolleri arasında bir köprü kurar. üçüncü nüsha, azerbaycan ve türkmenistan'ın iş birliğiyle bilim dünyasına tanıtılmış, varyantlar üzerindeki çalışmalara yeni bir boyut kazandırmıştır.
kitap, 2018 yılında unesco tarafından türkiye, azerbaycan ve türkmenistan'ın ortak başvurusuyla “insanlığın somut olmayan kültürel mirası” listesine dâhil edildi. bu, sadece bir edebî metnin tescili değil; türk dünyasının ortak belleğine verilmiş uluslararası bir değerdir. unesco raporlarında dede korkut'un “kültürlerarası iletişim aracı, kuşaklar arası aktarıcı ve etik değer taşıyıcısı” olduğu vurgulanır. yani bu metin sadece geçmişi değil, geleceği de şekillendirecek bir gelenek taşır.
akademik camiada dede korkut üzerine çokça çalışılmıştır. muharrem ergin, “türk milletinin ruhu bu metinlerde gizlidir” derken; ilhan başgöz, bu hikâyeleri “türk halk hikâyeciliğinin anayasası” olarak niteler. mehmet kaplan'a göre dede korkut, halkın hem duygusunu hem aklını temsil eder. oğuz kağan destanı ile kutadgu bilig arasında bir köprü olan bu eser, islami dönem türk edebiyatının ilk büyük anlatısıdır.