1 gün içinde kendi çocukluğunuz tarafından bile nasıl sevilmemeyi başarabileceğinizi görmek beni bir miktar şok etti açıkçası. o kadar bireysel bir probleminiz ki bu ben daha fazla yorum yapmayacağım.
neyse; genel yanlışa düşüp ben de ilk başta bir ders verme, büyüklük taslama tribine girerdim sanırım kendi çocukluğumu tanımıyormuşum gibi. annemin dizinin dibinde bir kez daha ekmek arası bir şeyler gömerken onun aferin diyebileceği bir şey anlatmak; bu anın bir süre sonra yaşayacağı her şeyden daha kıymetli hale geleceğini ve asla tekrar yaşanamayacağını belirtmek falan isterdim tabi ama dediğim gibi çocukluğum gelirdi aklıma. yaşça büyük herkesin gerçekten beni tanıyormuş ya da sırf yaşça büyük olması onun daha zeki olduğunun ispatı gibi ezberlere ne kadar takılacağımı bilir, şunun bunun kıymetini bil diyerek küfür yemek yerine atari salonuna götürüp sınırsız jeton ayarlar, çıkışta da sokak lahmacunu ısmarlardım amk. 7-8 yaşımı az biraz hatırlıyorsam verilecek hayat derslerinden vs daha mutlu ederdi bu plan beni.
play station cafeye götürüp eline verirdim salağın
uzaktan izlerdim muhtemelen.
her şey o kadar olması gerektiği gibi ki, hayatımın akışında en ufak bir bozulmaya dahi müsaade etmek istemezdim.
geleceğimdeki "ben"in ulaşamayacağı bir yere...
onun zamanına gittiysek, atari salonuna götürür, gönlünden geldigince oynamasini söylerdim. sınırsız jeton...
benim zaman döngümde buluştuysak onu güzel bir seyahate götürürdüm.
onun cocukluğuna bozüyüke giderdik birlikte bisiklet sürerdik bütün gün)
evime getirirdim, bak böyle her köşesi anı dolu bir hayatın var derdim. buzdolabındaki magnetle gösterir anlatırdım buraya gittim bunu yaptım diye. arabama bindirir işe götürürdüm, bak hayalinde bile olmayan bir yerde çalışıyorsun derdim.
bacılarımla tanıştırırdım, 26 sene kardeşim yok diye her an göğsümde bir yumru hissettim, ama bak kardeşin gibi 3 güzel kız arkadaşın var derdim. her anımızda birbirimize destek oluyoruz uzak da olsak yorgun da olsak derdim.
dedemi anlatırdım, ölecek ama içinde öyle güzel yaşayacak ki geçirdiğin her ana şükredeceksin, seni izlediğini yanında olduğunu bileceksin git ona daha sıkı sarıl derdim.
terasa götürürdüm, bak burası senin mahremin olacak yıllarca tek geleceksin, sevdiklerinle geleceksin, aşık olduğun insanla geleceksin bazen o insanlar çıkıp gidecek ama sen yine de geleceksin ve her şey ilk acısıyla kalmayacak bir süre sonra sadece güzel şeyleri hatırladığın anılara dönecek derdim.
ona yemek yapar ve derdim ki annem eve gelemediğinde yaptığın o yemekler bugün bunlara evrildi, lanetlendiğini sandığın anlat kendini geliştirdiğin anlardı ama onları bir süre sonra anlayacaksın derdim.
sonra sımsıkı sarılıp ona teşekkür ederim, beni ben yapan minik çocuğa sarılırdım. ve ona çok dikkatli bakardım, bir hareket benim kadar ona yapıldığında ve çekip gidemediğimde onun için gitmem gerektiğini daha iyi anlamak için. sonra da ona git ve ne yapıyorsan devam et, hayallerin gerçekten olması gerekiyorsa olacak sen bunları düşünme ve sadece elinden geleni yap yapamadığında ise pes etmekten korkma derdim.
keşke 40 yaşımdaki ben de gelip bana yaşantısını anlatsa. içindeyken sıradan gelen şeyler bir çocuğun hayalinin en uç köşeleriydi. imkansız sandıklarıydı. muhtemelen şu anki benim de imkansız sandığım pek çok şey akışta çözülüp olması gerekene varacak ama insan işte, elindekinin değerini anlayamıyor , en büyük dert bu herhalde sanıyor içindeyken.
şöyle uzaktan bakar bakar giderdim. skip atmadığımız bi' çocukluğumuz mu kaldı.
önce bi atari salonuna götürürdüm eline 20 jeton sayardım sonra mcdonalds hamburger sonra bi hesap makineli casio saat alırdım sonrada bir spor mağazasına girip eşofman ve spor ayakkabı alırdım. tüm bunları yaparkende sıkmadan bunaltmadan tatlı tatlı nasihatlar vermeye çalışırdım. sonunda cebine makul bir harçlık sıkıştırıp sıkıca sarılıp bir daha görememek üzere ayrılırdım.